“İş başına geçti mi yeryüzünde, içine kadar fesad vermek hars u nesli (ekinleri ve zürriyetleri) helak etmek için sa’yeder (çabalar durur). Allah da fesadı sevmez.” Bakara:205
Bir vesile ile Yozgat yemek kültürü üzerine yazı yazma gereği hâsıl oldu. “Neler yazabilirim?” diye düşündüm. Çoğu meselede yapıldığı üzere, hiçbir şey olmamış gibi, güzelleme babında birçok şey yazılabilirdi. Genelde kültürümüzün, özelde ise yemek kültürümüzün güzelliği üzerine birçok söz söylenebilirdi. Ancak iş burada bırakılırsa asıl meseleyi göz ardı etmiş, kültür mevzuunda, yok edilen, evvel zamanlara ait bir folklor unsuruna dönüştürülen kültürel değerlerimize gereken hassasiyeti göstermemiş olacağımıza kanaat getirdim.
Kültür, bir toplumu başka toplumlardan ayırt eden yaşayış tarzlarıydı. Top yekûn insanlığın hayat tarzında benzerlikler olmakla birlikte, her toplumun kendi mizacını oluşturan/kuran maddi ve manevi unsurlara uygun olarak, yeme içmeden; giyim kuşama, beşeri münasebetlerden; üretim tarz ve vasıtalarına kadar birçok farklı hususiyetleri vardı. Mizacı ve kültürü meydana getiren unsurlar arasında, iklim ve coğrafya özelliklerinden; inançlara, geçmiş yaşam tecrübelerinden; genetik özelliklere birçok öge sayılabilir. Birçok farklı unsurun kurduğu mizaç, yine birçok farklı kültüre rengini verir ve bu böylece devam eder, giderdi. Dikkat ettiyseniz geçmiş zaman kipi kullanıyorum. Zira artık bu devir daim geçmişte kaldı/kalıyor. Bırakın bir milletin kendi içindeki yöresel farklılıkları, Yerküre ölçeğinde bile ülkeler/milletler arası farklılıklar büyük oranda tarih oldu. Artık, aklınıza gelecek her şeyin bir standardı var. “Küresel Normlar” denilen bir heyula, son sürat her şeyi tek tipleştiriyor/standardize ediyor. “İSO” diye başlayan belgelendirme kuruluşlarının hayatımıza ne hızda nüfuz ettiğinin farkındayızdır sanıyorum! Dünyanın hemen her yerinde, iletişim aygıtları başta olmak üzere küresel bir organize ile tohumlardan, giyim kuşama; düşünceden en hususi/özel hayat alanlarına belirli standartlar getiriliyor. Dolayısıyla toplumların bütün kültürel özellikleri bundan pek tabii olarak etkileniyor. O yüzdendir ki, böyle devam ederse çok uzak olmayan bir gelecekte, milletlere ve yörelere has kültürel özellikler araştırmacıların ve onların eserlerinin konusu olarak kalacağa benziyor. Cumhuriyet dönemi yazarlarımızdan Oktay Akbal’ın bir hikâyesi var: “Önce Ekmekler Bozuldu.” İkinci Dünya Savaşının meydana getirdiği atmosfer anlatılıyor. İkinci Cihan Harbi denilen küresel hercümercin, her şeye bir bozulma olarak sirayet edişini hikâye ediyor yazar. Kendisi: “Önce Ekmekler Bozuldu” derken farkında mıydı bilinmez, ancak, İkinci Dünya Savaşı ve Yalta Konferansı ile kurulan yeni küresel düzen, bir bakıma kadim kültürlerin ifsadı bağlamında çok önemli bir ivme noktası oldu. Bozulma sadece ekmeklerle kalmadı, hemen her yere sirayet etti. Ve o süreç, bugün bizi küresel tarım şirketlerince genetiği değiştirilip, patentlenmiş tohumların zavallı müşterisi haline getirdi. Sadece tohum değil elbet, edebiyattan, sanata, eğlenceden düşünceye hemen her alanda bütün farklılıklara tasallut eden, farklılıklara hayat hakkı tanımayan bir dünya düzeni ile karşı karşıya kaldık. Ne yiyeceğimize, nasıl giyineceğimize, ne zaman ne yapmamız gerektiğine, sevdiklerimize ne zaman hediye alacağımıza, hatta neye sevinip neye üzülmemiz gerektiğine onlar karar veriyor. Her türlü iletişim aygıtını, örgün ve yaygın eğitim sistemlerini bu amaçla kullanıyor; dünyanın bir ucundan diğerine, belirledikleri yaşam tarzı ve davranış kalıplarıyla sınırlanmış bir insan tipi meydana getirmeye var güçleriyle gayret ediyorlar. Oldukça da başarılı sayılırlar.
Anadolu toprakları, tarihi boyunca farklılığın, çeşitliliğin yurdu olmuştur. Her türlü inanç ve kültür bu topraklarda kendisine hayat hakkı bulmuştur. Endemik bitki çeşitliliği bakımında da emsali yoktur uzmanların söylediklerine göre. Yemek kültürü itibariyle de Anadolu ve Mezopotamya, dünyanın kadim merkezi olması gerçeğine uygun olarak çok geniş bir yelpazeye sahiptir. Ya da “sahipti” mi demeliyim? Bu yelpaze içerisinde Yozgat’ımızın yöresel yemekleri ile hatırı sayılır bir yere sahip olduğu doğrudur. Testi kebabı, tandır kebabı, arabaşı, madımak, çullama, helle/herle ve kendine has daha birçok yemeği ile Türk mutfağı içerisinde hatırı sayılır bir yeri olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Ancak gelin görün ki, bütün bu yemeklerin yapıldığı malzemeler büyük bir ifsada uğradı.
Ne yazık ki, tarlalarımıza hibrit ya da genetiğine müdahale edilmiş ithal tohumlar saçıldı. Ardından o tohumlardan verim alabilmek için, topraklarımız kimyasal gübrelerle ve tarım ilaçları ile zehirlendi. Merada otlayan hayvanlarımız neredeyse tükendi. Onun yerine artık genetiğiyle oynanmış mısır başta olmak üzere, çeşitli endüstriyel ürün ve kimyasallardan mürekkep yemlerle besleniyor hayvanlar. O yemi yiyen hayvanlarda meydana gelen hastalıklara karşı, yine aynı odaklarca sunulan ilaçları kullanıyoruz. Geçmişte olduğu gibi, atalardan süregelen bir geleneğe uygun olarak, hasat edilen ürünün içinden ayırılan tohumlarla yetiştirilmiş domatesten, ya da fasulyeden ya da başka bir üründen aldığı lezzeti yeni ürünlerden alabilen var mı?
Hülasa diyeceğim odur ki: Bizi biz yapan çoğu kültür unsurunu yitirdik. Yerine bizlere sunulan pek değersiz karşılıklar uğruna hem de… El ile dokunmuş, gönül dünyamızı tecessüm ettiren motifleri işlediğimiz ve kökboyasıyla boyanmış kilimleri, sentetik ve fabrikasyon halılarla değiştirdik. Değişen yaşam tarzımız yemek kültürümüzü de değiştirdi büyük oranda. İşlemeli bakır tepside, tereyağı ile has buğdaydan yapılmış bulgur pilavı ve dağdan yayılıp, çaydan sulanmış hayvanların pişirilip üzerine dökülmüş eti artık masalların konusu olacak kadar gerilerde kaldı, diyeceğim ama masal kültürümüz de çok gerilerde kaldı.
Hülasa dedim ancak söz uzadıkça uzuyor. İnsanı dert söyletirmiş. Yemek kültürümüz şeklen yaşatılıyor gibi. Malzemeler değişmiş, ancak şekil yerinde gibi gözüküyor. Örnek olarak testi kebabı veya arabaşı verilebilir. Ancak şunu demeliyim ki Oktay Akbal’ın sözünü ettiği bozulma ekmeklerle başladı ve yemekler de bozuldu. Ekmeği ve yemeği bozulan insanın bozulması ise kaçınılmazdı. Meşhur bir sözün işaret ettiği gibi: “Ne yiyorsanız osunuz!”
Yukarıda ki ayette buyurulduğu üzere: “İfsad edenler (ifsad yolunda) çabalayıp duruyor.” O zaman ıslah edici olanlar da ıslah yolunda çabalar ise ıslah her zaman mümkündür. Zira “Allah ıslah edenlerin yardımcısıdır, fesadı sevmez.”
Şaban ÇETİN
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ