Han sözcüğünün birkaç farklı anlamı vardır. Çin ülkesinde Han; milattan önceki 200‘lü yıllardan başlayıp, milattan sonraki 200’lü yıllara kadar 400 yıl hüküm süren bir hanedanın adıdır. Yine Japonya’da bir daimyo’nun (toprak ağası) denetimi altındaki toprak parçasına da “Han” adı verilirdi. Keza Çin’de akan iki, Güney Kore’deki bir ırmağın adı da Han’dır.
Bizim tarihimizdeki “Han” kavramına bakacak olursak, Türklerde ve Moğollarda hükümdarlık unvanıdır Han. Örneğin: Cengiz Han, Oğuz Han, Hülagü Han vs. gibi… Bu deyim aynı zamanda soyluluk ve asalet unvanı olarak, Hakan’la Bey arasında konumlanmış bir rütbeyi de göstermektedir. Selçuklularda pek kullanılmayan Han unvanı, Türkistan’da çok yaygın olarak devletçiklerin hükümdarları için de kullanılırdı, Buhara Hanlığı gibi. Keza Kırım ve Kazan Tatarları da Hanlıklarla yönetilirdi. Gazi Giray Han, Kırım’da çok ünlenmiş bir hükümdardı.
Han unvanı, zaman zaman Osmanlı Sultanları arasında da itibar görmüştü. Örneğin Sultan Murat Han, Fatih Sultan Mehmet Han, Sultan Selim Han, 2. Abdülhamit Han gibi.
Farsça’da han kelimesi yemek, sofra, aşçı dükkânı anlamlarına geldiği gibi (Fikret’in ünlü Han-ı yağma şiiri), okuyan, okuyucu anlamıyla da kimi sözcüklere eklenebilmektedir. Duahan, gazelhan, mevlidhan örneğindeki bitişik kelimelerde olduğu gibi.
Han sözcüğünün ifade ettiği diğer bir anlam da kırsal ya da kentsel bölgelerde kurulmuş, yolcu ve tüccarlara konaklama imkânı sağlayan yer demektir. Ta Selçuklulardan beri Anadolu’da pek çok örneği bulunan bu hanlar, kervan yollarının geçtiği güzergâhlarda, kervanın bir günde gidebileceği yolun (menzil) üzerinde kurulmuş taş binalardır. Bunlar kare ya da dikdörtgen şeklindeki bir avluyu saran ve genellikle iki katlı olan yapılardır. Alt katlarda ambar, kiler, aşhane ve hayvanların barınacağı ahırlar, üst katlarda ise yolcuların kalabileceği yatak odaları bulunur. Bunların daha büyük ve görkemli olanlarına “Kervansaray” denir. Uzaktan bir kale görünümündeki bu hanlara en güzel örnek olarak, bugün bile hala ayakta kalan, Aksaray-Konya yolu üzerindeki “Sultan Han” gösterilebilir.
Benzer yapılar giderek kentlerin içine de inşa edilmiş, bugünkü otellerin işlevini üstlenmiştir. O kente mal almaya ya da satmaya gelen tüccarlar, buralarda hem mallarını pazarlamışlar hem de konaklamışlardır. Böylece bu yapılar, kentin birer ticaret merkezi halini almıştır. Büyük kentlerde benzeri pek ünlü hanlar vardır. Bursa’da Koza Han, İstanbul’da Vezir Han, Merzifon’da Taş Han, Kuşadası’ndaki “Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı” bunlara birer örnektir.
Hem konaklama hem ticaretin yapıldığı bu hanlar, günümüzde biraz biçim değiştirerek, içinde pek çok dükkânın bulunduğu çok katlı büyük yapılara evrilmiş, bunlar da “İşhanı” adını almıştır. Ulaşımın ve taşımacılığın motorlu araçlarla yapıldığı günümüzde, konaklama ihtiyacı tamamen otellerde yapılmakta, hayvan barınak mekanlarına hiç ihtiyaç duyulmamaktadır.
Bir zamanlar dilimizde zenginlik ifade eden “Hanları, hamamları var” deyimi, yerini artık “Yatlara, katlara” bırakmıştır. Çocukluğumdan aklımda kalan şaşırtmacalı bir bilmece şöyle başlardı: “Bilin bakalım, han kapısına sığmaz, fındık kabuğuna sığar?” Türk Edebiyatında han sözcüğünün geçtiği ve işlendiği pek çok örnek vardır. Bunlardan aklıma gelen güzellerinden birisi, Faruk Nafiz Çamlıbel’in ünlü “Han Duvarları” şiiridir. Yıl 1921, Kayseri’ye edebiyat öğretmeni olarak atanan şair, Ulukışla-Kayseri arasında gittiği üç günlük yaylı yolculuğunu, geceleri hanlarda konaklayarak geçirir. Bakın o duru Türkçesiyle şair, aşağıdaki beyitlerde görüldüğü üzere, yol üstü hanlarına ne çok vurgu yapmıştır:
“Ağır ağır önümden geçti deve kervanı
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.”
“Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü girdik handan içeri.”
“Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.”
“Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.”
“Uzun bir yolculuktan sonra İncesu’daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.”
“Arabamız tutarken Erciyes’in yolunu:
“Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu’nu?”
“Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi:
“Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!”
“Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim”
“Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..”
Bekir Sıtkı Erdoğan’ın güzel şiirinde de aynı serüven işlenir:
“Gurbetten gelmişim yorgunum hancı
Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş
Ama karanlığı görmesin gözüm,
Beyaz perdeleri ger yavaş yavaş…”
Köhne-i Kebir (Büyük Köhne, Sorgun) 1874, 1887, 1898 ve 1905 tarihli salnamelerde Bozok sancağının merkez ilçesine bağlı bir bucak olarak geçmektedir. Büyük Köhne’ye 1905’de belediye kurulmuştur. 1926 da ilçe olan Büyük Köhne’nin adı da Sorgun’a dönüştürülmüştür. Bölgesinde Zile Panayırından sonra en çok ahalinin toplandığı Sorgun Perşembe Pazarının, uzun yıllar öncesi kurulduğu dikkate alındığında, pazara gelen insanların hem kendileri hem de hayvanlarının barınacağı hanlara ihtiyaç duyması kaçınılmazdı. Ancak ilk hanın, Sorgun’da ne zaman açıldığını ve kime ait olduğunu, ne yazık ki araştıramadım. Belki bir gün meraklı bir hemşehrimiz, bu konuda bizleri aydınlatmış olur. Benim tespit edebildiğim “Sorgun Hanları”, yaklaşık 1930-1970 yılları arasındaki bir zaman dilimini kapsamaktadır. Zaten sonraki yıllarda ulaşımın tedricen motorize olması ve konaklamanın otellere doğru evrilmesiyle Sorgun’daki hanlar yavaş yavaş işlevlerini kaybetmişler ve kentin büyümesiyle bu hanlar yıkılarak arsaları başka yapılara dönüşmüştür.
O yıllardaki Sorgun Çarşısı’nın basit bir krokisi üzerinde, sayacağım hanların yerlerini belirtmeye çalıştım. Bu hanların yerleri ve kimlere ait olduğu konusunda, beni teyit eden ve eksiklerimi tamamlayan değerli ağabeyimiz Sayın Yaşar Tüzüner’e teşekkür borçluyum. Sorgun’da sözünü ettiğim dönem içerisinde, yedi adet han faaliyet göstermiştir. Şimdi bunları, krokideki numara sırasına göre tanıtmaya çalışalım:
- 1. Fettahların Hanı: Delibaş köprüsünü geçip, çarşı içine girildiğinde, yaklaşık 30 metre sonra sol tarafta yer alan ilk handır. Giriş kapısı doğrudan çarşıya açılırdı. Kare şeklinde bir avlusu, han içinde sıralanmış ahırlar ve mağazalar vardı. Benim çocukluğumda bu hanı Fettahların Rıza Efendi işletirdi. Rıza Amca yaşlanınca oğulları üstlenmişti bu görevi. Nalbant Halil Usta’nın dükkânı bu hanın içindeydi. Üst katlarda birkaç odanın dizili olduğunu hatırlıyorum.
- 2. Bahattin Efendi’nin Hanı: Ailesinden intikal eden bu yeri, Bahattin Efendi hana dönüştürmüş ve işletmesini de üstlenmiştir. Onun ölümünden sonra, çeşitli müstecirlere[1] kiraya verilmiştir. Son kiracısı Ali Çavuş adlı birisi idi. Hanın dar kapısı çarşıya, geniş kapısı yan sokağa açılırdı. Dikdörtgen biçiminde avlusu vardı. Doğu ve kuzey tarafında mağaza ve ardiyeler bulunurdu. Onların üstündeki han odaları sonradan yıkılmıştı. Geniş ahırları, hanın batı tarafını kaplıyordu. 1960’lı yıllar boyunca, Nalbant Remzi’nin dükkânı, bu hanın içinde idi. Sorgun ilk ilçe olduğunda, Adliye teşkilatı bir süre bu handa görev yapmış, daha sonra Erzurum muhaciri Maşuk Efendi’nin bir Ermeni’den satın aldığı güzel bahçeli bir konağa taşınmış.
- 3. Hürüş’ün Kadir’in Hanı: Kadir Ekim burasını Dursun Çavuş’un varislerinden (Kani ve Deli Faize) satın alarak hana dönüştürmüştü. İşletmesini oğullarıyla birlikte kendileri yapardı. Kapısı batı tarafındaki sokağa açılırdı. 1950’lerin başında sokağa bakan tarafa iki katlı uzun bir bina yapılmış, alt katları dükkân ve kahvehane, üst katları otel olarak işletilmeye başlanmıştı. 1952/1953 de Sorgun Ortaokulu’nda beden eğitimi öğretmeni olarak bir yıl görev yapan olimpiyat şampiyonu güreşçi Raif Akbulut, bu otelde kalırdı. Geniş avlusu olan hanın güney tarafında ahırlar vardı. 1951 yılında Sorgun’a elektrik geldiğinde bu hanın avlusu, birkaç yıl boyunca yazlık sinema olarak kullanılmıştı.
- 4. Bektaşların Hanı: Aşağı yukarı şimdiki Halk Bankası’nın karşısına denk düşen, Kapısı doğrudan çarşıya açılan bir konumdaydı. Muhtemelen Bektaş Efendi bu arsayı satın alıp, hanı da kendisi inşa etmiştir. Zira Sorgun ilçe merkezi yapıldıktan sonra yeni binalara olan ihtiyaçtan dolayı, han arsasının çarşıya bakan güney tarafına iki katlı çok amaçlı bir bina yaptırmış, bu yeni binaya Sorgun Adliyesi ve hapishane taşınmıştır. Ta ki 1957’de şimdiki Hükumet Binası yapılıncaya dek, Adliye burada hizmet vermiştir. Ben, 1946’da okula başladığımda, bu binanın önünde daima silahlı bir jandarmanın nöbet tuttuğunu hatırlarım. Keza binanın önünde bir sıra selvi kavak ağacı bulunurdu. Hapishane de Sorgun’un doğu çıkışındaki selektör binası yıkılarak onun yerine inşa edilmişti. Bektaşların Han’ı, bizzat Bektaş Efendi işletirdi. Eşi öldükten sonra Bektaş Efendi, son yıllarını bu handa ikamet ederek geçirmiştir. Onun ölümünden sonra han, varisleri arasında paylaşılmıştır.
- 5. Ahmet Ağa’nın Han: Erzurum muhaciri olan Ahmet Ağa, Mahir Ateş’in babasıdır. Mahir’in Kahvesi’nin olduğu yer ve arkasındaki küçük boşluk, bir dönem han olarak kullanılmıştır. Ancak Mahir Ateş askerden geldikten sonra işlerin başına geçince, hanın sokağa bakan cephesinde modern bir kahvehane ve lokanta binası yaptırarak hanı ortadan kaldırmıştır.
- 6. Yetimoğlu’nun Hanı: Çarşının sağ tarafında, tam Bahattin Efendi’nin Hanı’nın karşısında yer alan çok işlek bir handı. Küçük kapısı doğrudan çarşıya açılır, büyük kapısı batıdaki sokağa bakardı. Geniş bir avlusu vardı, avlunun güney ve doğu cephesi iki katlı bir bina ile çevriliydi. Üst katlarda misafirlerin kaldığı yatak odaları, alt katta ahırlar, yem depoları ve ardiyeler vardı. Kasabaya gelen gezginci göstericilerin (tiyatrocu, cambaz vs.) çoğu kez bu handa konakladıklarını hatırlarım. Hanı Yetimoğlu’nun Bekir ve Ali kardeşler ortaklaşa işletirlerdi. Sonraki yıllarda Hazine ile sorun yaşayan bu hanın yerini, mahkemeyi Hazine kazandığından mülkiyeti Sorgun Belediyesine geçmiş, belediye de burasını sonradan sebze haline dönüştürmüştü.
- 7. Ali Çavuş Hanı: Çarşının doğu çıkışında, Gençağa’nın evinin yanından girilen küçük bir handı. Ali Çavuş’un çocukları 1960’ların başında İstanbul’a göçünce (Berber Nabi ve Naci kardeşler), yaşlı olan Ali Çavuş, han işletmesini bırakmıştı. Zaten hatırladığım kadarıyla çok işlek bir han değildi.
Prof. Dr. Rauf YÜCEL
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ
[1] Müstecir: Bir şey veya yeri kira ile tutan, kiralayan kimse, kiracı