En basit ifadesiyle fotoğraf, canlı ya da cansız bir objenin görüntüsünü, olduğu gibi bir kağıt üzerine yansıtma veya aktarma olayıdır. Bu yansıtma ya da göçürme işi, bir takım fiziki işlemlerden geçirilir. Bizi pek ilgilendirmeyen bu konu, fotoğraf makinesi aracılığı ile fotoğrafı çekilen nesneden yansıyan ışığın bazı kimyasallar kullanılarak, önce bir kağıt üzerine negatifinin düşürülmesi, sonra bu negatif görüntüyü yine bazı sıvı kimyasallar içinde bir süre bekleterek pozitif görüntüye çevirme olarak 20. Yüzyılın başında yaygın kullanıma sokulan bir uygulamadır fotoğrafçılık.
Fotoğraf artık zorunlu olarak, ilgili kişiyi belirleme bakımından resmi evraklarda kullanılır olmuştur. Ağırlıklı olarak; nüfus, tapu, adliye ve noter gibi daireler ile eğitim kurumlarında kişinin fotoğrafına mutlak gereksinim duyulmaktadır. Hal böyle olunca, önce vilayetlerde sonra kaza merkezlerinde fotoğrafçılık yapan bir esnaf sınıfı ortaya çıkmıştır. Yıldan yıla geliştirilen fotoğrafçılık tekniği, günümüzde çok pratik ve kaliteli fotoğraflar elde edebilen, dijital teknolojiye dönüşmüştür. Ancak bizim konumuz, ulaşılan bu son teknoloji değil, İkinci Dünya Savaşı yılları ve onu takip eden yirmi yıllık bir zaman dilimi içinde, Sorgun’daki fotoğrafçılığı incelemek olacaktır.
Ben, İkinci Dünya Savaşı bittikten bir yıl sonra, 1946 Ekiminde ilkokula başlamıştım. Günden güne çevreyi tanıma ve sosyalleşme birbirini izledi. Hemen hemen her gün okula gidiş ve dönüşte, o yıllarda bana çook uzun gözüken çarşının içinden geçerdim. Yıllarca süren bu gidiş gelişlerde, nerde ne var hepsini öğrenmiştim denebilir. Hanlar, kahvehaneler, tuhafiye ve manifatura dükkanları, manavlar, kasaplar, berberler, lokantalar, fırınlar ve daha pek çok alış-veriş yapılan çeşitli dükkanlar… Hangi köşede kimin dükkanı vardı, hala çok canlı olarak belleğimde duruyorlar.
Vehbi ve Saadettin Efendi gibi davavekillerinin bürolan vardı. Neşet ve Boynueğri Şükrü Efendi gibi arzuhalciler ise, bir masa ve üzerinde daktilo ile bir hanın girişinde, ama daha çok askerlik şubesi ve adliyenin önünde beklerlerdi dilekçe yazdıracak kişileri.
Çoğu resmi evraka bir de fotoğraf gerektiği için, Fotoğrafçı Asım da genellikle Fettahların Han’ın önünde sanatını icra ederdi.
Fotoğrafçı Asım’n oğlu Yaşar Yeşil’le ilkokuldayken bir iki yıl aynı sınıfta okuduğumuzu hatırlıyorum. Evleri Dutluk’ta, Tatar Yunus’un bahçesine yakın dar bir sokak içindeydi.
Fotoğrafçı Asım’ın makinası yaklaşık 25 çarpı 30 cm ebadında, dikdörtgen prizması şeklinde kapalı siyah bir kutu görünümündeydi. Bu kutunun ön yüzü, ortasında yuvarlak bir cam (objektif ) olan, körük gibi hareketli bir düzenekle tamamen kapalıydı. Arka yüzü ise geniş boru şeklinde koyu siyah bir kumaşla örtülmüştü. Makina üç ayaklı bir sehpa üzerine monte edilmişti. Gerektiğinde bir yerden başka bir yere taşınabiliyordu.
Bir kişi fotoğraf çektirmek istediğinde; Asım Amca adamı bir sandalyaya oturtur, başındaki şapkasını çıkarttırır, yaklaşık iki üç metre mesafeden makinasının arkasına geçer, siyah boru şeklindeki geniş örtüyü başına çeker, bir eliyle objektifin bağlı olduğu körüğü ileri geri çekerek görüntünün netlik ayarını yaptıktan sonra, başını siyah örtüden çıkarıp adama hiç kıpırdamamasını söyler, sonra makinanın ön tarafına geçerek, objektifin kapağını açar, üç saniye kadar görüntüyü aldıktan sonra, objektifin kapağını kapatıp, adama rahatlamasını söylerdi.
Sonra tekrar makinanın arka tarafına giderek başını ve ellerini siyah örtünün içine sokar, üç beş dakika kadar çektiği resmin negatifini, özel solüsyonlar içinde ıslatarak şekillendirir. Daha sonra bu negatifleri, karanlık ortamda bir kez daha özel eriyikler içinde olgunlaştırarak yaklaşık 10-12 dakika içinde pozitif görüntüleri ıslak, ıslak bir pensle çıkarıp kurumaya terkederdi. Toplam 25-30 dakika içerisinde kişinin resimlerini kendisine teslim ederdi.
Ben çok merak ettiğim için, kendisinden izin alıp bu işlemi baştan sona kadar izlemiştim ortaokul öğrencisi iken. Fotoğrafçı Asım Yeşil, ben ortaokulu bitirdiğim yıla kadar (1954) işine aynı şekilde devam etmişti.
1954 de ben Yozgat Lisesi’ne gittiğimden, onun bir kaç yıl daha işini bu şekilde sürdürdüğünü hatırlıyorum. 1950′ nin sonlarına doğru Asım Yeşil’in, genç Foto Mehmet’le ortaklaşa bir dükkan açtıklarını ve gelişen teknoloji ile daha kaliteli resimler çektiklerini söyleyebilirim.
O tarihlerden bugüne, aradan yaklaşık 60 yıl geçmiştir. Kim bilir şu günlerde Sorgunda kaç tane fotoğrafçı dükkanı açılmıştır ve hangi modern tekniklerle fotoğraf çekiyorlardır. Zaten bu son gelişmeler bizim konumuzun dışında bulunuyor. Geçmişe dönük birkaç söz etmişsek ne mutlu bize. Tüm okuyanlara selam ve sevgilerimi iletir sağlık ve esenlikler dilerim…
Prof. Dr. Rauf YÜCEL
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ