10 Şubat 2018 Cumartesi günü…
Sorgun Düşünce Kulübü olarak İstanbul Çekmeköy’de gerçekleştirdiğimiz toplantımızda tanıştık Tevfik Bey ile. Bu tanışmaya Rauf Yücel hocamız vesile oldu.
Sorgun aşkı ile yanan bir Sorgunlu’yu tanımak çok güzel bir duygu idi bizler için. Ama bunun kadar toplantıya gelmeden kulübümüzü tanımak için büyük çaba ile ilkelerimizi, yazılarımızı okuması, süregelen birlikteliğimizi önemsediğini gür ve tok sesi ile ifade etmesi başta beni/bizleri çok mutlu ve motive etti. Kolay değil, hayatın kırk çemberinden geçen kişilerin sizlerin samimiyetinize ve ilkelerinize inanması… Aslında iki unsur vardı bu zoru kolaylaştıran. Sorgun Düşünce Kulübünün samimiyeti ve Tevfik Arıburnu’nun samimiyeti…
Memur bir babanın 1936 yılında Sorgun’da doğan çocuğu. O zamanın Sorgun’a dair neyi var ise hepsini yaşamış. Adam boyu karını da görmüş, ayak batan milekli çamurunu da… İdare lambasına Bektaşlardan gazda almış, lambanın isini de temizlemiş Tevfik Arıburnu.
Yaz tatillerinde çıraklık yapsa da ortaokul ve liseyi nihayetine erdirmiş Yozgat’ta. Üniversiteyi İstanbul’da tamamlamış Tevfik Arıburnu. Sonrası üretim ve çeşitli kademelerde alınan görevler…
Bu mu peki koca bir ömre sığan, Bozkır’dan İstanbul’a uzanan hayat.
Tabiki bu değil. Gelin aşağıda Bozkır’da yetişen girişimciyi hep beraber tanıyalım.
Coğrafya ’da bir kaderdir.
Kimisi denize koşar çimmek için kimisi Delibaş’a ya da Eğriöz’e…
Kimi toprağın alın yazısı fındığa yazılmıştır, kiminin ki buğdaya ya da mercimeğe.
Zordur Anadolu’nun boz topraklarında yeşermek ve meyve vermek. Ecik yeşersen ya dolu vurur tomurcuğunu ya da dalını kırar geçerler.
Hayat sana çok fazla şımarma fırsatı vermez Bozkır’da. Küçük yaşta kocaman bir adam olursun. Ecicik yeliksen ya babanın kaşı kalkar (hele yelik bakalım dercesine) ya da sumsuğu yersin denk gelen herhangi bir yerine.
Küçük yaşta ağırbaşlı olmayı öğretirler Bozkır’da. Önce ana babaya emanetsin terbiyede.
Analara karşı yelikme hakkın olsa da babaya karşı heç yelikilmez.
Öğretmene teslim ederler sonra seni. Teslimiyetin, eti senin kemiği benim şeklindedir. Baba yarısıdır öğretmen, hele ona ecik yelik de gör. Öğretmenden korkarsın! babama bi şey getmesin diye. Babandan korkarsın öğretmene şunu ecik terbiye et demesin diye. İkisinin de sonu zopadır Bozkır’da.
Anaların bağrı yufkadır. Eyi kötü babaya açamadığın derdini anana açarsın. Haşlığının olmadığını söylersin. Artık delikanlı oldum ana dersin. Sevdanı açarsın anana. Tüm bunları söylerken “herif ses etme çocuğa” diyeceğini yani merhametini bilirsin ananın.
Babalar… Ah o babalar.
Sert mizaçlarının altında evlatlarına hiç belli etmedikleri merhametleri vardır o babaların. Ama hep sert mizaçları ile anılır o babalar. Kimi zaman ben çektim o çekmesin içindir kimi zamanda kendisini de bizi de kurtarsın içindir merhametten önce görünen o sert mizaçlar.
Evladında hep kendilerini ve ilerisini görür Bozkırdaki o babalar. Kendi hayatında başardıklarını beklerler çocuklarından. Bir de kendilerinin isteyip yapamadıklarını (başaramadıklarını) yapmalarını (başarmalarını) beklerler… Birincisi hadi neyse de ikincisinin yükü ağırdır. Hem baba da hem çocukta…
Zordur Bozkır’da baba olmak, ana olmak hele hele çocuk olmak.
Hani dedik ya babalar oğlunu hep farklı görmek ister Bozkır’da. Esnaf çocuğunu memur etmek ister memur ise oğlum okusun ama memur olmasın ister. İşte bu bakışın bir yansımasıdır Tevfik ARIBURNU.
Memur babanın girişimci oğlu…
Kim bilir belki de o zaman iyi bir edebiyat öğretmeni olmayı, şiir yazmayı hayal etmiştir. İyi bir müfettiş veya müdür olmak da bir seçim idi. Azıcık aşım ağrısız başım diyecek miydi bilinmez? Kendi ruh dünyasını kendince şekillendireceği bir hayat kurmayı hedeflemiştir elbet.
Belki memuriyetin verdiği sıkıntılar belki de Tevfik Bey’de girişimciliğe dair gördüğü cevher. “Oğlum bir gün bile memuriyet yok. Ne iş yaparsan yap, babalık hakkım ile. Ama memur olma.” diyerek son noktayı koymuş babası.
Oğul’da babanın yüzünü kara çıkarmamış.
Kurduğu işinde sektörde en iyi olmuş. İstanbul Ticaret odasında uzun yıllar izolasyon ve inşaat işleri komite başkanlığı yapmış. Sivil toplum örgütlerinde gönüllü görevler almış. Nano teknolojiye ilişkin araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde bulunmuş. Nano teknoloji raporu hazırlamış. Patentler almış. İşini geliştirir iken ne baba memleketi Akseki’yi ne de doğduğu toprak Sorgun’u unutmamış.
Ama bütün bunların ötesinde baba nasihatini çok iyi tutmuş. Girişimciliği herkese söylemiş. İlerimiz bu demiş. Ülkenin açarı girişimcilik demiş. Kendi çağında iş adamı şimdi iş insanı olmayı çok iyi bir şekilde başarmış Tevfik Arıburnu.
Kısacası Bozkır’da yeşerip dallarını İstanbul’a oradan dünya uzatmış. Bir başarının hikâyesini baba nasihati, üst düzey mesleki deneyim ve tecrübeler ile iyi işlemiş hayatının sayfalarına…
Girişimcilik, girişimcilik, girişimcilik. Üretken girişimcilik. Bunu başarmış Tevfik Bey. Belki de bu günde ülke olarak başarmak istediğimiz bu şeyi yani girişimciliği.
Peki, asıl gizemli soru. Ne idi bir insanın bir ömrüne damga vuran girişimcilik? Üretmek mi, el kiri (para) kazanmak mı? Girişimcilikten ne anlamalıyız. Ya da nasıl olmalı girişimcilik?
Azıcık aşım mı ağrıyan başım mı? Siz başardınız da ya geri de kalanlar. Herkes aynı yetenekte mi?
Sözü Tevfik Bey’e verirken sağlık, afiyet diler ve teşekkürlerimizi sunarız.
Fatih ŞAHBAZ
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ