1980’li yılların başında, yaz sıcaklarının hâkim olduğu mevsimde; bizim mahallede iki bayram için yaşanılan heyecan aynı, hazırlıkları farklıydı. Kurban Bayramı, Ramazan Bayramı’na göre daha bir anlamlıydı. Kurban Bayrımı, farklı gerekleri ve beklentileri ile daha başkaydı. Kendisi bayram, Paydası kurban olan bayramın, insanın içine içine akıttığı mahcup beklenti; payına düşecek “paydı”. Kurban kesemeyenler sanki “siz şöyle bir kenara çekilin” mesajı kendiliğinden ortaya çıkıverirdi. İslamın beş şartından diğerleri kurban kadar öne çıkmazdı çocukların gözünde. Çünkü kurban, toplumsaldı ve o direk yüzleşilen bir gerçekti. Bütçesi yetersiz olan, babası olmayan ya da gurbetçi olanların çocukları, diğer çocukların kesecekleri kurbanları hakkındaki muhabbetlerine pek karışmadan geriden geriye dinlerdi. Sokağın kurban muhabbetine pek girmezdi. Kiminin düve, tosun, kiminin keçi, koyun olan kurbanlıkları alındığında çocuklar mümkünse her gün kurbanlıklarını ziyaret eder, ona bakar su-yem verir, duvar diplerinde toplaşır kurbanlık üzerine saatlerce sohbet ederlerdi. Ortalama bir varlık ve yokluk dengesindeki Sorgun sokaklarındaki çocukların meseleye dair muhabbetleri birçok isteğin ve gerçeğin ortak geyiği halindeydi. Doğrusu bol bol et yiyecek olmaları, fakirin fukaranın yılda bir kez olsun bir arada yarım kilo kıymadan fazlasını görecek olmaları da gözardı edilemez bir bolluktu.
Kurbanı olmayan, kurban olamayan İsmaillerin kurbandan anladığı neredeyse bu kadardı. Görünürde, görünmezde bir hareketlenme vardı ruhlarda. Allaha yaklaşmak, yakınlaşmak, ona müteşekkir olduğunu, verdikleri nimetler için teşekkür edebilme fırsatını bulmak için bir telaş… Pay dağıtılacak, et yenecek gönlü, midesi bayram edecekler için bir telaş. Öte yandan Kurban pazarlarının son iki haftada yoğunlaşması, celeplerin, hayvan besleyen köylülerin alan, satan, taşıyan kesenler için cereyan eden hareketlilik sokağın dışında ama etkisi tüm şehirde yankılanırdı.
Bu insanlık tarihi kadar eski bir dini inanç, ibadet, emir, ritüeldi. Ana teması “yaratana yakınlaşmak,” hem aczini hem talebini hem teşekkürünü bir arada sunabilme eylemiydi. Görece adları, şekilleri, içerikleri değişse de ana tema; insanın boyun büktüğü güce yönelişiydi.
Öyle diyor tarihi kayıtlar, dini metinler. “Kurban, bütün dinlerde, inanç sistemlerinde varola gelmiş. Kurban sunma, Hazreti Âdem’in oğulları Habil ile Kabil dönemine kadar uzandığı Kabil’in toprağın mahsulünden, Habil’inde sürünün ilk doğanlarından ve yağlarından Rablerine birer takdim arz ettikleri ifade edilmektedir. İnsanlık tarihinde önemli bir dönüm noktası sayılan Tufan hadisesinden sonra Nuh Peygamber’in de kurban sunduğu tarih boyunca da devam ettiği bilinmektedir.
“Kurban olayı çok önceki çağlara uzanır. Çok eski doğa dinlerinde Mezopotamya, Anadolu, Mısır, Hint, Çin, İran ve İbrani, yılın belli aylarında dini törenlerle kurban sunma, bayram yapma, geleneğinin varlığını yazar tarih kayıtları. Ancak, insanlık tarihinde en fazla şöhret bulan kurban olayı Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kesmeye teşebbüs olayıdır. Annem şayet o gün İbrahim kurban olsa idi benim de kurban edileceğimi söyleyip hem dini mesaj hem korkuyu, şükrü bir arada verirmiş de ben yeni anlamışım. İnsanlık tarihine bakıldığında insanoğlunun çözemediği, karşısında çaresiz kaldığı zamanlarda Kurban keserek Tanrısının yanında yer almak, Tanrılar adına tapınaklar inşa edip sunaklar yapıp kurban kesmek mitolojik kültürlerinde yapageldikleri ibadetti. “Boyun büküp feda etmek, yaratanla, tanrıyla, ilahla ya da üstün görülen her tür güce hısımlık tesis etmek, yakınlaşmak, kendisini güvende hissetmek, teşekkür etmek, günahlarını affettirmek” gibi içsel anlamların bütününü üzerinde taşıyan kurban, her insan için aynı duygunun sembolü olagelmiştir.
İslâmî literatürde (İslam ansiklopedisi) ibadet amacıyla kesilen hayvana udhiyye (dahiyye) eti için kesilen hayvana zebîha denilir. Udhiyye adlandırması, hayvanın Kurban Bayramı’nda kuşluk vakti (duhâ) kesilmekte oluşuyla açıklanır.
“İbadet” anlamında nesîke, nüsük ve mensek de özelde kurbanı ifade eder. Hac ve umrede kesilen kurbanlar ise genel olarak “sevkedilip götürülen, sunulan şey” mânasında hedy veya kesilen hayvanın büyükbaş ya da küçükbaş oluşuna göre bedene ve dem şeklinde özel isimler almış, doğan çocuk için kesilen kurbana da yeni doğan çocuğun başındaki saçın adından hareketle akîka denilmiştir. Türkçe’de kurban kelimesi yalın olarak kullanıldığında Kurban Bayramı’nda ibadet amacıyla kesilen hayvanı ve bu kesim işlemini ifade ederken diğerleri türüne göre “adak kurbanı, kefâret kurbanı” gibi özel isimler almıştır.
Çağlar öncesinden günümüze “Kurban” mitolojik, teolojik, psikolojik hatta sosyolojik her ne sebeple olursa, insanlığın yaşayan ortak geleneği, ibadeti olarak özetlenebilir.
Kurban Bayramı’nı, bayram eden insana dokunan tarafı. İnsan kendini içinde bulduğu kadar bayram.
33 yılda bir döne döne aynı güne gelen bayramların devri geçmişine döndüğümüzde, çocukların içinde beslediği “üzüntü, umut, sevinç, iştah” birbirine karışmadıkça bir daha bayram yaşanmayacak sanki. Bayram’ıda dünya’yıda çocuklar yaşıyor olmalı. Zira onlar Allah’ın “Onlarda sizin için pek çok hayır vardır. Onlar boğazlanmak üzere ayakta dururken üzerlerine Allah’ın adını anarak kurban edin. Nihâyet yan üstü yere yıkılıp canları çıkınca da onlardan hem siz yiyin hem kanaat edip istemeyen fakirlere hem de açıkça isteyen fakirlere yedirin.” (Hac Sûresi 34. Ayet) ayetini okumadan, yaşayarak içselleştirmişlerdi.
AYDIN BARAN
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ