Ayrıklı’dan Gelirken

Öğle vakti Temmuz güneşi ortalığı çatır çatır yakıyordu. Karayollarından süratle geçen iki kamyonet havaya doğru uzunlamasına bir toz bulutu kaldırıyor, çok hafif esen poyraz da bu toz bulutunu yavaş yavaş iğdelere doğru sürükleyip ağaçların kesafetinde tesirsiz bırakıyordu. “Öğle karanlığı” denen bir tabir vardır ya, tam manasıyla o karanlık hüküm sürüyordu. Sıcaktan her şey hareketsiz gibiydi, yalnız çok hafif kıpırdayan ağaçların yapraklarından başka. İşte bu durgunluğun ahengini bozarcasına Ayrıklı yolundan iğdelere doğru, arkasındaki küçük bir sarı buzağıyı yederek gelen, yaşlıca bir kadın gözüküyordu. Bu görünüşüyle tıpkı çöldeki bir deveciyi andırıyordu. Nihayet yaklaşan kadının Saniş Hala olduğu anlaşıldı. Başına iyice beyaz yemenileri dolamış, beline de kalınca bir bohça sarmıştı. Bir eline buzağının ipini almış, diğerinde de bir sitil taşıyordu. Ayrıklı yolunun Karayollarına birleştiği yerdeki hafif yokuşu güçlükle aşıp, iğde ağaçlarının koyu gölgesine kendini dar atmıştı. Anlaşılan çok yorgun ve bitkin düşmüş olmalıydı ki hemen ilk ağacın gölgesinde mola verdi. Yolun kenarından akan bir bahçe geverinin suyunda ellerini ve yüzünü iyice yıkadı ve hatta yaş falan demeyip avuç, avuç aldığı su ile başını ve yemenisini de ıslattı. Bu ıslaklık onu tatlı bir ferahlığa kavuşturmuştu. Artık oturduğu yerden kalkmayı, bir süre düşünmüyordu. Tam o sırada kucağında bir balya çıtlık otu yüklenmiş olarak kenardaki bahçelerden İğdeler yoluna inen İmmihan Abla ile karşılaştı. Onun hali de Saniş Hala’dan pek farksızdı. O da bitkin bir halde onun yanına oturdu. Artık bu iki yorgun kadının hem dinlenip hem konuşmaları için öyle bir fırsat ele geçmişti ki sormayın. Onlar da hiç kaçırmadan bu fırsatı kullanmaya başladılar. Önce uzun uzun sıcaktan dert yanan Saniş Hala, konuşmasına şöyle devam ediyordu:                                                                                                                                                                          

“-  Amaaan! Ömrümde daha böyle ısıcah gormedim. Bu neyimiş kele, bu n’ağader ısıcağamış böyle? Irabbim, ısıcağnıñ alayını bu yıla mı verdiydiñ? Amaaan, ekin saçın gomadı yahdı çatır çatır gavurdu. Vıyh bi gorseñ, bi gorseñ Çorağa doğru çıhsañ da bi gorseñ. Ümmeti müslümanıñ apırcın oluşunu bi gorseñ? Bahdım, bahdım da Allah dedim, sen golaylıh ver, acik yel gonder şu ümmeti müslümana dedim. Vıyh, vıyh, vıyh bu n’ağader ısıcah gıız!”

 “-  Vıyh kele döyüm canıña, nasıl geldiñ oralardan ağarı? Ha bi gucah çalgı yoluyum deyi, şu ekinneriñ arasına girdim de, duramadım ısıcahdan. Taa goynaam sırtıma yapışdı terden. Get baba çıhsıñ bu nasıl ısıcağamış böyle.”                                                                                                                                                    

“-  Daha şindiden çalgıyı n’orecaañ? Bahsana çıtlık daha çiçeklenmemiş bile.”                                                                   

“-  Niye kele, tam vahdı işde. Yarin şuralar biçilirken sınırda çıtlıh mı galır?”                                                                                     

“-  Nebiğim, sen bıldır epey çalgı baaladıyıdıñ da onuñ uçun sordum.”                                                                             

“-  Nee? Galır mı bu yılaca kele, geçen yıl şo geldi, şu geldi “Etme İmmihan Abla, galdıh bi çalgı” deyi. Oña buña dağatdım getdi. Bah eyi ahlıma düşürdüñ, siz ötoğon çul dohuduyduñuz, onuñ erişinden ha varısa acik veriñ de çalgı baalayım n’olur?”                                                                                               

“-  Verek, Hatın’a söyleyim de. Bi tutam erişiñ hasiyetinde ne varki, dediiñi bile daamez, gurban olsuñ kele. N’orüyo uşahlar nasıllar, çalışıyolar mı bari?                                                                                                                                                                                          

“-  Yaa! Çalışıyolar Halası. Allah’a şükur bu yıl Hasan’ım da yardım ediyo abisine. Yaşar getmiyo mu yoğsa?”

 “-  Yoh anam yoh, getdiği n’aziyo! İşte onu diyecaam, ötoğon yalvardım yahardım, n’olur Yaşar’ım, eller babalarına yardım ediyo, sen de get eliñe mi yapışır, gocamansıñ bah dedim. Babañ yapyalıñız, acik ucundan dut dedim. Çocuh da beni gırmadı, eh ebe gediyim olur dedi. Hemen ertesi gun de getdi. Babası da çoh memnun olmuş, Hatın’a söylemiş. Amaan bi o gun oldu getdiği. Bi daha oğlanı bırahdılar mı ki. Allah gostermesiñ, bi işsiz guçsüz Belber Cemal’ıñ var, bi müfdünüñ var, bi de taa yoharı evlerde Salif Kaa’nıñ var. Oğlanı zabah ezeni alıp gotürüyolar. Anam bunnarıñ heç mi anaları babaları yoh, heç mi işleri guçleri yoh? Nebiğim, bi zabah çıhdıhları olur, bi de gece yatmıya geliyo. Bigaç gundür dooru dürüs oğlanıñ yüzünü bile goremiyoh. Bunnar n’orüllerse, ne iş dutallarsa ağşama gadar?                                                                                                                                                                   

“-  Kele işleri n’aziyo, guçleri n’aziyo! Şunu bilmiyoñ mu? Şo gayfe seniñ, şu gayfe benim, yoh boğon top var, yarin çimmiye gediyolar. Geçennerde bizim Hasan da getmiş söölüyodu. Anaa! Taa Mukremin’iñ altında bi gol var orıya çimmiye getdik deyi.”                                                                                            

“-  Herhalde eyi dediñ. Demek çimmiye gediyolar ki golu budu galmamış guneş yahmış. O mamer gibi gollarını yahıp gara kosaaye çevirmiş. Bu neyimiş yavrum goluñ buduñ böle dediyidim, olsuñ ebe olsuñ, guvvetleniyom desiñ. Nebiğim anam ahlım yetmiyo bu yeñi yetmeleriñ işine gucüne.”

 “-  Olur olur, Saniş Abla onnar cahal, onnarıñ gusuruna galınmaz. Gide gide ahıllanırlar de sen. Aha bizim Hasan bile bazan yatarken döşşaañ üsdüne çıhar, bi o yana yuvarlanır, bi bu yana yuvarlanır, kah abisiniñ üstünden hatlar, kah iskembiden hatlar. Bunnar dersimiş anam. Böle hatlıyamıyannar sınıfda galırmış.”                                                                                                                                                             

“-  Vıyh sayı mı gız?”                                                                                                                                                                         

“-  Vallaha anam, ööle dellerdi de inanmazıdım. Geçen Hasan’a sorduydum “hee” dedi. Hatda gasap Osmanıñ oolu, geçen sene bundan galmış sınıfda.”                                                                                                           

“-  Amaan, o oolan da bek dadısız kele. Dooru yerde bile yörüyemiyo. O nasıl dombalah aşacah gız? Oretmen şunu n’oorsüñ? Yat dese yatamaz gah dese gahamaz. Etden yarılıyo Allah etmesiñ!”                              

“-  Get baba çıhsıñ onuñ etinde. Pis et. Babası ööle dağal mi sanki? Anam yedikleri hep iç yağ. Geçennerde bizim gelin bi yumuşa getmişimiş, bahmışki herif bi yandan iç yağını etden ayırıyo, bi yandan da çiğ çiğ ağzına depiyo. Eve gelmiş aña daña galmış gelin. Onnar her zaman bööle gızım dedim.”                                                                                                                                                                                

“-  Get gidek gari anam, anahdar da bende. Hatın bosdandayıdı gelir de gapıda galır.”                                                 

“-  Ya eyi oturduh. Ben de galhıyım gaari. Çiğ varıdı evde onu yayacaam.”                                                                     

“-  Niye, zabah gelin yaymıyo mu?                                                                                                                                         

“-  Yoh anam, şindiki gelinner yayıh mı yayar. Şindikiler hanım, hatın. O eski gelinnere hasımış.” diyen İmmihan Abla, son sözünü tamamladıktan sonra birbirlerinden uzaklaşırlar. Yine Saniş Hala’nın o yorgun ve bitkin halinden bir şey eksilmemiştir. Zira aynı tempo ile yoluna devam eder…                                         

Rauf Yücel

10 Ekim 1965 / Etimesgut, Ank.

Author: yasin66
İsim: YASİN AĞAN