Yozgat şuarasından, ehlinin tensibine göre en önde gelenlerinden, hatta birincisi Mehmed Said Fennî. Eseri, hak ettiği ilgiyi, onu Fennî olarak var eden muhitinde bile göremeyen usta bir şair. Bu ilgisizlik, kendi çağı için değil elbet. Zira divanını bir kadirşinaslık numunesi olarak, büyük emekler harcayarak hazırlayıp yayımlayan, Yozgatlı münevver Ali Şakir Ergin Bey’in belirttiği üzere – şiirleri Yozgat ve çevresinde dillere pelesenk olmuş olmalı ki – halk arasında elden ele dilden dile dolaşan şiirleri, divanı gün yüzüne çıkmadan evvel, unutulup gideceği endişesiyle bazı kimselerce derlenmeye çalışılmıştır. Kendisi hakkında fazla bir malumat sahibi olmadığımız Cephanecioğlu Reşit Bey, yaklaşık 170 şiirini derlemiştir.
Mehmet Said Fennî, Kadızade Hacı Sadık Efendi’nin oğlu olarak 1850 yılında Yozgat’ın Tekke Mahallesinde dünyaya gelmiştir. Tahsilini Demirli Medrese’de tamamlamış olup babasından ve Reisilküttâb (Hariciye Nâzırı) Akif Paşa’nın yeğeni olan meşhur hattat Ömer Ragıp Efendi’den Arapça, Farsça ve hat dersleri almıştır.
Fennî, Mehmed Said’in mahlasıdır. Bazı şiirlerinde “Said” mahlasını kullanmıştır. Rivayete göre Fennî mahlasını kendisine Ankara Valisi Sırrı Paşa vermiştir. Paşanın ona bu mahlası vermesinde, o devirde fen ve teknik meselesinin revaç bulmasının tesiri muhtemeldir. Fennî’nin ailesinde başka şairler de vardır. Babası Sadıkî mahlasını kullanmaktadır. Kardeşi Mahmut Efendi’nin mahlası ise Aşkî’dir. Fenni Divanı’nda babası, kardeşi ve başka şairlerle müşterek söyledikleri gazeller de mevcuttur.
Fennî’ye dair edindiğimiz malumat, devrin kültür sanat ortamının canlılığına dair önemli ipuçları vermektedir. Devrimiz insanının zannettiği gibi, Fennî’nin devri siyah-beyaz, yeknesak bir devir değildir. Kültür-sanat ortamları hayli renklidir. İnsanların sanat ve sanatçıya ilgisi bugünküne nazaran kat be kat ileri seviyededir.
Daha evvel, Hüznî Baba Divanını incelemeye çalıştığım yazımda da işaret ettiğim üzere, günümüzdeki tekdüze, renksiz ve zevksiz insan tipine mukabil, selef oldukça renklidir. Zira Fennî merhum şair olması yanında aynı zamanda iyi bir hattat ve hakkâktır.[2] Dolayısıyla Fennî, birçok meziyeti şahsında cem etmiş büyük bir sanatkârdır. Yazdığı yazılar ve kazıdığı mühürler kıymetli birer sanat eseridir. Ali Şakir Ergin Bey’den öğrendiğimize göre, onun hat meşkleri Yozgat’ta eski evlerin duvarlarını ve birçok cami duvarını süslemektedir. Yine düşürdüğü tarihler, ya da bazı şiirleri çeşme vesaire yapılarda kitabe olmuştur. Atlas üzerine işlenmiş olarak Ankara Etnografya Müzesinde bulunan bir dörtlüğü şu şekildedir:
“Sakın taş sanma yâ hû güher âlem – bahâdır bu
Gel ey bîçare yüz sür nakşı pây-i Mustafâ’dır bu
Sezâ arş-ı mualla zînet –ârayı makam olsa
Zehi cây-ı muazzam mevki-i hâcet revadır bu “[3]
Fennî, Yozgat’ta 16 yıl civarında çeşitli görevlerle memurluk yapmıştır. Sonra bir sebeple Kayseri’ye sürülmüştür. Kayseri ve çevresinde de 10 yıl civarında adli memuriyetlerde bulunmuştur. Bir süre Kalecik, Kızılcahamam ve Sivrihisar’da çeşitli memuriyetlerde bulunmuş, ardından Ankara Valiliği Vergi Başkâtipliğine ve Tahrirat Kâtipliğine getirilmiştir. Bu esnada Anakara Valisi Abidin Paşa’ya gönderdiği şiirle Paşa’nın dikkatini çekmiştir. Paşa onu terfi ettirip İdare Meclisi Başkâtipliğine getirmiştir. Bu arada Ankara İdadisinde (lise) yazı ve edebiyat muallimliği yapmıştır. Ayrıca Ankara Erkek Muallim Mektebinde hüsn-i hat dersleri vermiştir.
Keskin zekâsı ve dâhiyane yeteneğinin farkında olan Fennî, hiçbir memuriyette tatmin olamamış ve sonunda memuriyetten ayrılmış ya da emekli olmuştur. Anlaşıldığı üzere Fennî’nin yönü payitahta dönüktür. Sultan II. Abdülhamid’e kasideler yazmış ancak ona arz etme talihine erişememiştir. İstanbul, Devlet-i Âliye’nin payitahtı olmakla beraber, aynı zamanda edebiyatımızın da en önemli membaı ve başkenti durumundadır. Fennî gibi, klasik usulde eser vermiş büyük ustalarla boy ölçüşecek rüsuha ermiş bir şairin, gözünü İstanbul’a dikmiş olması pek tabiidir. Lakin o bu emeline hiçbir zaman nail olamamıştır. Belki de bu kadar güçlü bir şair olmasına rağmen onunla mütenasip bir şöhrete eremeyişinin sebebi biraz da bu gerçektir.
Gurbette ölmek ve gurbete gömülmek endişesiyle;
“Aman ya Rab, defin-i hâk-i hicran etme Fenni’yi
Vatan dîdârını dünya gözüyle bir daha görsün!”[4]
diyen Fennî’nin endişesi gerçek olmuş, 6 Temmuz 1918 yılında Ankara’da vefat etmiştir. Cenazesi Namazgâh denilen, bugünkü Etnografya Müzesinin bulunduğu yerdeki kabristana defnedilmiş, daha sonra bu kabristanın kaldırılması dolayısıyla Gülveren’e nakledilmiş olmakla beraber bugün mezarı bilinmemektedir.
İnsan bu âlemde gurbettedir. Bu, gurbette bulunma halini ihtimaldir ki en çok şairler hissederler. Fennî, Yozgat’tan ayrılıp günün birinde şiir deryasının en coşkun membaı olan İstanbul’a ermek arzusu içerisinde diyar diyar dolaşırken, Ankara’da, yani gurbette vefat etmiştir. Kayseri’de tıraş olurken, önüne düşen bir tutam ağarmış saçını gördüğünde söylediği şu beyit, onun ruhundaki gurbet hissine, gurbette vefat etmesi ve mezarının bile bilinmeyişi gerçeğine çok münasip düşmektedir:
Ben sanırdım ki ihtiyar ettim diyâr-ı gurbeti
Bilmedim hayfâ ki gurbet ihtiyar etmiş beni![5]
Fennî İstanbul hayalini hakikate dönüştürmek için bir sefere de koyulmuştur ancak söylenildiğine göre maddi imkânsızlık yüzünden Ankara’dan öteye gidememiştir. Bu duruma bir şiirinde şu beyitle işaret etmiştir:
“Müyesser olmadı hâk-i İstanbul’a ayak basmak
Karin-i bendegân-ı Şâh-ı devranı olmadık gittik “[6]
Fennî, yaptığı memuriyetlerden mutmain olmadığı gibi, memuriyet için yaptığı girişim ve girdiği imtihanlarda, sahipsizliğinden dolayı kendisine haksızlık yapıldığı düşüncesindendir. Bu durumdan şikâyet ve müsebbiplere beddua ettiği uzun bir muhammesi (Beşliklerden oluşan şiir) vardır. Bir beşliği şöyledir:
“Allah Allah mukteza-yı ‘akl u hikmet böyle mi?
Böyle mi tartar terazi-yi ‘adalet böyle mi?
Ey ahali söyleyin hakka ri’ayet böyle mi?
Pek açık gadrettiler ümid-i istikbalime
Ta-be-mahşer la’net olsun düşman-ı ikbalime”[7]
Fennî, hayalindeki yere erişmek istemektedir. Ancak bunun için yetki sahiplerine türlü şirinlikler yapmak, iltimas talep etmek, yağcılık yapmak peşinde değildir. O yeteneklerinin farkında ve sahip olduğu kudretten emin olarak akıl ve hikmetin gereğini, adalet terazisinin doğru tartmasını ve hakka riayeti beklemektedir. Bunları göremeyince de bir şair olarak sesini yükseltmektedir.
Fennî, ilk şiirlerinde babası ve amcasının tesirinde kalarak tasavvufi şiirler yazmış ancak ilerleyen zamanlarda şiirini geliştirip çeşitlendirmiştir. Divan Edebiyatı’nın büyük şairlerinden Fuzuli, Bâki ve Nedim gibi şairlerin şiirlerine tahmisler yapmış ve nazire gazeller yazarak bu sahada onlardan aşağı kalmadığını ortaya koymuştur. Nâbî’nin meşhur “Bu” redifli na’tına yaptığı tahmisin bir bölümü şu şekildedir.
Makardır Fenniyâ bu arz-ı akdes bir Şehin Şah’a Fennî
Değişmem bir avuç toprağını hurşîd ile mâha Fennî
Muhakkak feyz alır kim yüz sürerse bu feyz-gâha Fennî
Mürâat-ı edeb şartıyla gel Nâbî bu dergâha Nâbî
Metafı kudsiyandır, busegâhı enbiyâdır bu! [8] Nâbî
Fennî dindar bir kimsedir. İslâm’ın tevhit akidesine tam teslimiyetle bağlıdır. Tasavvuf ehli olup Nakşi şeyhi Ahmed Hüsamettin Efendi’ye intisaplıdır. Onun inanç dünyasını divanındaki tevhit, münacat ve na’t’larınden anlamak gayet mümkündür. O bir münacatında Rabbine söyle yakarmaktadır:
“Ya Rab dilimi masdar-ı Tevhid eyle!
Endişemi Tevhid ile tes’id eyle
En sonraki nutkum yine Tevhid olsun
Benden beni Tevhid ile tecrid eyle”[9]
Na’tı şeriflerinden bir misal şu şekildedir:
“Kapında feyz alır bilcümle tâlib ya Resulallah
Olur sayende hâsıl her metalib ya Resulallah
Sığındım dergah-ı ihsanına her iki ‘alemde
Bırakma “el-Kerem” me’yûs u ha’ib ya Resulallah
Yuvarlanmak yorulmak bir şereftir hâk-i râhına
Gelir mi hatıra kayd-ı metaib ya Resulallah
Utandırma hesabımla beni ferda-yı mahşerde
Olunca fâtıru’l-eşya muhasib ya Resulallah
Kulun FENNÎ’yi muhtaç etme ebvab-ı edaniye
Ki sensin haiz-i a’le’l-meratib ya Resulallah”[10]
Onun şiirlerinde hem bir coşkun söyleyiş hem de didaktik bir üslup mevcuttur. Onun bir müsebba’ından (yedili) bir bölüm:
“Tuz ekmek hakkını hıfz eylemekte i’tina göster
Huda’dan gayre ‘arz-ı ihtiyaç etme gına göster
Şikâyet etme Hak’tan halka her hale rıza göster
Tama’dan kıl feragat ehl-i isar ol seha göster
Düşen bî-keslere rahmet tarik-i i’tila göster
Sakın bir dideyi ağlatma handan olmak istersen
Dokunma hatır-ı mûra Süleyman olmak istersen”[11]
Gazellerine bir misal:
“Kasavetsiz ne bir ‘âşık ne bir mehpare kalmıştır
Eğer kalmışsa gamsızlık kuru divara kalmıştır
Tabib-i hazıkın kadri kırıktır şimdi ‘âlemde
Tababet kendi derdin bilmeyen bimara kalmıştır
Silinmiş şime-i lutf u kerem kalb-i ehibbadan
Hamiyyet şahs-ı bi-‘ara vefa ‘ağyara kalmıştır
Bütün dünyaya hükmetsem açılmaz kalb-i mahzunum
Sürur-ı sinem ancak iltifat-ı yâre kalmıştır
Veliyy-i ni’met-i ‘ali-tebarım ‘atıfet-karım
SA’D’e merhamet kıl çünkü pek bi-çare kalmıştır”[12]
Şarkılarından bir misal:
“Seni görmeyeli çeşm-i giryanım
Artıyor gönlümde helecanım gel
Nisabını buldu ah ü figanım
Merhamet eyle de hele canım gel”[13]
Fennî Divanı hem şekil unsurları bakımından hem de içerik unsurları bakımından çok zengindir. Şiirlerini birçok nazım biçimini kullanarak inşa etmiştir. İrticalen/bedâheten (bir hazırlık olmaksızın, ansızın) şiir söyleyebilen bir yetenektir. Aruz ölçüsüyle bedâheten şiir söylemek her kişinin kârı değildir. O, Yozgat’ta, 19. Yüzyılın ikinci yarısında ve 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde yaşamış bir şair olarak, Divan Edebiyatının bir yüksek zümre ve saray edebiyatı olmadığının ispatıdır. Elbette bunun başkaca birçok misali vardır. O, bir bakıma Divan Edebiyatı geleneğinin gurup vaktindeki ihtişamı gibidir.
Sözün hülasası şudur ki: Yozgatlı Fennî klasik şiir geleneğinin son ve önemli temsilcilerinden birisidir. Taşrada yetişmesine rağmen geleneğe vukûfiyeti göze çarpmaktadır. Dili bugün için oldukça ağırdır. O yüzden Fennî Divanı’nın kadirşinas edebiyat araştırmacılarının ilgisine ihtiyacı vardır. YÖK’ün tez veri tabanını taradığımda, Fennî’ye dair, Bozok Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’nda yapılmış sadece bir adet Yüksek Lisans Tezine rastlayabildim.
Dilerim Fennî merhumla ilgili daha fazla – ama hakikatli – çalışma yapılır ve onun eserleri hem Yozgat özelinde hem de ülke sathında hak ettiği rağbete kavuşur.
Şaban ÇETİN
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ
[1] Yozgatlı Fennî Divanı, Ali Şakir Ergin, 1996 Ankara
[2] Hakkâk: Mühür kazıyan kimse
[3]“ Sakın taş sanma yâ hû âlem değerinde bir mücevherdir bu
Gel ey bîçare yüz sür Mustafâ’nın (sav) ayağının nakşıdır bu
Layıktır yüce arşı ziynetle süsleyen makam olsa
Ne hoş, muazzam yer, hâcet mevkii (olmaya) layıktır bu”
[4] “Aman yarab, hicran toprağına defin etme Fennîyi
Vatan yüzünü dünya gözüyle bir daha görsün”
[5] “Ben sanırdım ki seçtim diyarı gurbeti
Bilmedim yazık ki gurbet seçmiş beni”
[6] “Nasip olmadı İstanbul toprağına ayak basmak
Devranın şahının yakın hizmetkârı olmadık gittik”
[7] “Allah Allah! Akıl ve hikmetin gereği bu mu?
Böyle mi tartar adâlet terazisi, böyle mi?
Ey ahali! Söyleyin hakka riayet böyle mi?
Pek açık haksızlık ettiler istikbal (e dair) ümidime
Mahşere kadar lanet olsun talihimin düşmanına”
[8] Başkenttir bu mukaddes arz bir şahlar şahına
Değişmem bir avuç toprağını güneş ve aya
Muhakkak feyz alır kim yüz sürerse bu feyzgâha
Edep göstermek şartıyla gel Nâbî bu dergâha
Meleklerin tavaf ettiği nebilerin öptüğü yerdir bu”
[9] Ya Rab dilimi tevhit kaynağı eyle!
Endişemi tevhit ile kutla
En son sözüm yine tevhit olsun
Benden beni tevhit ile ayır (canımı tevhit ile al)
[10] Kapında feyz alır bütün tâlipler ya Resulallah
Olur sayende hâsıl her istenen ya Resulallah
Sığındım ihsan dergâhına her iki âlemde
Bırakma ‘el-kerem’ (cömert/Peygamber) ümitsiz ve mahrum ya Resulallah
Yuvarlanmak, yo(ğ)rulmak bir şereftir yolunun toprağına
Gelir mi hatıra isteklerin endişesi ya Resulallah
Utandırma hesabımla beni yarın mahşerde
Olunca her şeyi yaratan hesap sorucu ya Resulallah
Kulun Fennî’yi muhtaç etme alçakların kapılarına
Ki sensin en yüce mertebelerin sahibi ya Resulallah
[11]“Tuz ekmek hakkını korumakta titizlik göster
Hüda’dan başkasına ihtiyacını arz etme kanaatkâr ol
Şikâyet etme Hak’tan halka, her hâle rıza göster
Çok istemekten vazgeç ikram ehli ol, cömertlik göster
Düşen kimsesizlere rahmet (ve) yücelme yolu göster
Sakın bir gözü(kimseyi) ağlatma gülmek istersen
Dokunma karıncanın hatırına Süleyman olmak istersen”
[12]“Kaygısız ne bir âşık ne bir ay parçası(sevgili) kalmıştır
Eğer kalmışsa gamsızlık kuru duvara kalmıştır
Ehil tabibin kıymeti yoktur şimdi âlemde
Tabiplik kendi derdini bilmeyen hastaya kalmıştır
Silinmiş lütuf ve kerem hasleti dostların kalbinden.
Hamiyet fikirsiz şahıslara, vefa düşmanlara kalmıştır (Bu beyit, Uğur Şen’in yüksek lisans tezinde “Vefalı şahısların gayreti hırsıza kalmıştır” şeklinde günümüz Türkçesine aktarılmıştır.)
Bütün dünyaya hükmetsem açılmaz hüzünlü kalbim
Sinemin mutluluğu ancak yârin iltifatına kalmıştır
Yüce soylu velinimetim, koruyucum
Sa’id’e merhamet eyle ki çok çaresiz kalmıştır”
[13]“Seni görmeyeli ağlayan gözlerim
Artıyor gönlümde çarpıntım gel
Haddini buldu ah ve feryadım
Merhamet eyle de hele canım gel”
cidden elinize yüreğinize sağlık başta şaban abi olmak üzere tüm sorgun düşünce ailesine
Bizi bu güzel insan ile buluşturduğunuz için çok teşekkür ederiz.
Harika çalışmalar yapmışsınız Allah sizden razı olsun.