Yine bir “Kurban Bayramı” bizler için heyecanlı ve bir o kadar da telaşlı geçti.
Telaşlanmamak mümkün değil, çünkü günler öncesinden kurbanınızı seçiyorsunuz, büyük baş hayvan alacaksanız ortaklarınızı ayarlıyorsunuz. Keseceğiniz yer önemli, kasap daha da önemli tabi ki…
Sizi en heyecanlandıran şey ise kestiğiniz kurbanın ihtiyaç sahiplerine ulaşması. İbadetinizi yaparken paylaşmanın verdiği mutluluk…
Dağıtacağınız kurban payları ile yılda bir sefer et yiyecek insanların size edeceği duaları düşünün…
Ya da onların o zor şartlarda yaşadıklarını, fakirliğin ne kadar zor olduğunu ve birbirimize yardım etmemizin insani ve dini görevimiz olduğunu düşünüp, en azından yüreğinize vereceği hazzı hissedin…
Kızılay’a, Mehmetçik Vakfına, Türk Hava Kurumuna ya da resmi hayır kurumlarına verdiğiniz kurbanların fakirlere ya da öğrencilere gidecek olması da size ayrı bir mutluluk verecektir.
Dini vecibemizi yerine getirmek ayrı bir tattır. “Allah (cc) istedi, biz de kulları olarak yerine getirdik” deriz. “İnşallah Sırat Köprüsünde bineğimizdir” deyip bu ibadetimizden lezzet alırız…
“Kurban Bayramı” dini vecibemiz yanında bir sosyalleşme projesidir de aynı zamanda. Etimizin üçte birini veririz. Üçte birini ise yılda sadece bayramlarda gördüğümüz eşimize dostumuza, akrabalarımıza, dostlarımıza ayırırız. Geri kalanını da ailemiz ile yeriz. Ne yazık ki “Bayramlar da olmasa birbirimizi tamamen unutacağız” sözleri düşüncelerimizi kaplıyor değil mi?
Amma velakin, televizyon, radyo programlarına ya da sosyal medyaya bakıyorum da Kurban Bayramını bize başka anlatıyorlar sanki.
Bir tarafta acemi kasaplar…
Diğer tarafta yaralanan ve hastaneye kaldırılanlar…
Ya da bir boğanın kızdırılıp insanlara saldırmasını heyecanla çekenler…
Kendimi arenada boğa güreşi seyreder gibi hissediyorum.
Ya da anlı şanlı İlahiyat profesörlerinin kurban bayramında kurban kesmenin dinimizde yeri olmadığını anlatma telaşları…
Sahi bir profesör de bize kendisi kesmemesine rağmen “horoz da kesebilirsiniz” fetvasını vermemiş mi idi?
Gülüyorum, ağlanacak halimize…
Arakan Müslümanlarının yaptıkları zulümleri gösteriyor programlar. Çıplak Müslüman cesetleri servis ediliyor, altına da yazılıyor: “Arakan Müslümanları için dua edelim.” Hiçbir resme bakamıyorum. İçim açıyor…
Allah’ım nasıl bir imtihandan geçiyoruz. Yanan cesetler, çıplak ve işkence görmüş Müslüman cesetleri. Bunları kim çekiyor ve servis ediyor bilmiyorum. Ama paylaşanlar da hizmet ettiğini zanneden Müslümanlar. Tabi ki Arakan’daki Müslüman kardeşlerimiz için bir şeyler yapmalıyız ama bu tip resimleri paylaşarak değil…
Bu konuda daha dikkatli olmamız gerekiyor. Herhangi bir insan, işkence görüp öldürülse, o cesedinin tüm dünyaya servis edilmesini asla istemez. Siz ister misiniz? Bir de bu noktadan düşünün lütfen.
Hele de bu kurban bayramında bu tip resimlerin ve videoların paylaşılmasını doğru bulmuyorum.
Kurban bayramı ile ilgili yüzlerce mesaj alıyorum. O mesajlara cevap vermek saatlerce vaktimi alıyor. Büyüklerimi hemen arayıp seslerini duymak ve bayramlarını kutlamak istiyorum. Küçüklerimin de beni aramasını bekliyorum. Ama aynı mesajın yüzlerce insana gönderilmesi daha kolay olduğundan dolayı hemen hemen herkes mesajlaşmayı tercih ediyor.
Hatta yan komşularınızın bile birbirine gitmek yerine mesajlaşması ne garip değil mi?
Ya da mesajları giderken, deniz kenarında resim çekip “tatildeyiz” diyenler yok mu? “İyi bayramlar yerine “iyi tatiller diliyorum sizlere!” diye cevap yazmak geçiyor içimden.
Ama neyse…
Bir bayram daha mesajlaşma ile geçti…
Sahi mesajlaşmayı bilmeyenler ya da okuyamayanlar bayramda ne yaptı dersiniz, hiç düşündünüz mü?
Prof. Dr. Hamdi TEMEL