Dev bir ekranda, sesin çok yüksek olduğu, birçok uzak doğu sporlarının figürlerinin gösterildiği bir filmle Sorgun’da sinema ile tanıştım. Köyden yeni gelmiş biri olarak, yeni tanıştığımız komşumuzun oğlu ile sinemaya gittik. Gösterilen, sergilenen hareketleri de kendi aramızda uygulamamız gerekiyor. Çünkü arkadaşım bazı hareketleri gösteriyordu. Nereden öğrendiğini sorduğumda sinemada deyince merakımı gidermek adına beraber gitmiştik.
İlk tecrübeyi yaşamanın şaşkınlığını henüz üzerimden atamamışken Dutluk alanına doğru ilerledik. Sağ tarafta, bordo renkli uzun bir bina vardı. 3 kat idi sanki. Binanın tam orta yerinde geniş bir aralık vardı. Üst kata çıkan bir merdivenin olduğunu fark ettim. Bu aralıktan geçerken bir hava akımı hissettim. Binaya baktım, normal evlere benzemiyordu. Rengi farklı geldiği gibi o aralıktan esen rüzgâr içimi ürpertti.
Burası neresi Orhan, diye sorduğumda kısa cevabı kabul etmekle yetindim. Belediye binası…
“Belediye ne, ne işe yarar, içinde ne var, bir şey mi satıyorlar, oyunla ilgili mi, niye bu kadar büyük?” vb. soruları soramadım. Ta ki dedem, amcama, belediye binasına uğramasını söyleyene kadar. Israrlarıma dayanamayan amcam, beni de yanına alarak o büyük binaya gittik.
Amcam, Terzi Bekir Kılıçoğlu’nun dükkânına gidecek imiş. Daha sonraları bana da dikilecek olan takım elbiselerinden bir tanesini de dedeme getirmek için gittik.
Küçük kaldırımları olan, parça mermerlerle yerlerin döşendiği dükkân önlerinden terziye ulaştık. Dedemin elbisesi tamamlanmıştı, parasını vererek çıktık. Ön boşluk alanına bakan dükkân en kenarda idi. Karşı tarafta, köşede Sümerbank’ı hatırlıyorum. İçine girmek ve alışveriş yapmak nasip olmadı ama hareketli bir dükkân diye hatırlıyorum.
Sağ taraftan ilerlemeye devam ettik. Motorların olduğu, sanayi sektörünü anımsatan bir dükkân daha vardı. Sakin idi. Çiftçilerin ihtiyacını gideren ve daha karmaşık olan ürünler satılıyordu. Hemen yanında bir tatlıcı vardı. Yıllarca oradan halka tatlı aldığımı hatırlarım. Sadece bir kişi çalışıyordu. Bazen çocukları yardım ediyorlardı. Ama genelde tek başına çalıştıran bir amca idi. Amcam, limonata eşliğinde baklava ısmarlamıştı. Sonraları oranın küçük müdavimlerinden olmuştum.
Dükkanların önünden ilerlemeye devam ederken bir fırın vardı. Kara fırın dediğimiz türden. Herkes beyaz giyinmiş, türlü türlü ekmekler sergilenmişti. Benden ekmek istendiği zaman oradan alırdım. Çökelek ile ilk yediğimdeki tadını hala hatırlarım. Un bulanmış kızarmış ekmeğin arasına serpiştirdiğin eski çökeleği çay ile mideye indirirken bir sonraki lokmayı almak için sabırsızlanıyordu insan. Elektrikli fırınlar çıkınca sarsıldı bu fırınlar ama günümüzde hala doğallığını koruyan yöntemle sofralarımızı şenlendirmekteler.
Fırından sonra yola doğru ilerlerken eczaneyi hatırlıyorum. Sorgun Eczanesi idi sanki. Çok sonraları yol kenarına taşındı. Fırının yeri ise bir süre sonra tavukçu olarak hizmet vermeye başlamıştı.
Tam köşede elektrik direği vardı. Geniş ve demir olan elektrik direğine, o gün sinemada gösterime girecek filmlerin afişleri asılı olurdu.
Belediyenin ön alanı geniş idi. Ancak araçların park etmesinden dolayı hep dolardı.
Karşı tarafta, Halk Bankası’nın hizasında ise küçük dükkânlar vardı. İlk belediye binasına şahit olduğum zaman mı, yoksa sonradan mı yapıldı hatırlamıyorum? Ama arkalı önlü küçük dükkânlar vardı. Ön taraftaki dükkânlar Belediyenin ön boşluğuna bakardı. Arka taraftaki dükkânların geçiş yolunda bir kavgaya şahit olduktan sonra orayı çok fazla kullanmadım. Orloncu, çay ocağı, berber, av tüfekleri satıcısı, kasetçi…gibi birçok esnaf geçimlerini sağlıyorlardı.
Amcamdan, Belediye ve içeriği konusunda epey bir bilgi almıştım. İkinci katta büyük insanlar var. Oraya herkes giremez. İşi olan da kısa sürede halleder çıkar. Halkla arasında bir mesafe olan, üstten bakan ve ulaşılması zor bir yer hissiyatı oluştu.
Birkaç yıl sonra o ikinci katı görmüştüm. Bir sürü kapı, soğuk koridorlar. Kapı önlerinde, üstünü başını düzelten ve kendini toparlayıp derin nefes alarak kapıyı tıklatan insanlara şahit oldum. Benim işim yok burada. Hava çok soğuk. Uzaklaştım.
Lise yıllarında ara geçiş alanından ikinci kata çok defalar gittik arkadaşlarla. Çoğu zaman buluşma noktası gibi idi. Üniversite yıllarında her memlekete gelişlerde uğradığımız mekân, bilardo salonu idi. Orada Ali Kaplan’ı tanıdım. Dört topla yüzlerce sayı alışını hayranlıkla izlerdik. Bizler de Amerikan bilardo oynamak için sıra beklerdik.
İkinci katta bilardo salonunun çaprazında bir kahvehane vardı. Kasvetli bir havası vardı. İçeride oyun oynayanları çok ilgilendirmeyen bu durum yeni giriş yapanlar için ürkütücü idi. Çünkü yan bina içeriye ışığın girmesine engel oluyordu. Sanırım bir süre sonra o kasvetli hava yerini heyecanlı ve iddialı oyunlara bırakıyordu.
Belediyenin ön alanında birkaç mitinge denk geldim. Geniş bir alan olunca bir kürsü koyularak hatiplerin konuşma fırsatı bulduğu bir alan idi.
Perşembe, Sorgun’un pazar günleridir. Belediye binası ve önü epey kalabalık olurdu. Köylerden, yeni elbiselerini giymiş, halkımızın taleplerini iletmek için o katlarda birçok kişi dolaşırlardı. Genelde muhtarların daha çok geldiği bu binaya, tanıdıklar vasıtasıyla gelenler, o oda önlerinde bekleyip sıranın kendisine geleceği anı yakalamaya çalışırlar. Mesai saatleri içinde işlerini halledip, ilkindi ile köyün yolunu tutmaları gerekiyor.
Sonraları bir çeşme ve alt tuvalet yapıldı. Alanı daraltan bu mimarinin yanı dolmuş seferlerin başlangıç noktası da olmuştu. Böyle olunca uzun bir süre ön alan kullanılamaz halde geldi. Belediye, yeni binasına taşınınca, iyi niyetle yapılan bazı hizmetlerin faydalı yönü tartışılır.
Eski bina, şehirlerarası yoldan bulvara giren bir yabancı için kolay bulunur ve bence verdiği hava daha etkili idi. Uzun bulvardan ilerlerken karşınızda, ulaşmak istediğiniz binayı bir süre izlemek, zihninizde canlı tutmaya vesile oluyordu.
Bu ve buna benzer binalar hep bana soğuk gelir. Oraya veya oradaki kişilere hizmet etmemiz gerekiyormuş, yanlış bir harekette bulunmamamız gerekiyormuş gibi gelir. Çok sonraları, halka hizmet etmek için kurulan bu kurumlarda kralcıların çokluğu, görev başındakilerin de açlıklarını doyurunca halka yönelmesi epey sıkıntılı idi. Ancak bir tanıdık üzerinden ilerlemek gerekiyormuş gibi bir ilke herkesin dilinde idi. “Selamımızı söyle yardımcı olsun, ben ona çok yardım ettim, o dedemizin arkadaşının torunu bize mutlaka yardımcı olur.” gibi birçok ilişkilendirmelerle işler halledilmeye çalışılır. Aslında karşılıklı olarak birbirimize muhtacız. Keşke; hak ve sorumluluklarımız, hem bireysel hem de kurumsal olarak ilk öğrenmemiz gerekenlerden olsa.
Recep DAĞDEMİR
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ