Adalet ve hukuk kavramları, başlangıçta basit ve kolay anlamlandırılabilir iki kavram olarak görülse de, yaşamdaki uygulama alanında en çok güçlükle karşılaştığımız iki kavramdır.
Toplumda adaletle özdeşleşen “hak” kelimesi ya da “haklılık” kelimesi vardır. Adalet, aslında eşit olan iki taraf arasında haklı ve haksızın ayırt edilmesi ve bu ayırt etmede hakkaniyetli davranılmasıdır.
Adaletin tanımında çok fark bulunmamakla birlikte uygulamada adalet çok farklılık göstermektedir. Hukuk kuralları, toplumun hukuka ve kanunlara saygısı, adalet kavramını benimseme düzeyi, din, vicdan, hukuk siyaseti ve eşitlik adaletin uygulanmasında ortaya çıkan farklılıkların temel kaynağıdır.
Adalet, her şeyden önce hukuk kurallarına ve ahlaka uygun olmalıdır. Yani adalet, hukuk kurallarından ve ahlaktan bağımsız olmamalıdır.
Bu sayılanların tamamı, adaletin teorik kısmına ilişkin bilgilerdir. Bütün bunlar ders kitaplarında, mahkeme kapılarında, hafızalarımızda teorik olarak var olsa da, ne yapayım bu bilgileri ben? Öyle ya, uygulanmayan adalet kimin işine gelir? Adalet kendini uygulamada gösterir. İşte bu yüzden ben konuya adaletin uygulanması boyutunda yaklaşacağım.
Adaletin uygulanması taa küçükken ailede başlar. Doğduğun ailede babanın anneye, annenin çocuklara, abinin kardeşe, kardeşin arkadaşına hakkı dağıtımı nasılsa adalet ilk orada kendini gösteriyor. Güçlü baba zayıf anneyi eziyorsa, anne güçlü çocuğundan korkuyorsa, abi küçük kardeşini dövüyorsa, arkadaş bisikletini zorla elinden alıp geziyorsa kafanda ilk o zaman şekilleniyor adalet…
Adaletin uygulaması ikincil olarak sosyalleşmenin ikinci ayağı olan okulda kendini gösterir. Öğretmen, sorduğu soruyu hep aynı kişiye cevaplatıyorsa, üst sınıflar top sahasını hep meşgul ediyor ve sana oynama hakkı tanımıyorsa, okul müdürü saçı uzun olanları değneği kafasına vurarak ayırıyorsa, hizmetli sana sormadan, ailene sormadan saçını makasla tren yolu yapıyorsa, arkasından da “bunu sıfır numara saç bile kurtarmaz” diye kıs kıs gülüyorsa, tembel ama güçlü öğrenci ders notlarını tehditle elinden alıyorsa, ikincil olarak okulda şekilleniyor adalet…
Ve sonra kafanda adaletin ilk tanımını yapıyorsun: Adalet güçlünün menfaati gibi bir şey!
Peki, bu güçlüyü frenleyecek ne var? İşte burada din, vicdan, hukuk, kanunlar devreye giriyor ve bunlarla yoğruluyor adalet. Dine göre adil olmanın, vicdan sahibi olmanın gereği doğuyor ve bu sefer de insanlar ya da güçlüler ya da menfaat sahipleri dini, vicdanı, hukuku kanunları kendine göre şekillendiriyor.
Aha da nur topu gibi bir adaletimiz dünyaya geliyor. Bu da kendini kuvvetlinin hukuku olarak gösteriyor. Ne mi oluyor? Bu aşamadan sonra ne adalet kuvvetli oluyor ne de kuvvetliler adaletli.
…Ve köyde sınır kavgası oluyor. Güçlü olan tırpanı çekiyor. Dedik ya, adalet güçlü değil, kuvvetliler adaletli değil. Mahkeme tırpan… Ve karar açıklanıyor. Tırpan çekenin çok sayıda çocuğunun bulunması, muhtarı tanıyor olması, en büyük oğlunun geçmişte öldürdüğü adamın cezasını bitirmiş olması nedeniyle hapisten çıkması, sınırı geriye çekmediği takdirde tırpanın bu adamı da öldürebileceği korkusuyla sınırın geri çekilmesine karar veriliyor.
Kısacası, bazen adalet tırpanın ucunda hem mahkemesini kuruyor, hem de kararını veriyor.
Gerek tanımlamalar, gerek uygulamalar, gerekse yaşamımızda adalete ilişkin uygulamalar dikkate alındığında, ülkemizde adalet temel betimleyicisi güç olarak beliriyor. Yani, güçlünün adaleti! Gerçekten de özellikle doğduğumuz yerlerde adalet kendini sürekli güç ekseninde gösteriyor. Bunu söylerken kesinlikle hukukun ya da adaletin olmadığını, mahkemelerin bulunmadığını kastetmiyorum. Ülkemizde Doğu bölgelerine bakınız; aşiretler adaletin hem belirleyicisi hem dağıtıcısı. İç Anadolu’ya bakın; muhtarlar ya da güçlü sülaleler geçmişte adaletin hem belirleyicisi, hem dağıtıcısı. Dolayısıyla, adaletin uygulanmasında en birincil temel değer, adaleti kimin neye göre dağıttığıdır.
Hz. Ömer’ in adaleti mi, Themis’in kılıcı mı, aşiretin silahı mı, devletin mahkemesi mi, Mehmet Ağa’nın tırpanı mı? Adaletin ana dağıtıcısı herkese ve her statüye ulaşabiliyor olmalıdır. Adalet dağıtımı, güçlüyle güçsüzün, azla çoğun, zorla basitin farkını en aza indirgeyebiliyorsa ya da dengeliyorsa başarılıdır.
Uygulamanın bir diğer önemli faktörü eşitliktir. Eşitlik tek başına yetmez. Aristotales’ in dediği gibi; zayıf, daima adalet ve eşitlik ister, hâlbuki bunlar kuvvetlinin umurunda bile değildir. Yani, güçlü eşitlik kavramını önemsemiyorsa, adalet yine kendine uygulama alanı bulamayacaktır.
Özgürlük, olmazsa olmazıdır adaletin uygulanmasının… Öyle ya, özgürlüğü teminat altına almayan adalet, zaten kendine de uygulama alanı bulamaz. Kâinatın ikinci güneşi özgürlüktür. Zira, suçsuz yere özgürlüğü kısıtlanan kişilerin hakkını yeryüzünde kimse ödeyemez.
Peki, adil bir adalet dağıtımı neyle sağlanır?
Adaleti yasalar sağlar, vicdan sağlar. Menfaat, tanıdık hatırı, akraba ricası, güç baskısı adaleti yaralar. Günümüzde adaleti bağımsız mahkemeler aracılığıyla, hukuk ve kanunlara bağlı kalmak koşuluyla hâkimler dağıtır. Eğer mahkemeler ve hâkimler tarafsızsa, suçsuzu gerçekten haklı çıkarabiliyorsa, güçlüye ceza verebiliyorsa, adaletin dağıtımı o denli etkindir.
Sonuç olarak, kanunu yapanlar da insanlardır. İnsanlar tarafından yapılan yasaların eksiksiz olması çok zordur. Ancak burada yasaların en az hatayla yapılması, için ön yargılardan arınarak, kendi kültürümüze uygun, çoğunlukçu değil bütünü kapsayan yaklaşımın esas alınması gerekmektedir. İnsan fıtratı gereği taraftır, yanlıdır, bencildir ve güçlüyü sever. Bu nedenle ideal adaletin tesisi oldukça güçtür.
Sonuç olarak;
Toplumun önderleri ve düşünürleri, geçmişten beri adalet kavramıyla çok yakından ilgilenmişler ve değişik fakat birbirini tamamlayan tariflerle, cümlelerle adalet hakkında düşüncelerini ortaya koymuşlardır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV); “Adaleti çiğneyen devlet adamlarını cezalandırmayan milletler çökmek zorundadır,” demiştir ve çok yakından bildiğimiz “Adalet Mülkün Temelidir” sözü Hz. Ömer’e aittir. “Adaletsizliği işleyen, çekenden daha sefildir” der Eflatun. Yunan düşünür Platon’a göre adalet; “en yüce erdemlerden biridir ve devletin temel davranış kuralıdır”. Aristo’ya göre ise; “Adalet ilkin devletten gelmelidir”. Çünkü hukuk, devletin toplumsal düzenidir. Çinli düşünür Konfüçyüs; “Devletin hazinesi adalettir”demiştir. Acımasız orduların kumandanı Timurlenk bile; ”Memleketler kılıçla alınır, lakin adaletle muhafaza edilir,” derken adeta kazandığı zaferlerin altında yatan gerçeği vurgulamıştır.
Keşke Adalet’in resmini çizebilseydik. Keşke çizdiğimiz resmi çerçeveletip evimize asabilseydik. Keşke küçük kızımız Adalet, hep çocuk kalsaydı. Keşke arabada oturan hanımın ismi Adalet olsaydı. Bilgisayarı açınca Adalet’i görebilseydik. Adalet’in ceylan gözleri olsaydı. Bakışıyla yüreğimizi dağlasaydı. Zaten Themis’te güçle tehdit ediyor. Onunda elinde çiçekler yok ya! O da kılıçla adaletini sağlıyor. Terazi kul hakkını düşününce adil oluyor. Düşünmezsen, o da senin gücüne göre şekil alıyor.
Ama değişmeyen tek fikir; “Adalet bir gün herkese lazım oluyor”. İster elinde kılıç olsun, ister elinde çiçek!
Şahin BOZOK
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ