Deprem, yer bilimcilerin ittifakla betimlediği kadarıyla; sismik olarak aktif olan coğrafyalarda meydana gelen yer hareketleridir. Bilimsel tanımlamayı daha açacak olursak; Tektonik kuvvetlerin veya volkanik faaliyetlerin etkisiyle, yer kabuğunda beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan kırılmalar sonucu oluşan enerjinin, sismik dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yeryüzünü sarması olayına deprem denir. Kısaca insanın hareketsiz kabul edip, üzerinde güvenle yaşadığı yeryüzünü sarsacak, üzerindeki tüm yapıları yıkacağı gibi can kaybına da uğratabilecek bir doğa olayı.
İnsanlar için oldukça tehlikeli olan depremler, sismoloji bilim dalı tarafından inceleniyor ve sismograf tarafından ölçülüyor. Depremin büyüklüğü ise Moment magnitüd ölçeği ile belirleniyor. Bu ölçeğe göre 3 ve altı büyüklükteki depremler genelde hissedilmezken 7 ve üstü büyüklükteki depremler yıkıcı olabilir! Olabildiğini tarih boyunca yıkıcı birçok deprem ile sarsılan Türkiye, en son 6 Şubat’ta Kahramanmaraş merkezli 7,7 ve 7,6 büyüklüklerindeki iki farklı ve art arda deprem felaketi ile yaşadı. 10 ili etkileyen deprem on binlerce can aldı, büyük mal kaybına yol açtı. Deprem belli bir süre devam etti ama etkileri hala geçmedi. Geçmeyecekte. En erken üzerinden bir asır geçinceye kadar.
İşte bu ve benzeri bir anlatımla büyük bir yok oluş ve yeniden varoluş anlatılır. Depremin yıkıcı etkisi gözle görülebilen boyutlarda iken, yaşanılan bundan çok daha büyüğüdür. Hatta deprem yaşayanların, hayatlarının başka bir boyuta, zamana, döneme evirildiği, sarsıcı bir yer değiştirmedir aslında.
Yıkılanları, molozları, ölü ve yaralıları gözle gördüklerimiz üzerinden algılarız. Depreme maruz kalanların yolları, yapıları, mabetleri, okulları, lokantaları, eşyaları, evleri, yaşadığı muhiti, şehri, oturduğu bodrum kat ya da bir apartmanın en üst katı fark etmeksizin yaşadığı mekanları enkaz olur. Ama esas yıkılan her bir insanın biriktirdiği tüm geçmişi, bağları ve anıları kalır toprak altında. İşte buradan yeni bir hayat inşa etmesi beklenir. Yeniden nefes alır. Ama tekrar nefesini vermeye bile korktuğu andır, deprem.
Depremin etkisi şiddetinden büyük bir gerçek. Hem de o kadar büyük ki; ölçülemeyen, tarif edilemeyen, ölenleri alıp götüren, ama kalanları her an öldürmeye devam eden bir süreç. Kendisi saniyelerde gerçekleşen ancak etkisi asırları bulan bir süreç. Hayatında hiç deprem yaşamamış olanların asla anlayamayacağı ama, depreme maruz kalanların ancak, zelzele şeklinde anlatabileceği bir süreç. Yani zamanın yeniden içerik ve akış hızının boyutlandığı, içerisindekileri sınırlardan sınırlara, tahammüllerden tahammüllere sürükleyen bir süreç. Başlayan ama bitmeyen bir zelzele ve tükenmeyen bir deprem etkisi.
Kayıpların ve yıkılanların ölçüsü bellidir. Ya sayılamayan, ölçülemeyen, her bir insanın omzuna çöken tarifsiz ve sadece yaşayanın bildiği yük! Yük diyebiliyorum çünkü hiç deneyimlemediği, bilmediği, daha önce duymadığı, duysa da idrak edemediği bir yük. Zelzele yerde olan, deprem ise etkisi insanda devam eden bir süreç.
Deprem türleri, Deprem parametreleri, Deprem sonrası yaşanabilecek afetler, deprem sonrası acil ve palyatif çözümler, Akut durum sonrası kalıcı çözüm arayışları gibi meseleler kamu yönetimlerinin ve toplumun gündemine oturan, gözyaşı ve yaşama telaşının gürültüsü arasında kendine yer bulan somut gerçekler. Görece gerçekler hakkında ne konuşursak konuşmuş olalım eksik ve yetersiz kalacaktır. El birliği milletin hamiyeti ve dayanışma ruhu görev bilinci bu görülen zorlukları aşmak insan üstü bir çaba sergiler. Bu insanın insana koşmasıdır adeta. Ama bu gayret bile eksik kalacaktır. Çünkü deprem bitmeyen bir etki olarak geleceğin üzerine çöker. Geride ölçülebilen izler bırakabilir ama ya gelecekte?
Yok oluşun üzerine, gelecek yeniden doğar!
İnsan kendisi ile arasına giren depremle yeniden yaşamaya başlar. Depremin getirdiği yeni varoluştur bu. Terazi şaşmıştır. Alttaki üsttekinin varlık gerekçesidir artık. Renkli bir hayat bitmiş, iki seçenekli bir gelecek başlamıştır. Ya insan varlık sebebine yürüyecek ya da var olmanın dayanılmaz hakikatine…
Konuşanlar yalan söyleyecek, susanlar hakikate yüzünü bastıracak. Artık uyanmak için uyumayacak, görmek için bakmayacak, sevilmek için sevmeyecek. Kazanmak için kaybetmeyecek, almak için kırmayacak, yaşamak için nefes almayacak. Tüm hakikatleri içine içine yaşayacak. Karanlık ve yalnız yolculukta ne kadar gittiğini bilmeyecek. Ölenler mezar taşlarına yazdıracak adlarını, ama kalanlar?
Onlar kalmış olmanın dayanılmaz kimsesizliğini yaşamak zorunda kalacak. Taki o yer, gök kubbeye yeni sedalar bırakıp tarihin üzerine, yeni bir tarih daha ekleninceye kadar.
Sonra insan içinden haykıracak. Kederin, elemin, üzüntünün, ıstırabın, acının kendisi tezahür etti. Daha ne olacak? diye haykırdığında bile insan, unutacak.
En azından konuşarak unuttuğunu söyleyip, hakikate susunca bitecek. Yani insan bir depremle yok olmayacak, insan yok oluşta yeniden var olacak. Boyutlar değişecek. İnsan yaratılış gerçeğini anlayıncaya kadar bu süreci yaşayacak. Varmak için ilk adımı atmış olacak. Ve biz yaralarımızı ellerimizle gönlümüzle yeniden yoklayıp depremde yaralananların yarasını göreceğiz. Yüreklerimizi yüreklerine denk getirip onlarla ağlayacağız. Tarihe tarih ekleninceye kadar. Hemhal olacak, gözyaşları dininceye kadar onlarla ağlayacağız. Ancak yaralı olanlar, yaralı olanları iyileştirebilecek.
Aydın BARAN
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ