Günlerden bir Cuma günü… Çok uzun süre oldu Sorgun’a gitmeyeli… Görev nedeniyle bulunduğum Eskişehir’den hafta sonunu geçirmek amacıyla Ankara üzerinden Sorgun’a geçme kararı aldım.
Eskişehir’den Ankara’ya olan yolculuk gayet güzel… Tren hızlı, konforlu… Yolcular, kısa olan yolculuğu okuyarak, sohbet ederek bitirme telaşında… Neyse, Ankara’ya ulaştık. Aşti’de birçok alternatif arasından memleketimizin firmasının (!) kapısını çaldım. Saat akşam 8.
– Abi Sorgun’a bilet var mı?
– Sabah 6’da var.
Baktım sabah saat 6’ya daha 10 saat var. Derin bir ‘hoşgeldin Yozgat’ın ardından sırasıyla gezmeye başladım firmaları.
– Abi Sorgun’a bilet var mı?
Firmalar farklı Alınan cevap hep aynı: Yok! Bir delikanlı yardıma yetişti:
– Abi bu gün üniversitenin sınavları bitmiş, ben beş saattir geziyorum bulamadım.
Derken bir firmanın çığırtkanı “Yozgat!” diye bağırdı. Gittik biletleri iki katı fiyattan aldık. Buna da şükür! Orada da kalabilirdik. Vesaiti bulduk ya gerisi kolay.
Geciken iki yolcu… Dışarıda eksi 10 derece soğuk… Başladık geç kalan yolcuları beklemeye. Birden aheste aheste gelen yolcuyu hemşehrilerimizden biri kısa kollu gömleğinden tanıdı:
-Hele dürzüye bak hele, yörü la çabuh ecik! Öbürü nerde?
Memleketim gencinde hiç umur yok ama adeta soğuğa kafa tutan bir eda:)
Yarım otobüs, 19 yolcu, irili ufaklı kırka yakın çuval ve valiz. Bavul ticareti desem değil. Sorgun ekonomisi henüz bavul ticaretine kapalı… Çuval ticareti değil, un değil, şeker değil. Bir an çuvalları açıp merakımı gidermek geldi içimden. Büyük bir uğraş sonucu bagajın almasına imkân olmayan valiz ve çuvallar boş bulunan bir yere konuldu. O ara bir kadın, çantası içinde bulunan laptopu “şimdi bunları üst üste atarsınız” diyerek çıkardı. Tecrübe konuşuyo:) Kuvvetli ihtimalle valizin başına gelmesi muhtemel bir konuyu çığırtkana kibar bir dille iletti. Kadın, “valizler burada kalmasın, karışıp kaybolmasın” edaları içinde bindi. Çığırtkan “yer bulmuşun daha ne istiyon” dercesine bakıp;
– Biz acemiyiz bacım ilk defa bu işi yapıyoruz kalmaz da kaybolmaz da!
Deyip bayanı sakinleştirdi ve saat 10 da 9 otobüsü ile yolculuk başladı.
Yerleşme sonrası şoför yolcuların mola isteyip istemediğini sordu. Yolcular ikiye bölündü. Kimisi,” valiz çuval inmez” diyip mola istemezken, kimisi, “ciyara içerik” diye, kimisi, “südük sıkıştırır” korkusuyla, kimisi de “muhalefet olsun” diye mola istiyordu. O ara bir yaygara koptu; “otobüs Yozgat’a kadar gidiyo Sorgun’a kadar gitmiyo” diye. Bu isyanın sesiydi:) En öndeki Sorgunlu amcamız önde olmanın verdiği avantajla tepkisini ortaya koydu:
– Yoh yaaa istersen Yozgat’a da gitme!
Sonra arkadan daha tepkili bir ses:
– Gece yarısı Yozgat’ta noreciyk gardaşım?
Çözüm önerileri:
– Bari Çalatlının yol ayrımına kadar bırak!
Hemşerilerim yolu yakınlaştırma derdinde…
– Noreciyk gece yarısı orda? Çalatlı için bi ihtimal…
Derken arkadan iki üç kişi birden yüksek ses tonuyla:
– Sorgun’a diye sattınız bileti, durdur herkes inecek!
Diye mini bir tehditte bulununca Sorgun’a kadar gitme kararı alındı.
Ben dahil hiç kimsenin elinde kitap yok. Bunu gören şoför bu durumu fırsat bilip ışığı kapattı ve herkesi soğuk bir kış gününde mayışma ve tatlı bir uyku tuttu. Beni de düşünceler…
Neden değişmez bu Yozgat’ın kaderi? Neden? Neden çilemiz yolculuğumuzla birlikte başlar? Suç mu memleketimizi özlemek? Yoksa hiç mi özlemesek? Sorgun’a çileli bir seyahatle geldik ama özlediğimiz çoğu şey de yok zaten. Ne sabah kahvaltısında küf kokan küp peyniri, ne çokelik… Ne soba, ne sobanın gozündeki patetis, ne de kestane… Guğüm de ki suyu kim almış? Benim çocukluğumu kim çalmış? Mahallede ki cami sahipsiz kalmış… Küllüğün yerinde oyun parkı var çocuklarda eski neşe yok. Televizyonlar renklenmiş ama siyah ve beyazın saflığından eser yok. Davul yok ama gürültü çok. Okumuş çok, gelişme yok. Eski simalar kayıp. Tüm herkes başka illere kaçmış. Derenin üstü kapanmış. Ben büyük şehirden kaçtım burada da her yeri beton kaplamış. Birileri izah etsin! Ana baba, akraba, bir kaçta arkadaş dışında özlenecek ne kalmış? Evet, aslında memlekete bizi yakınlardan başka bağlayan bi şey kalmamış… Her şey eskide kalmış… Ne ahır, ne samanlık… Ne zemheri, ne culuk, ne şibi ne bodu kalmış… Bodu ya da culuktan yapılan arabaşı çorbasının da yerini hazır tavuktan yapılan çorba almış… Pekmez yerini çikolataya bırakmış… İnşaat ve araba sayısı artmış… Sorgun’da globalleşmeden nasibini almış… Neyse ki, bizim hafızalarda eskiden bunlar kalmış… Samanlık, kullük, soba, guğüm, küflü küp peyniri, çokelik, sucuğu az düğürcüğü bol helle… Çocuklarımız acaba on sene sonra şibiyi bilecek mi? Helleyi yiyecek mi? Korkarım ki bilmeyecek…
Kendimce hafızamızda bunların kalmasına şükredip şu soruyu yine sordum içten içe: Özlesek mi özlemesek mi? Verdiğim cevap kesin ve netti: Sana ulaşmak çoğu yolculuğumuzda hengâmeli olsa da Sorgun! Artık eskiden kalma birçok şeyi barındırmasan da içinde… Senin için her çileye değer… Atalarımızın diyarısın, dedelerimizin, babalarımızın mezarısın ya da mezar vasiyetisin! Çocukluk günlerimizin sahibisin! Sen bizim kanımızın delirmeye başladığı deli kanlılığımızsın! Kızlara hava attığımızsın! Sevdiğimiz kızın evinin önünde dolanırken birine yakalanırsak korkusunu içimizden hiç atamasak ta, çoğumuzun aşktan bile ar ettiği, ilk bastırılışımızın mekânısın! İçinde barındırdığın şanslı kıza jetle hava atıldığı rivayetinden haberin var mı Sorgun? Yeşil nohutsun sen, dalından gece yarısı yolunmuş elmasın! Bir avuç çekirdeğin dostluğusun! Bedir Baba’da çimmeksin! Öğlen arası okuldaki kantinde ekmeğin arasına konulmuş yımırtasın! Demlikte çaysın! Halaybaşında oynamayı bilmeyen oğlansın! Oduncu gömlekli, tek takım tek kravatlı, tek siyah ayakkabılı öğrencisin sen Sorgun! Kara tahta, kara önlük, kâğıt klasörsün! Pinniksin sen! Yımırtayla çemenin değiştirildiği, yımırtayla dondurma almanın lüks sayıldığı ekonomisin! Okul önünde tahta iskeletli, yitrl tekerli, şireli camlı, tatlıcıdan bir gün alınan çoğu zaman alınamayan tatlısın! Sınıfı geçmenin ödüllendirilmediği, aksine sınıfta kalmanın sosyal dışlanma sayıldığı, hocaların baba gibi olduğu okulsun! Kamburda limonlu dondurma, terzide paça yaptırmasın! Dökülen kömürün toplandığı geçimsin! Garajlardaki sağlık ocağısın! Kimilerinin ilk ıslığı kimilerinin kızdığısın! Özlem hep senin için Sorgunum! Yılda bir gelsek de çocukluğumuzda, gençliğimizde sen hep varsın!
Not: Yukarda yer verdiğim seyahatimde, sınavlar nedeniyle bilet bulamama gibi özel bir durumun varlığını doğal olarak kabulleniyorum. Ancak çoğu durumun genellik arzetmesi ve Sorgun seyahatlerimde sık yaşadığım bu durumun eleştirilmemesini rica ediyorum. Gelişmelerden ziyade kaybolan değerlerin üzerinde durduğum bu yazımın amacı gelişmeleri görmemezlikten gelmek değildir.
FATİH ŞAHBAZ
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ