Dünyamız yıllardır insanoğlu kaynaklı “küresel ısınma” tehdidiyle karşı karşıya. Maalesef uzmanların söylemlerine göre küresel ısınma konusunda zorlu sürece girildi. Daha önceki yıllarda da küresel ısınmanın olası etkilerinden bahsedilirken günümüzde artık bu etkinin beklenenden çok daha erken tarihlerde gerçekleşeceği tahmin edilmektedir.
Birçok bilim insanı yıllardan beri bu konuya dikkat çektiği halde felaket tellallığıyla suçlanmışlardır. Yanı sıra çoğu büyük sanayi kuruluşları küresel ısınmanın tehditlerini tamamen hiçe sayarak ticari kaygılarla küresel ısınmanın dünya üzerindeki negatif etkilerini görmezden gelip böylesine önemli bir meselenin gündemde kalmasını bile bir şekilde engellemişlerdir. Gerekli önlemler alınır, insanlar bilgilendirilir ve bu konuda bilinçlendirilirse küresel ısınmanın hızının en azından yavaşlatılabilir olduğunu da kabul etmek gerekir.
Küresel ısınma birçok felaketi tetikleyebilecek boyuttadır. Bitki örtüsünün azalması, kuraklık, ekolojik dengenin bozulması, birçok canlı hayvan türünün yok olması, açlık, susuzluk, sular altında kalacak yerleşim bölgeleri, değişen iklimler, salgın hastalıklar, eriyen buzullar, ekonomik çöküşler, göçler, bölgesel savaşlar, orman yangınları bu felaketlerden sadece bir kaçı… Ancak bunların her biri de insan hayatını birebir ilgilendiren ciddi meseleler.
Atmosferdeki sera gazı yoğunluğundaki artış ve ortalama yüzey sıcaklıklarındaki yükselme arasındaki ilişki, küresel ısınma ve iklim değişikliği üzerindeki bilimsel tartışmaların temelini teşkil etmektedir. Genel olarak birbirlerinin yerine kullanılsalar da iklim değişikliği ve küresel ısınma farklı süreçleri temsil eden kavramlardır. Aslında karbon salınımları, yakıtlar, buharlaşma, gaz salınımları, sanayileşme vb. birçok husus küresel ısınmayı tetiklemektedir. Hatta son dönem ineklerden çıkan metan gazından kaynaklı doğal et yerine yapay et üretilmesine yönelik gündemde tartışmalar hala devam etmektedir.
Bilim insanları iklim değişikliğinin aşırı zarar verici boyutlara ulaşmaması için insanların yaşam tarzlarında önemli değişiklikler yapması gerektiğini söylüyorlar. Et, süt, tereyağı yerine mevsimlik sebze ve meyve tüketilmesi, uçak yerine tren ya da otobüse binilmesi, iş seyahatleri yerine video konferansın tercih edilmesi, çamaşırların kurutma makinasında değil güneş ışığında ipte kurutulması, evlerin ısı izolasyonunun güçlendirilmesi ve satın aldığımız her şeyin üretiminde düşük karbon salınımı olmasına dikkat etmemizi tavsiye ediyor. Son araştırmalar, tek tek adımlar bazında bakıldığında, iklim değişikliğine etkimizi azaltmakta en etkili adımın beslenme düzenimizi değiştirmekten ve daha fazla sebze yemekten geçtiğini gösteriyor.
Küresel ısınma esasında modern dünyanın kendi eli ile çıkardığı yangını söndürme telaşından başka bir şey değil. Batının aşırı sanayileşmeden ve gaz salınımından kaynaklı sorunların faturasını, sığıra, tavuğa, yumurtaya ve tereyağına kesmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Aslında temel sorun değerlerin çok hızlı ve acımasızca tüketilmesi.
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Felaket başa gelmeden evvel, koruyucu ve önleyici tedbirleri düşünmek lazımdır. Geldikten sonra dövünmenin yararı yoktur.” sözleriyle vücut bulan haldir küresel ısınma.
Bu yıl ülkemizin yakından tanıştığı bir diğer felaket de müsilajdır. Doğal yaşam alanlarımızı hızla tükettiğimiz, hızla zarar verdiğimiz bir dönemden geçiyoruz. Yıllardır dost gibi göründüğümüz denizlerimize, havamıza, suyumuza, toprağımıza o kadar güzel bir dostluk (!) gösterdik ki doğa dostluğumuzun bir nişanesi olarak bizlere müsilaj diye bir hediye (!) verdi. Bunu bizler, yani hepimiz kendimiz yaptık başkası değil. Yaklaşık 6 ay kadar oldu bu sorun çıkalı. 10 senedir yürüyüş yaptığımız, spor yaptığımız, ailecek dinlendiğimiz ve huzur bulduğumuz sahillerdeki bu çevre sorunu nasıl çözülecek diye bekliyorum. Tabi bu arada boş durmayıp biraz araştırma yapıp olayı yerinde görme fırsatım oldu haftanın belli zamanlarında yürüyüş yaptığım sahil kesimindeki kirlilik neden diye araştırdım. Cevap çok yakın ve içimizden yani bizden, insanoğlundan…
Müsilajın görüldüğü yerler, İstanbul, Çınarcık, Adalar, Bursa, körfezler… En trajiği denizin dip kısımları artık denizlerimiz bizlerin atıklarını yok edemiyor, temizleyemiyor. Gördüğümüz gibi attıklarımızı deniz artık kusmaya başladı. Peki nedir müsilajın sebepleri? Gözlemlediğim ve araştırabildiğim kadarı ile belli başlı sebeplerini şöyle sıralayabiliriz:
- İnsanoğlunun çevreye yani ekosisteme gerekli saygıyı göstermeyip yaşadığımız çevreyi hızlı bir şekilde tüketmesi ve kirletmesi.
- Verilen eğitimlerde insanımıza çevre bilincinin, doğa bilincinin yeterince aşılanmaması. Suyun, toprağın, havanın bizlerin yaşaması için lütfedildiğini görmezden gelip onları hunharca tüketmiş olmamız. Aslında kendimizi tükettiğimizin farkında bile değiliz ya da farkındayız ama ben yaşayayım olup bitsin, geleceğimizi/nesillerimizi düşünmeyelim, bana dokunmayan yılan bin yaşasın düşüncesi.
- İnsanoğlunun günlük evsel atıklarını (plastikler, poşet vb.) doğanın sindirmesinin zor olması ve geri dönüşüm kültürünün gelişmemesi,
- Yeteri kadar arıtma sisteminin kurulmaması, büyük sanayi tesislerinin, fabrikaların kimyasal atıklarının, şehir kanalizasyonlarının doğrudan denize akıtılması, pis su giderlerinin doğrudan denize basılması.
Özellikle Eminönü, Beşiktaş, Silivri gibi birçok yerde gider boruları ile denizlerimizi kirletenlerin bizler olduğunu net bir şekilde görebiliriz. Pendik-Kartal arasındaki sahilde gördüğüm atık su ve kanalizasyon kanalları ile denizi kirletiyoruz. Bu durum tamamen çevre bilinci ile alakalı. Aşağıda İstanbul’un farklı sahillerinde çektiğim birkaç fotoğrafı ilginize ve dikkatinize sunuyorum.
Marmara Denizi dünyanın en genç, en görkemli denizlerinden bir tanesi. Lakin bu yılın ilkbaharında deniz yüzeyini kaplayan köpüğümsü tabaka (müsilaj) nedeniyle Marmara Denizinin bu ihtişamına gölge düştüğünü hep birlikte gözlemledik. Marmara Denizi benzeri bulunmayan masmavi bir rüya ve büyülü boğazı ile peşinden imparatorlukları, devletleri sürüklemiş nice medeniyete yurt olmuş bir coğrafya. Sadece insanlara değil, kedisi köpeği, kuşu balığı ile milyonlarca canlıya yuva olmuş bir deniz Marmara…
Söylenecek çok söz var. Ama sözün özü şu: İş yine kendimizden ve çevre bilincinden geçiyor. Bizler atıklarımızı denizlerimize atmayalım aksi takdirde bugün kirlettiğimiz denize suni teneffüs yaptırmak zorunda kalır ve bunun bedelini bizler ve gelecek nesillerimiz öder. Onlara yaşanacak, nefes alan ve temiz bir dünya bırakmak boynumuzun borcu.
Mehmet Akif KILIÇOĞLU
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ