“Bir Ada Bin Hüzün” kitabı kurgulanmış bir hikaye, bir masal kitabı gibi görünse de hayatın içinden gelmiş bazen bizi düşündüren bazen hüzünlendiren bazen de güldüren bir kitap. Geçmiş zamana, yemyeşil tabiata, ifsad edilmemiş semaya, kalbimizin derinliklerine kök salmış tüm güzel duygulara bir yolculuk, teknolojiye ve şehirleşmeye, betonlaşmaya, asfaltlamaya, ilerlemeye ve kalkınmaya karşı nevi şahsına münhasır bir duruş sergileyen bir kitap.
Kitap gerçek hayat hikayelerinden kesitler sunmaktadır. Nasıl bu kadar eminsiniz diye sorduğunuzu duyar gibiyim? Kitabın Eğin Güncesi kısmındaki ve Kemal Felsefesi kısmındaki bölümlerdeki karakterlerden biri benim ve diğer hikayelerdeki kişileri de tanımaktayım. Kitap çok sade bir dille yazılmış ve hikayeler güzel seçilmiş ve yazar Şaban Bey hikayeleri yaşarken ve bizlere anlatırken içinden geçen duyguları çok güzel dile getirmiş. Hikayeler ne çok kısa ne de çok uzun. Okurken sıkılmıyor insan. Her hikayede insan tabiattan, duygularından, düşüncelerden ve kendinden bir parça buluyor. Kitabı cazip kılan ve çabucak okunmasını sağlayan da sanırım bu özelliği. İnsan okudukça geçmişte yaşanan hayatlar ile günümüzde yaşanan hayatlar arasında kıyaslama yaparak doğru yaşam tarzının hangisi olduğuna dair değerlendirmelerde bulunabiliyor.
Kitap içindeki hikayeler kısım kısım. Hikayeler bazen güldürüp bazen hüzünlendirse de ortak özellikleri yazarın içindeki hissiyatı ustaca yazıya yansıtması ve bizi unuttuğumuz özlemini çektiğimiz duygu ve düşüncelere sevk etmesi diyebiliriz. “Viran Cennete Yolculuk” bölümünde teyzesinin evine teyzesi öldükten sonra giderken iç dünyasında kopan fırtınayı anlatırken aslında insanların bulundukları mekanlara değer kattıklarını ve mekanların ruhlarının olduğunu ve o insanlar yitirilince mekanların da anlamını, değerini kaybettiğini, “Tezkere” isimli bölümde ise sabit ve mobil telefonların olmadığı, insanların mektuplarla irtibat kurduğu, iletişimin çok zor olduğu zamanlarda askerlik yaparken anne ve babasını peş peşe kaybeden ve tezkere alıp köye döndüğünde anne ve babasının ölüm haberini aldığı ve kardeşleri ile birlikte yetim kaldığı bir gencin yaşadıklarını, “Bir Ada Bin Hüzün” bölümünde ise İstanbul’un adalarından olan Heybeliada, Büyükada gibi adalarda yaptığı seyahat ve kentleşmenin zirve yaptığı İstanbul’u uzaktan temaşa edip kente, modernizme ve kentleşmeye eleştirel bir gözle bakıp hayatı yaşanamaz hale getirdiğini, adaların bile bozulup tahrip edildiğini ve adayı görünce ya da adadan İstanbul’un halini görünce içinde bin bir türlü hüzün oluştuğunu, “404” isimli bölümde teknolojinin, makineleşmenin zararlarını anlatırken diğer yandan bizden önceki nesillerin, büyüklerin sosyalleşmelerini, hangi zaman dilimi olursa olsun Nasreddin Hoca (Rasim Efendi) gibi temiz saf ve iyiniyetli insanların her daim aramızda dolaşabileceğini yüzümüzde gülümseme bırakacak tatlı bir dille anlattığını ve insanın modernleşme, makineleşme, kentleşme, ilerleme mitlerine karşı çareyi tabiatı korumakla sevgiyi, saygıyı yaymakla ve yüreğinin derinliklerindeki hissiyatı ortaya çıkarmakla mümkün olduğunu hikayelerle kulağımıza, yüreğimize fısıldıyor. Kitap içinde daha nice güzel hikayeler barındırıyor. Şaban Bey’in kalemine yüreğine sağlık.
Nuri KAPLAN
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ