Klasik edebiyatımızda bir şehirden, o şehrin güzelliklerinden ve o şehri yücelten, güzelleştiren kimselerden bahseden eserler/şiirler vardır; şehrengiz denilir bu eserlere. Edebiyatımızda Mesihî ve Zâtî’nin Edirne Şehrengizleri ile başlayan bu gelenek bize kırkın üzerinde şehrengiz kazandırmıştır. Şehrengiz kelimesinin o kadar hoş tedaileri vardır ki; şehrengiz mi bir şehrin güzellikleri ve güzellerini anlatır, yoksa herkes için sıradan gözüken bir şehri şehrengizler mi damıtıp şiir tadında bir şenliğe dönüştürür ve güzelleştirir, karar veremedim doğrusu…
Söz gelimi, Nüvîsî’: “Derunu topdolu reyhân u güldür/ Âyândur gözlere pinhân degüldür”, yani: “İçi reyhan ve gül ile dopdoludur/ Gözlere görünür gizli değildir” derken, Lamiî Çelebi: “Müzeyyen revzâlardur cümle etraf / Sekiz cennetten urur her biri lâf”, yani: “Müzeyyen bahçelerdir her taraf/ her biri sekiz cennetten söz eder” derken, bu mısralar bahse konu şehrin güzelliklerini tavsif etmekle birlikte, mezkûr şehirlerin güzelliklerinden bir unsur haline gelmiştirler aynı zamanda. Tıpkı Nedim’in İstanbul için söylediği: “Bu şehr-i stanbul ki bir misl u bahâdur / Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdur”, yani: “Bu İstanbul şehri öyle bir değerdir ki/ Bir taşına bütün Acem mülkü fedadır” berceste beyitinde, ya da Isfahan için söylenmiş olan : “ İsfahan, nısf-ı cihan (cihanın yarısı)” ya da “İsfahan, nakş-ı cihan (cihanın süsü) ” sözleri gibi. Bahse konu şehirler bir gün gelip yeryüzünden silinip gitseler bile, onları gönüllerde yaşatacak muhteşem birer abide/kaynak hükmündedir şehrengizler…
Elimde Sorgun Belediyesi tarafından yayımlanmış bir kitap var: Sorgun Güzellemesi. Kitap Sorgun Belediyesi’nin düzenlediği “Sorgun” konulu şiir yarışmasına katılan şiirlerden teşekkül etmiş. Kitabın giriş kısmında Sorgun’a dair bilgiler veriliyor. İlçenin coğrafi ve fiziksel özellikleri, tarihi ve turizm özellikleri, Sorgun adının kökeni gibi hususlara değinilmiş. Kitabın girişinde, muhterem Bayram Durbilmez’in divanını “metin-inceleme” şeklinde yayımlayarak meraklıların ilgisine sunduğu: “İlimdir Yozgat da Tiftik’tir köyüm / Sultan Geylânî’den geliyor soyum / Sıdkı’dan bir selâm Resul’e deyin / Uçun kuşlar uçun Mekke’ye doğru”* diyen Sıdkı Baba’dan ve divanından bahsedilmemiş olmasını bir eksiklik olarak zikretmek gerekiyor. Bununla beraber, böyle bir yarışma yapılmış ve devamında mezkûr kitabın yayımlanmış olmasının, gelecekte daha güzel çalışmalara vesile olacağını düşünüyorum. Yaptıkları bu mütevazı başlangıç için Sorgun Belediyesi’ni tebrik ediyorum.
Kitabın, Sorgun sınırları içerisinde bulunan, antik yerleşim merkezi “Kerkenez Harabeleri’nden söz edilen bölümünde “Dinarî” mahlaslı şairin “Koca Kerkenes” şiiri dikkat çekiyor. Şair, binlerce yıllık bu harabeye: “Azmeyledim geldim koca Kerkenes / Gördüm sur içinde hareli gelin / Dedim bu sülüğe kim evvel geldi / Dedi çok olmadı gireli gelin” diye sesleniyor. “Koca” dediği, binlerce yıllık bu antik şehir kalıntısını, şair inceliği ve maharetiyle “gelin”e benzetiyor ve şiirin tılsımını olanca imkânlarıyla harekete geçirerek “koca- gelin” tezadından, İsa (a.s) eliyle ölünün dirilmesi gibi, sanki ölü bir şehri yeniden vücuda getiren ve ona asırların kaybettirdiği ihtişamını yeniden kazandıran bir mucize gerçekleşiyor. Söz atına binmiş doludizgin gidiyor şair: “Nasıl tarif etsem acizem billah / Ne kadar özenmiş yavruya Allah / Yüz bin tebarallah, bir de maaşallah / gelmemiş bu dünya duralı gelin”
Yarışmanın birincisi olan şiirin ismi: “Sorgun Şehrengizi.” İbrahim Şaşma’ya ait şiirdeki: “Eğri özün suyunda yüzün yıkayan gelin” ve “Zülüflerin yıkayıp Delibaş’ın suyunda” mısraları Eğriöz ve Delibaş çaylarının bugününü bilenler açısından, aslında modernleşme süreçlerinin bize neleri kaybettirdiğine dair bir tablo sunuyor. Ancak yitirdiği güzellikler şairin bu sevgiliden vazgeçmesine yetmiyor. O, bu şehirle kurduğu gönül bağı marifetiyle usanmaksızın ilan-ı aşka devam ediyor: “İstersen ateşle gel, ister isen ayazla / Benim gönlümde yârsın giydirdiğim beyazla / Salih Paşa içinde eylediğim niyazla/ Bir ilahi huzuru deresim var Sorgun’um.” Şair, kadim Anadolu kültür unsurlarını, lezzet ve tatlarını hâlâ barındırmaya devam eden bu şehre: “Ekmeğin kokusu bu, alevinde tandırın / Şu ozan yüreğimi madımakla kandırın / Arabaşı tasına bandırın da bandırın / Başka nerde bu lezzet, sorasım var Sorgunum” diye seslenirken, damak tadıyla gönül huzuru arasındaki çizgileri silip atıyor.
Şahin Sevil, bir sevgiliden ayrılır gibi şehri terk etmek zorunda kalışların mazeretini: “Yere batsın geçim derdi göç verir” diye dillendiriyor. “Halil İbrahim sofrası olurdu kuru ekmek ve soğan” diyerek darlıkta bile paylaşımın sırrından, “kandil ışığında kurulan körpe hayaller ”den söz ediyor ve “Kanatsız uçmaya benzer Sorgun’da çocuk olmak” diyerek tamamlıyor “Sorgunda Çocuk Olmak” adlı şiirini.
Murat Erciyas: “Üçtepe’den rüzgâr eser serinden / Kara elmas çıkar birçok yerinden /Allah’ın hikmeti kaynar derinden / Suyu güzel memleketim Sorgun’un” mısralarıyla ilçenin maden ve kaplıca potansiyelinden söz ediyor. İbrahim Nazlıoğlu söze: “ Bedir Baba Türk eylemiş, sorup konmuş” diye başlayarak Sorgun’un kuruluş efsanesine göndermede bulunuyor. Nazım Torun’un “Hayat dantelini sıcak serinde/ Örerek yaşadım ben bu Sorgun’da” mısralarında, bu şehirde yaşadığı hayatı dantel örmeye teşbih ediş inceliği dikkat çekiyor. Durali Doğan’ın derununda, Üçtepe’den seyrettiği şehirde günün batışında, hilâl ve yıldızların ortaya çıkışında ve şafağın atışında şairce duyuşlar beliriyor ve dizelere dökülüyor. “Taşa tohum atsan biter Sorgun’da” mısraı ile bu Anadolu toprağının bir hazine gibi sahip olduğu, ancak o ölçüde ihmal edilen bereketini dile getiriyor.
“Sanki dünya Sorgunda dönüyor” diyor biri; Nasrettin Hoca misali, insanın bulunduğu yeri evrenin merkezi olarak görme anlayışını ifade eder gibi. Bir diğeri: “Gurbet ele attın, düştüm peşine/ Kal dedin de Sorgun ben kalmadım mı?” diyerek bu şehirden ayrılığa gönüllü olmadığını, belki dönmek için bir işaret, bir bahane aradığını dile getiriyor. Bir başkası: “Davulu zurnayı orkestra aldı” derken yaşanan değişime işaret ediyor. Bir diğerinde: “Orta çayır suyu vermiş / Servi çınar boyu vermiş / Gölgesinde koyu vermiş / Görüyorum seni Sorgun” şeklinde; aheste akan su çağıltısına benzer bir hoş eda ortaya çıkıyor. Şairin gözünde, doğup büyüdüğü şehir ete kemiğe bürünüyor, can buluyor ve şair dönüp ona sesleniyor: “ Diyar diyar çok dolaştım yorgunum/ Senden ayrı yaşanmıyor Sorgun’um / Götür beni gurbet elde sürgünüm/ Senden ayrı yaşanmıyor Sorgun’um”
“Sorgundan Çıktım Yola” adlı kitabıyla bildiğimiz muhterem Rauf Yücel Hoca’mız alıyor sözü. Muhtemeldir ki bir Sorgun ziyaretinde; doğduğu, kendine can ve kan olan bu topraklara bir tepeden bakıyor ve bir kaval sesi sadeliğinde: “Evvel şuralarda kuzu gütmüştüm/ Şu gözüken değirmende yatmıştım / Eğröz’ünden az mı balık tutmuştum/ Soğuk suyun çeşmelerden içilir” diye Sorgun’la söyleşiyor. “Sergi serdim çul üstüne / Yoğurt yedim bal üstüne / Yeşillik dal dal üstüne / Dört mevsimden yazın güzel” diyerek kitaptaki güzel mısralara, “dal üstüne dal” ekler gibi mani tadında güzel mısralar ekliyor.
Kitaptaki şiirler kahir ekseriyetle Halk Şiiri unsurlarını barındırıyor. Ağırlıklı olarak dörtlüklerden müteşekkil ve hece vezniyle kurulmuş şiirlerden oluşmuş kitap. İstisnai olarak serbest ya da farklı sayıda bentlerin kullanıldığı şiirler de var. Vezinli şiirlerde en çok “abab” veya “aaab“ şeklinde bir kafiye örgüsü kullanılmış. Hemen hemen, bir birine yakın formlarda yazılmış güzellemeler bulacağınız kitaptaki şiirlerde ilçenin doğasına, tarihine, kültürüne, değerlerine, ekonomik özellikleri ve şehrin fiziksel unsurlarına kadar birçok veri bulacaksınız. Şiirlerde ilçenin içinde olduğu bölgeye ait yöresel söyleyiş/ağız özellikleri bakımından bir miktar söz varlığı da bulmak mümkün. Yöreye ait zengin dil varlığının korunması bakımından da bu tip çalışmalar önemlidir.
Bir eseri tanımanın ve anlamanın en güzel yolu onu okumaktır elbette. Zevkle okuyup bir nebze tanıtmaya çalıştığım “Sorgun Güzellemesi” adlı eser hakkında en azından bir tecessüs uyandırmış olmayı umuyorum. Bu eserin, bir şekilde yolu Sorgun’la kesişen herkesin kütüphanesinde bulunması gerekir, diye düşünüyorum. Onun en kıymetli yanı; ait olduğu topraklarla ve onu var eden değerlerle arası açılmamış yüce gönüllü insanların; para kazandırmayan bir uğraşla, yani şiirle meşgul olan insanların, o tertemiz ve berrak yüreklerinden, bir imbikten gül yağı damıtır gibi şiir damıtan insanların samimiyetini ve duruluğunu yansıtan bir eser olmasıdır. Aslında şiirlere yansıyan bu samimiyet ve bu duru hisler tam da şehrin ruhudur. Ruhunu yitiren şehirler ölü demektir. Sezai Karakoç’un dediği gibi: “Şairi olmayan millet yaşamıyor demektir.” O halde, hakiki manada şairi olmayan şehirler de ölüdür, desek haksızlık etmiş olmayız.
Sözü Damla Bektaş’a ait, kitabın son şiirinin son kıtasıyla hitama erdirelim:
“Damla’nın aklından Yozgat gitmiyor
Gezip görmek lazım tarif yetmiyor
Sorgun’da güzeli övmek yetmiyor
Sevdalı gözlerle bakıp har da kon”
Kaynak: Bayram Durbilmez, a.g.e.
Şaban ÇETİN
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ