Sorgun Özelinde Ayakkabı Kültürü


Adı üzerinde; ayağı koruyan şeye ayakkabı denir. Dilimizde ayakkabı ile eş anlamlı sayılabilecek o kadar çok sözcük var ki inanamazsınız. Belki bunların bir kısmı başka dillerden girmiş ama, artık onlar da
Türkçe’ye mal olmuş gibidir. Bu sözcükleri şöyle sıralayabiliriz: Çarık, postal, yemeni, kundura, çizme,
potin, papuç, iskarpin, ayakkabı, bot, nalın, takunya, sandalet, mes, babet, papık gibi. Ayağı soğuk ortamlarda koruması ve ayakkabının olumsuz etkilerini önlemesi için ayakkabının içine bir de çorap giyilir. Ayakkabı ve çorap kullanımı, çağlar boyu insanın geliştirdiği bir uygulamadır.

Kısa bir girişten sonra, 1940’lı yıllardan itibaren Sorgun ve yakın çevresinde ayağa giyilen nesnelerin neler olduğunu ve bunların nasıl üretildiğini, anımsayabildiğim kadarı ile açıklamaya çalışayım:

Anam köylü olduğundan, bizim eve dayımgilin köyünden pek çok konuk gelirdi perşembe pazarı için. Bunların büyük çoğunluğu, o günlerde hala yaygın olarak kullanılan çarık giyerlerdi ayaklarına.

Çarık; gördüğüm en basit ve ilkel bir ayak giyeceği idi. Sağlam ve dayanıklı olması için, çoğu kez manda derisinden yapılır, bu amaçla sığır derisi de kullanılırdı. Vatandaşlar çarıklarını kendileri yaptığı gibi, hazır yapılmış olanlarını, pazardan da alırlardı. Pazarda satıldıklarına göre, basit tezgahlarda seri üretimleri de yapılıyor olmalıydı.

Ayak biçimindeki tahta takozlara gerdirilerek yerleştirilen ıslak ham deriler, orada 2-3 gün bekleyip kuruyunca, ön kısmı dikilerek ibik şeklinde yukarı kıvrılıyor, geri kalan kısmın kenarlarına da çepeçevre zımba ile delikler açılıp oralardan iki yanlı ince bir sırım (deriden yapılan ip) geçiriliyor ve çarık ayağa giydirilince o sırımlar sıkıca çekilerek topuk bölgesinde iki ucu düğümleniyordu. Çarık; kadınların ördüğü kalın yün çorapla giyildiğinde, ayak her türlü dış etkilerden korunmuş oluyordu.

KÖHNE-İ KEBİR KARYESİ’NDE MUKİM AHALİ-İ İSLAM’IN VE MÜTEMEKKİN EHLİ ZİMMET REAYA’NIN EMLAK VE ARAZİ VE HAYVANAT VE TEMETTUATININ MİKTARINI MÜBEYYİN DEFTERDE (MİLADİ 1844-1845, HİCRİ 1260-1261) KÖŞKERLİK (KUNDURACILIK) İŞİ İLE UĞRAŞAN ÜÇ HANE KAYDININ BULUNDUĞU GÖRÜLMEKTEDİR.

Köşkerlik işi ile uğraşan üç hane mensubundan Keşiş oğlu Kivir “köşker esnafı” olarak, Keşiş oğlu Karabet “köşker” olarak, Serkiz oğlu Manik “köşker çırağı” olarak yer almaktadır. (Sorgun Temettuat Defterleri / Cilt 3 / Sorgun Belediyesi Yayınları)

Bizim Sorgun’da kasaba halkının yaygın olarak ayağına giydiği şey kundura idi. Kundurayı, köşker ya da kunduracı denilen ustalar yapardı. O yılların kundura ustaları arasında İsak Usta, Ezik (Mehmet) Usta, Hidayet Usta, Abdullah Usta gibi ustalar yer almaktaydı.

Abdullah Usta’nın küçük oğlunun, kunduracı Halis Usta olarak, mesleğini uzun süre devam ettirdiğini biliyorum. Bir de 1951 yılında Bulgaristan’dan göçen ve bizim Karşıyaka Mahallesi’ne yerleştirilen, ismini unuttuğum muhacir kundura ustası vardı. Devlet onlara çarşıda yan yana birer dükkan vermişti, onun gibi göçmen olan terzi Mustafa Usta ile birlikte.

Kundura yapacak usta, önce o kişinin ayak ölçüsünü alırdı. Bu ölçü, çoraplı ayağın karton üzerine çizilmesi ile elde edilirdi. Usta; bu ölçüye göre sert köseleden tabanları keser, sonra kunduranın üst bölümünü daha yumuşak ve işlenmiş deriden (meşin) tabana uygun biçimde hazırlayarak bunları birleştirirdi. Üst bölüm, kişinin isteğine göre, farklı renklere boyanmış meşinlerden ve yine farklı modellere göre (bağcıklı, bağcıksız) yapılırdı.

Daha sonra tabanın topuk kısmına, 1-2 cm. yüksekliğinde yine sert köseleden ökçeler hazırlanır ve çakılırdı. Kimi zaman tabanın ucuna, dış kısmına ya da ökçelere, aşınmayı geciktirsin diye küçük demir parçaları çakılırdı. Kunduranın uç kısmı ve topuk bölümleri, daha sertleştirilmiş kösele ile takviye edilir böylece kunduranın daha stabil kalın gibi durması sağlanmış olurdu.

Kadın kunduraları da aynı şekilde yapılırdı. Ancak onların ökçeleri daha yüksek çakılırdı. Hatta memur hanımlarının yazlık kunduraları daha süslü ve renkli meşinlerden, uçları açık veya atkılı ya da kilteli modellerden yapılırdı. Hafif olsun diye de taban ve ökçelere, şişe mantarı cinsinden özel hazırlanmış kalıp gibi tabakalar yerleştirilir, bu tabakaların kenarları çok ince meşin şeritlerle koruma altına alınırdı. O yıllarda hatırlarım, bizim yerli genç kızlarımız bu model ayakkabılara imrenmeyle bakarlardı.

İlkokula gittiğim yıllarda yine hatırlarım, perşembe günleri esans satan pala bıyıklı Nurettin ile bir de sırtında zincire bağlı bir sincap taşıyan Saffet abi vardı. Bunlar çok şık giyinirler ve ayaklarında da meşin, körüklü çizmeleri görülürdü. Altları kösele olan bu çizmeler, yürürken gıcır, gıcır öterdi. Kimin nesiydiler, Sorgun’a nasıl gelmişlerdi, bilmiyorum. Ancak uzun yıllar Sorgun’da yaşadıklarına şahit olmuştum. Biz çocuklar, onlara gıptayla bakardık. Özellikle çizmeleri, pırıl pırıl parlardı. Bu çizmeleri, Sorgun’da yapacak usta yoktu sanırım. Lise son sınıftayken, fizik dersine gelen müdürümüz Yunus Murat Bey’in giydiği şık iskarpinlerin de sınıfta yürürken, gıcır gıcır öttüğünü hatırlarım. Demek ki tabanı kat sert köseleden yapılan şık ayakkabıların, böyle gıcırtı çıkarma özellikleri varmış.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra teknolojinin hızla gelişmesi ile, Sorgun’da lastik ayakkabılar ve lastik çizmeler de günlük yaşamın içine sokulmuştu. İngiliz üretimi olduğunu sandığım “Gislaved” marka iskarpin benzeri lastik ayakkabılar, çok yaygın olarak kullanıma girmişti. Hafif esnek ve giyilmesi çok rahat olan bu ayakkabılar, kışın mes kullanan mutekit insanlar tarafından, çok tercih edilen bir ayakkabı türü olmuştu. İçleri açık mor renkli yumuşak bir kumaşla kaplandığı için, halk bunları severek kullanıyordu. Gislaved markasının çizmeleri de vardı. Ben ilkokul dördüncü sınıfta iken, bu marka bir lastik çizmem olmuştu, okul yolundaki Eğriöz Çayı’nı kolay geçmem için.

O yıllarda daha çok yaz günleri, çocuklar ve gençlerin spor amaçlı kullandığı altları lastik, üstleri beyaz ya da mavi renk bez ayakkabılar üretilmeye başlanmış ve çok yaygın olarak kullanılır olmuştu. Ortaokul ve
lise yıllarımızda, 19 Mayıs Bayramı etkinliklerinde, hep bu ayakkabılar giyilirdi. Sonraki yıllarda; başta futbol olmak üzere, farklı spor dallarında ayağa giyilen çok çeşitli maddelerden ayakkabı türleri üretilecek ve gençler arasında, tutku halinde bu ayakkabılar, normal zamanlarda bile giyilecekti.

Ev, cami, spor salonu gibi kapalı mekanlarda; terlik, mes, pantuf ve patik gibi şeyler de ayağa giyilirdi. Bunlardan mes, namaz kılan kadın ve erkek kimi insanların, kış günlerinde tercihen kullandıkları, kapalı mekan bir ayak giysisi idi. Mesin içine sabah abdestinden sonra mutlaka bir yün çorap giyilir ve mes, yatıncaya kadar bir daha ayaktan çıkarılmazdı. Yün çorap ve patikleri kadınlarımız örerdi.

1960’lardan sonra, el yapımı ayakkabı üretimi gün be gün yerini, fabrikalarda seri üretime bırakmış böyle olunca da klasik köşkerlik mesleği giderek daralmış ve artık günümüzde tamamen ortadan kalkmıştır. Onun yerine, mevcut ayakkabının arıza ve bozukluklarını onaran, tek tük tamirci ustaları kalmıştır.

Prof. Dr. Rauf YÜCEL

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Author: yasin66
İsim: YASİN AĞAN

Bir yanıt yazın