SORGUN KÖKENLİ DEĞERLERİMİZ’DE
“… Okul çağına gelen (1927 doğumlu) Yusuf Ziya Bahadınlı, ilkokulu köyünde bitirir. Okumaya meraklı, her şeye ilgi duyan oğlunu, öğretmeninin de önerisiyle babası at arabasıyla Yozgat’a götürür ve (12 yaşında) ortaokula kaydettirir…” (Sorgun Kökenli Değerlerimiz / Prof. Dr. Rauf Yücel )
GÜLLÜCELİ KAZIM’DA
“…İlkokulu bitirmiştim. Daha okumak istiyordum. Güllüce’yi seviyordum, okumayı daha çok seviyordum. Büyük okullar şehirdeydi. Şehirde nasıl okunurdu? Köyden bir örnek yoktu. Okumam Güllüce için önemli bir olaydı.
Babam arabayı hazırlattı. İçine bir çuval un, bir çuval bulgur, birer torba da fasulye, mercimek gibi şeyler koydurdu. Ayrıca bir küçük teneke yağ, bir o kadar pekmez eklendi. Bunlar benim yıllık azığımdı.
Araba hareket etti. Karışık duygular içindeydim. Gittikçe uzaklaşıyordum köyden. Biraz sonra anam, bacılarım, yakınlarımla birlikte evler de, bahçeler, tarlalar da görünmez olacaktı, tüm Güllüce görünmeyecekti.
Güneşin batarken, ışıklarını son bir daha yeryüzüne saldığı gibi, bakışlarımı Güllüce’nin üstünde bir daha gezdirdim: Kerpiç damlı evlere, iğri-büğrü yollara, köpeklere, ineklere, tarlalara, bağlara, çayırlara bir daha, bir daha baktım. İçimde tarifi zor bir burukluk, bir kırıklık vardı.
Birkaç köyden geçtik. Bu köyler de Güllüce gibiydi: penceresiz, kerpiç damlı; iğri-büğrü yollu; her kapıda birkaç köpek; toz toprak içinde yuvarlanan çocuklar; yalınayak kadınlar, saçı sakalına karışık ve yırtık-pırtık şalvarlar içinde gezen köylüler…
Kasaba göründü. Heyecanlanmıştım. Geniş bir düzlük ortasında pırıl pırıl bir şehir görüyordum, daha doğrusu bana öyle geliyordu. İlk dikkatimi çeken minareler olmuştu. Güllüce’de cami vardı, ama minaresi yoktu. Kırmızı kiremitli evler sıra sıraydı, bazıları kat kattı.
Arabayı bir hana çektik. Babam: “Siz oturun burada, ben birazdan geliyorum,” diyerek çıktı gitti. Biz atları çözdük, başlarına torbalarını takarak avlunun bir kıyısında beklemeğe başladık. Han iki kattı. Alt katta büyük bir oda, yanlarında boydan boya tavlalar sıralıydı. Büyük odada köylüler kalıyordu. Üst katta ise, kapıları iğreti bir balkona açık, kutular biçiminde odalar sıralıydı, otel odalarıydı bunlar.
Babam geldi. Atları koşup handan çıktık.
Sağımızda, solumuzda bulunan dizi dizi dükkânları, sonra köprüyü geçtik, tozlu bir yola girdik. Kasabanın kenar evleriydi bunlar. Güllüce’ninkilerden farksızdılar. Duvarları çamur sıvalı, pencereleri ya çok küçük, ya hiç yok, tek katlı evlerdi. Aralarında, yalın ayaklı, perişan kılıklı kadınlar, burunlarında sümük ayakları yalın çocuklar geziniyordu. Bunlar, kasabaya çevre köylerden gelmişlerdi…
Güneş batmıştı. Çevre yöre usul usul kararıyordu. Birbirinin benzeri köylerden geçmiş, dereler tepeler aşmış, sonunda bir yokuşu tırmanmaya başlamıştık. Atlar terlemiş, yorulmuştu. Babam: “Atlar biraz dinlensin.” dedi. “Yarım saat sonra şehirde olacağız.”
Şehir, kasabanın birkaç katı büyüklüğündeydi. Yollar daha geniş, evler daha büyük, camiler daha yüksek, minareler daha uzundu. Görünen ne varsa karşılıklı iki yamaca dağılmıştı…” (Güllüceli Kazım / Yusuf Ziya Bahadınlı)
BİR YAŞAMIN ÖYKÜSÜ’NDE
“… Babam Akdağmadeni Kazası P.T.T Müdürlüğü’ne tayin edilmişti…1927 yılında Yozgat Ortaokulu’ndan mezun oldum. Sevinçliydim. Artık ebeveynime ve özellikle anneme kavuşmak mutluluğuna erişecektim. 1927 yılının bir yaz gününde ve zannediyorum Haziran ayında Akdağmadeni’ne bir yaylı (at arabası) posta arabası ile hareket ettim. Bir gündüz bir gece yolculuktan sonra Akdağmadeni’ne geldim. Yolculuk sırasında gece yarısı gürültülü bir sesle posta arabasının durdurulması istendi. Arabacı durdurdu. Eşkıya olduğu sanılıyordu. Fakat sonradan bu kişinin nahiye (bucak ) müdürü olduğu anlaşıldı. Korkumuz gitti. Yola devam ettik. Sabah erken saatlerde Akdağmadeni’ne ulaştık…” ( Bir Yaşamın Öyküsü / Sadık Artukmaç)
BİR HEKİMİN ANILARI’NDA
“… 1937 Yılında babam Yozgat’ın Akdağmadeni ilçesi yargıçlığına atandı… 1939 yılı yaz aylarını yoğun bir şekilde ders çalışarak geçirdim. Babam ablamın ve benim parasız yatılı sınavına girmemizi istiyordu. Yozgat’ta yapılacak olan sınava gitmek üzere üç gün önceden özel bir yaylı (at arabası) ile yola çıktık. Yaylının içine yatak ve yorgan serilmişti. İlk gün ancak Peyik Bucağı’na kadar gidebildik. Bucak’ta tüm evler deprem nedeni ile yıkılmış ya da büyük hasar görmüştü. Bucak müdürünün çok yakın ilgisi ile o gece Peyik’te duvarları çatlamış bir evde yattık. Ertesi sabah yaylıya binerek yola koyulduk. Akşam üzeri Sorgun ilçesine ulaştık. Geceyi Sorgun’da geçirdikten sonra ertesi akşam Yozgat’a varabildik…” (Bir Hekimin Anıları / Rahmi Dirican)
KÖY ENSTİTÜLÜ YILLARIMLA ANILARIM’DA
“ … Sarıhamzalı Köyü yüz otuz hane. 1945’te okul binası yapıldığı yıl ben geldim. İlçeye kadar en seri vasıtamızda at arabasından ibaretti. Hastayı okulun önüne eğleyerek maarif memuruna vardım. Saygılı bir selam ile durumu anlattım. Yozgat’a hastaneye yetiştireceğimi söyledim. İnanmasında noksanlık kalmasın diye pencereden arabada yatan hastayı da gösterdim…” (Köy Enstitülü Yıllarımla Anılarım / Arif Baş)
BOZKIRDAKİ FENER-BİR KÖY ENSTİTÜLÜ ÖĞRETMENİN ANILARI’NDA
“…1951 yılında (Ağustos ayı sonrasında) Sorgun İlçesi’nin Sorgun Köyü’ne (Çiğdemli Kasabası’na) tayinimi yaptırdım… 1954 milletvekili seçimi 29 Ekim tarihinde oluyor. Seçim okulda yapılıyor. Oyumu kullandım. Bu arada eşim Yozgat Devlet Hastanesi’nde tedavi görüyor. Oğlum Abdullah da iki yaşında falan. Oyumu kullandıktan sonra bir at arabasına binerek Sorgun’a geldik…” (Bozkırdaki Fener Bir Köy Enstitülü Öğretmenin Anıları / Faik Birol)
BİR EĞİTİMCİNİN KIRK YILI’NDA
“… 20 Temmuz 1958’de göreve başladım Sorgun’da… Bazen traktör üstünde, bazen at arabasıyla bazen de ciple bu köye (Osmaniye Köyü) bir çok kez gidip geldik. İyi bir anı olmanın çok ötesinde izler bırakmıştır bizlerde. Sabahın erken saatlerinde Sorgun’dan çok uzak olmamasına karşın acıtıcı bir soğukta açık bir at arabasıyla, bir traktörle, rüzgar sizi yalarken yolculuk yapıyordunuz…” (Bir Eğitimcinin Kırk Yılı / Muhsin Şener)
SORGUN’DAN ÇIKTIM YOLA / ANILARIM’DA
“… İki hafta sonra, bir at arabasına Kerim Ağa’nın yanı sıra, Halit, Mevlüde kadın, Karslı Ebe ve akrabadan Bahattin Hoca’nın karısı binerek Emine’ye söz kesmek için Gedikhasanlı’nın yolunu tutarlar. Giderken ufak tefek hediyelerin yanı sıra, bir kutu da lokum alırlar yanlarına. İş tatlıya bağlanıp söz kesildiğinde, ağızların tatlanması için lokum ikram etmek önemli bir gelenektir. Arabayı Halit kullanmaktadır. Kuşluk vakti çıktıkları Köhne’den ikindiyi geçe köye ulaşırlar…” ( Sorgun’dan Çıktım Yola – Anılarım / Prof. Dr. Rauf Yücel)
İĞDELER SOKAĞI’NDA
“… Saadettin pazara babasıyla gelmiş, düğün için epey bir alış veriş yapmışlardı. Atlar ve araba Ali Çavuş’un Hanı’ndaydı. Aldıkları malzemeleri hana taşıyarak arabaya yüklediler ve Aşağıcumafakılı Köyü’nün yolunu tuttular…” (İğdeler Sokağı / Prof. Dr. Rauf Yücel)
Adnan KORKMAZ
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ