Yaklaşık 3 yıl önce John Hamburg‘un yönetmenliğini yaptığı, Jason Segel ve Jaime Pressly‘nin başrollerini oynadığı “Adamım Benim” filmini izlemiştim. Film aslında Amerika kültürü ile bizim kültürümüzün ne kadar farklı olduğunu apaçık ortaya koyuyordu. Filmin konusu çok sevdiği kız arkadaşı ile evlenme hazırlığı yapan bir adam üzerinde dönüyordu. Düğün hazırlığı yaparken dönüp dolaşıp sağdıç meselesine geldi. Gelin ve gelinin kız arkadaşlarının tek konusu sağdıcın kim olacağı idi. Böyle bir durumda tabii ki Türkiye’de hepimizin aklına onlarca sağdıç adayı gelirdi, filme göre Amerika’da sağdıç bulmak öyle zordu ki. Çünkü oradaki arkadaşlık mantığı ile bizim arkadaşlık mantığımız çok farklı idi. Hayatında hiç erkek arkadaşı olmamıştı damat adayının… Belki ihtiyaç da duymamıştı.
Filmdeki seven adam, sağdıcını düşünmeye ve araştırmaya başladı, ne yazık ki çok içli dışlı olduğu sağdıçlık yapacak tek erkek arkadaşı bile yoktu. Büyük uğraşlar sonunda internetten falan yardım da alarak bir erkek arkadaşı edinebildi ve onunla hoşça vakit geçirmeye başladı. Çünkü arkadaş olmuşlardı. Erkek erkeğe yapabilecekleri spor faaliyetlerinden tutun, enstrümantal aletler çalmak gibi değişik faaliyetleri yapmaya başladılar. O kadar güzel zaman geçiriyorlardı ki, bu sefer de sevdiği kızı ihmal etmeye başlamıştı. Evliliği tehlikeye girecekti ki, filmin sonunda erkek arkadaşından vazgeçip sevdiği kızla evlendi. Film bu çerçevede dönüp durdu.
Bu filmden öylesine etkilendim ki aradan yıllar geçmesine rağmen hala aklımda. Filmde beni etkileyen izlediklerimden çok hatırlattıklarıydı. Bu filmle; bize ait, bize has, bize özgü onca değerimizin gün geçtikçe nasıl da önemsizleştirildiğini fark ettim içim acıyarak…
Eskiden atalarımız savaş esnasında arkadan gelen saldırılara karşı, sırtlarını taşa vererek ok atarlarmış. Bu taşa da “Arka-taş” derlermiş. Sonradan bu arka-taş, arkadaş olarak dilimize yerleşmiş ki, bize gelebilecek her türlü tehlikeye siper olabilecek kadar güvendiğimiz, samimiyetine inandığımız kişilere “Arkadaş” demişiz.
Arkadaş kardeşten ötedir çoğu zaman gönlümüzde… Derdiyle dertlenir, sevinciyle güler, gerektiğinde hiç düşünmeden veririz canımızı ve ya malımızı… Mutluluğumuzda ya da hüznümüzde ilk aradığımız, ama illa mutlaka her gün bir sesini duyup günümüzü aydınlattığımız kişidir arkadaş… “Hadi gel bir çay ısmarlayayım” deriz de, ikimiz de biliriz aslında çayın bahane, maksadın muhabbet olduğunu.
Eminim ki bu satırları okuyan herkesin aklına, kalbinde yer etmiş, belki de uzun zamandır aramadığı bir arkadaşı gelmiş ve yüzüne mutlu bir tebessüm yayılmıştır.
Biz millet olarak çok sıcakkanlı insanlarız, tüm dünya da öyle bilir bizi… Türkiye denilince; sıcakkanlı, misafirperver, cömert insanların ülkesi gelir akıllara… Övgüler alırız… Özümüzde insan sevgisi vardır. Şanlı tarihimiz bunun örnekleri ile doludur…
Peki, son günlerde neler oluyor bize. Kalplerimizdeki sevginin yerini ne aldı da bizi biz yapan değerlerimizden uzaklaşmaya başladık.
Arkadaşlık duygularımızda bozulmalar başlamış, eskisi gibi sevemez olmuşuz, ya da dilde kalmış sevgi, kalbe girememiş. Aynı manevi duyguları taşıdıklarımızın hatırını dahi sormaz olmuşuz. Gıybet, kıskançlık, hırs almış kalplerdeki sevginin, arkadaşlığın ve dostluğun yerini. İftiradan korkulmaz olmuş. Maddi menfaatler o ulvi duygularımızın önüne geçmiş. Üç kuruş dünyalığa satılır olmuş dostluklar. Oysa dünya, öyle daimi kalacak bir yer değil ki birbirimizin hatırını kırmaya değsin.
Var mısınız? Yeni yılda kalbimizdeki manevi duyguları canlandıralım, sönmeye başlayan arkadaşlık ateşini yeniden yakalım. Uzun zamandır aramadığımız arkadaşlarımızı arayalım mesela… Yeni yılda mutluluk ama her şeyden önce sevgi dileyelim. Sevgi tohumunu yeniden ekelim yüreklere… Kim bilir belki de o özlemini duyduğumuz eski dostluklar çıkar saklandıkları yerlerden…
Bu yıl yeni yürekler kazanmaya çalışalım. Hiç kimsenin arkasından konuşmayalım mesela…Varsa bir sorunumuz yüzüne söyleyelim açık ve net ama usulünce kırmadan, incitmeden… Eğer hatalı ise hatasını başkalarına duyurmak yerine, yanlışını görmesine yardım edelim, doğru yolu bulmasına gayret gösterelim. Yoksa zaten birbirine çelme takmaya meraklı o kadar çok korkak yürek var ki, biz cesur yürek olalım… Kalp kazanmanın huzurunu yaşamak varken, kırıp üzmeye değer mi?
Prof.Dr. Hamdi TEMEL