Dünya’da insanın varlığı ile birlikte en temel mücadeleyi, iyiler ve kötülerin (hak ve batıl) mücadelesi olarak tanımlayabiliriz. Hz. Âdem’in(as) evlatlarından bu yana devam eden bu mücadele, kutsal kitaplar ve tarihi vesikalarda örnekler ile aktarılmaktadır. Anlatılanlar sadece birer ‘kıssa’ olmaktan ziyade hemen her dönemde benzer örneklerine şahit olunmuş ya da çoğu kimse tarafından bizzat görülmüş zulüm ve haksızlıklar; yaşanmış ve yaşanmaya devam edecek gibi görünen gerçekliklerdir.
Zulmün şiddeti ya da şekli her çağa göre farklı yaşanmıştır. Kimi zaman açlık, susuzluk ve muhasaralarla; kimi zaman ilim adamları ve kitapların ortadan kaldırılması ile olurken bazı dönemlerde de erkek çocukların katledilmesi, toplulukların yurtlarından sürülmesi, işkence ile ölümlerin yaşatılması gibi örnekler sürüp gitmiştir. Bunlar aslında toplumun zulüm ile baskı altında yönetilmesini sağlamak ya da ibadetlerini yapmalarına izin vermeyerek iradenin ve davranışın baskı altında tutulması gibi çok farklı şekilde uygulama örnekleri duyulmuş, görülmüş ya da yaşanmıştır hadiselerdir.
Zulümler çoğunlukla ya din, ya toprak ya da servet/varlık mücadelesi sonucu oluşmaktadır. Oysa her elçi ve kutsal kitap vasıtası ile Yüce Yaratan insanlara iyiliği emretmeyi ve kötülükten uzaklaşmayı vaaz etmiştir. İnsan dünyaya geliş amacını unuttuğunda veya kendinin üzerinde Mutlak Yaratıcı bir iradeyi boş verdiğinde, içinde hayvandan daha aşağı diye tabir edilen “Belhum adal” hortlamaktadır.Güç ve kuvvetini kullanarak, masum insanların en doğal haklarını ellerinden almak ya da kullanmasına izin vermeme hakkını kendinde görmeye başlamakta ve başka bir insanın yaşam hakkına saygı duymamaya başlamaktadır.
Kitap sanki 30 yıl önce değil, geçen ay yazılmış gibi.
Kitabı gördüğümde “Mihrabımı Yıktırmam – Bosna” ismi, bende, sanki yakın dönemde imanın var oluş mücadelesine tanıklık ettiğimiz halde uzaktan üzüldüğümüz hissi uyandırdı. Buruk bir hüzün ve mahcubiyet hissine kapıldım. Açıkça söylemek gerekirse, yazarının ne yazdığını değil de bizim ne yapmadığımızı anlamak için incelemek istedim.
Yazar, Esere konu olan diyarı Bosna, Eser içeriği ve mesaj
Yusuf Karakaya “Mihrabımı Yıktırmam – Bosna” isimli kitabında Bosna Hersek bağımsızlık mücadelesine denk gelen iç savaş döneminde, toplumun zihni yanlışlığının fotoğrafını çeken bir betimleme ile ödenmiş bedellerin hikâyesini anlatmaya çalışmıştır.
Eserini inceleyeceğimiz Yusuf Karakaya’yı ve kitaba konu olan Bosna Hersek’i kısaca tanıyarak eser hakkında aktarımlarda bulunmak istiyorum.
Yazar: Yusuf KARAKAYA
Yusuf Karakaya 1938 yılında Yozgat’ta doğmuş, ilk, orta ve liseyi Yozgat’ta tamamlamıştır, 1962 yılında öğretmenliğe başlayan Yusuf Karakaya, öğretmenlik yaparken öğretim hayatına devam etmiş ve 1983 yılında Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Erzincan Eğitim Fakültesi’nden mezun oldu. 1988 yılında 25 yıllık öğretmenlik görevinden emekli olarak Birliğe Çağrı Dergisi’nin kurulmasında yer alarak dergide yazılar yazmaya başladı. Şiir, deneme, tiyatro ve hikâyeleri bulunan yazar halen öğretici-eğitici konferans ve çalışmalara devam etmektedir.
Olayların yaşandığı Ülke: BOSNA
Bosna Hersek, Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından 1200’lü yıllardan 1463’e kadar bağımsızlığını korumuş ve bu dönemde Osmanlı idaresine girmiştir. 1463 yılında Osmanlı idaresi altına giren Boşnaklar, aynı zamanda Müslümanlığı da benimsemiştir. Müslümanlığı benimsemeyen Boşnakların dini vecibelerine saygı duyup ibadetlerini yerine getirmesine izin veren Osmanlı idaresi sadece Bosna topraklarını değil gönülleri de fethetmiştir. Manevi yapılanmayla birlikte inşa ettiği yapılar ve camilerle aynı zamanda Boşnakların gelenekleri ile kültürüne de etki etmiştir. 1878 yılına kadar devam edecek olan Osmanlı idaresi altındaki dönemde, pek çok Boşnak Osmanlı devlet yönetiminde önemli görevlere getirilmiştir.
Osmanlının ekonomik sorunlarının arttığı 19. yüzyıl sonlarına doğru, 93 Harbi sonrası Avrupa ülkelerinin baskılarına dayanamayarak, masa başında, Bosna Hersek Osmanlıdan Avusturya – Macaristan imparatorluğunun himayesine geçmiştir. Bu süreç 1918 yılına kadar sürmüş ve 1918 yılından sonra ise Yugoslavya’nın bir parçası olarak devam etmiş ve 1992 yılında referandum ile dağılan Yugoslavya devletinden bağımsızlığını ilan ederek ayrılmıştır.
Avrupa Kıtasında, Konya’dan az büyük yüz ölçümüne sahip ve yaklaşık 4 milyon olan nüfusun yarısı Boşnak, %30’u Sırp ve kalanı Hırvatlardan oluşan bir karma bir ülkedir.
Eser İçeriği ve Mesaj;
İslam, barış ve kardeşliği, iyiliği, iyi bir kul olmayı, tüm insanlığa faydalı ve hayırlı olmayı emreder. Munis ve barışçı bir davranış modeli ile yaşamayı düstur edinen Müslüman, karşısındaki için iyi düşünmeyi, iyi konuşmayı ve iyi davranmayı ana hareket kaynağı saymıştır. Bu duruş, İslam’ın savunucusu olarak kurulan güçlü devletler döneminde dünyaya sulh ve adalet nizamı getirmiştir. Müslüman toplumlar, dini değerler başta olmak üzere değerlerin dejenere olduğu, inancın zayıfladığı ve güç kaybettiği dönemde ise zulüm gören, işkence gören, öldürülen, soykırıma uğrayan edilgen bir topluma dönüşmektedir.
Yazar, kitapta Müslümanların imani zaafiyetleri ile etkileşim ve kültürel yozlaşma- çürüme yaşadığı dönemde, nasıl yaklaşan tehlikeyi fark etmediğini anlatmaktadır. Kendilerini uyaran irfan ve tecrübe sahibi yol göstericileri dahi fazla şüpheci gören bir yaklaşımın acı faturasının nelere yol açtığını anlatmaya çalışmıştır.
Kitaba konu olan dönem, 1992 yılı Bosna’nın bağımsızlığını ilan ettiği ve o bölgede yeniden yapılanma- geçiş dönemi ve sonrasındaki yaklaşık 4 yılı kapsamaktadır. Eser, iç savaşın bölgede oluşturacağı sosyo-psikolojik durumu tahlil etmeye çalışmış, toplumun içinde bulunduğu ruh halini incelemiş, fikri çözülme ve fikri benzeşmeye bağlı çürüme ile toplumların kendi özlerinden koptuğunda nasıl sonuçlarla karşılaşacağını anlatmıştır. Bununla birlikte ödeyeceği faturanın ne kadar acı olacağını, yaşam içinden bir hikâye üzerine bina ederek, daha hayatın içinden ve savaş döneminden örneklerle etkili şekilde anlatmaya çalışmıştır.
Anlatım, sanki bir kitaptan okumaktan ziyade bir drama veya film sahneleri ya da tiyatro izler gibi sizi olayların ve kahramanların yanına kadar sokmakta, duyguyu ve olayları onlarla birlikte yaşamanızı sağlamaktadır.
Bosna için adeta yeniden diriliş ateşini yakan ve Avrupa’nın ortasında İslam’ın son temsilcisinin meşalesini söndürmemek için varoluş mücadelesi veren Bilge Kral Aliya İzzet Begoviç’in, sadece bir satır ile geçiştirilmesi kitaptaki vurgu eksikliği olarak dikkatimi çekmiştir.
Yazarın takdim bölümünde belirttiği gibi, “20. yüzyılın son basamağında hayvanları koruma, doğayı koruma, çevreyi koruma, kaplumbağaları koruma gibi dernekleri kurmakla meşhur medeni(!) Avrupa’nın göbeğinde ve tüm dünyanın gözleri önünde bir millet “jenosit”(soykırım)a tabi tutuluyor. Avrupa birliği ve BM ise sadece seyirci kalıyor” Kimi kınar gibi kimi zulmü alkışlar gibi ama uzaktan izleyen bir dünya olduğunu anlatılmaktadır.
Kitapta yazarın oluşturduğu kişilikleri, aslında İslam tarihi boyunca birçok örnek ile benzeştirerek ve olayları birleştirerek anlatması bu yaşanan zulmün münferit bir olay olmadığını göstermektedir. “Tarih tekerrürden ibarettir” söylemini adeta sürekli teyit eder bir durum gibi resmedilmekte ve İslam’ın ilk dönemlerinde Ashabı Kiramın çektiği zulüm ve işkence ile örneklendirerek bazı betimlemeleri yapılmıştır.
Kitapta, Mostar müftüsü Sait Smayiç kişiliği ile Ömer muhtar, Şahin bey, Sütçü İmam, Şeyh Şamil gibi dirilişin ve mücadelenin tarihi sembol isimlerinin Mostar’da hayat bulduğu manevi önder kişiliğe dönüştürmüştür. Toplumu uyarmaya, uyandırmaya çalışmasının karşılık bulmayışı ve direniş-mücadele döneminde imanı hassasiyetinin nasıl güçlü ve öncü bir iradeye dönüştüğünü temsil etmektedir. Başta kendi hane halkından başlayarak, tesir etmeyen sözlerini ve daha sonra uyarılarının gerçeğe dönüşmesini acı kayıplarla anlatmıştır. Kaybettikleri imani hassasiyeti yeniden kazandırma mücadelesi ve çileyi zafere dönüştürmeye çalışan bir karakter ile topluma manevi liderlik yapmanın nasıl olacağını anlatmaya çalışmıştır.
Kitapta, aynı şehirde yaşayan Boşnak, Sırp ve Hırvat topluluklarının barış döneminde komşu iken savaş döneminde nasıl düşman olarak mücadele ettiklerini anlatılmaktadır. Sırpların Müslümanları insandan dahi saymayıp her türlü zulmü, işkenceyi, tecavüzü reva gördüğü, barış ortamında kendini savaşa hazırlamayan Müslümanların nasıl gaflet ve delalet ile bu soykırımı adeta çağırdığını, davet ettiğini anlatılmaya çalışılmıştır. “Düşmanın silahı ile silahlanın!” ikazının nasıl evrensel bir uyarı olduğunu örneklenmiştir.
Kitabın ismi ile verdiği mesajı ise, Sırpların yıktıkları cami ve mescitlerin endişesine kapılan insanlar için “Yıkılan cami olsun, yıkılan minare olsun mihrabınızı yıktırmayın, Allah’ın taht kurduğu imanınızın mihrabı kalbinizi kavi tutun, camiyi eskisinden daha sağlam yaparız.” diyerek anlatmış. Esas yıkılmaması gereken yerin bina, yapı değil kalpteki imanın, inancın olduğunu, imanın muhafaza edildikten sonra gerisinin yerine koyulacağını anlatmaya çalışmıştır.
Eser, Sırp olduğu halde, Müslüman bir kadınla evli olan Sırp erkeklerin eşlerine ve çocuklarına dahi zulmü reva gören, mescitleri yaktırma-yıktırma emri veren sözde din adamı rahiplerin, nasılda söz konusu İslam ve Müslüman olunca gözlerinin döndüğünü insanlıktan çıktığını örneklendirmiştir.
Yine yazar, savaş döneminde Avrupa ve BM’nin kamplardaki Müslümanlara yapılanları görmezden geldiklerini anlatırken, Türkiye, Afganistan, Suriye, Suudi Arabistan, Pakistan, Hindistan gibi İslam ülkelerinden mücahitlerin canlarını din ve vatan uğruna hiçe sayarak şehadete koşmalarını anlatmıştır. Bir Türk mücahidin dilinden mesaj vererek “Senin burada ne işin var sorusuna, Bosna’nın ne kadar önemli olduğunu vurgulamak için ‘ben burada sadece Bosna’yı değil Edirne’yi hatta Kâbe’yi savunuyorum, biliyorum ki Bosna düşerse Edirne- Kâbe düşer.’ “ ifadesini aktararak Bosna’nın İslam Âlemi için ne kadar kilit ve önemli olduğunu vurgulamak istemiştir.
Yazar, bugün Müslümanların, Selahattin Eyyubi’nin Kudüs emanetine, Fatih’in Bosna emanetine, Yavuz’un Suriye, Irak, Afrika emanetine sahip çıkamama nedenini anlatmış aslında. Güçlü iken dünyaya nizam veren Müslümanların, zayıfken kendi nefsine, ailesine dahi nizam veremeyişi sonucu ise iman ve irade bağını doğrulamaktadır.
Toplumsal kayıplar, erozyonlar yaşadığımız, zihni çözülmeler ve çürümeler, eğriye benzeşme, kötüye imrenme, kendini aciz ve küçük görerek bizi yerle bir etmek isteyen zihniyete dönüşme hevesi ve gayreti içinde olduğumuz bir dönemdeyiz. Oysa bu, bizi toplumsal kurtuluşa ya da evrensel değerlere ulaştıracak bir yol olmaktan çok toplumsal kaybolma, yok olma ve erimeye götüren tehlikeli bir yolculuktur.
Başarı ve güçlü olmanın yolu, tarihten ders alıp düşmanını tanımak, ona göre pozisyon almak, imanına sahip çıkmaktır. İmanını, kültürünü ve tarihini kaybeden milletlerin ya yok olacağını ya da büyük bedeller ödeyeceğini hep aklımızda tutalım.
İncelememizi yazarın kitabın kapanış bölümündeki şiirinden bir dörtlükle sonlandıralım:
Kelepçe vurulmuş Bosna’da aydınlıklara,
Sıkılmış boğazı, hürriyetlerin,
Yıkılmış mihraplar camilerinde
Minarelerde kelepçeli okunan ezan.
SALİH ŞAHAN
SORGUN DÜŞÜNCE KULUBÜ