Son günlerde kurtuluş savaşımız inanılmaz güzel bir şekilde gerek akademik olarak gerekse tiyatro, sinema ve belgeseller ile anlatılmakta. Her okuyuşumda, izleyişimde veya dinleyişimde o kadar gururlanıyorum ki, böyle bir millet ve ülkenin bir ferdi olmaktan onur duyduğumu haykırmak istiyorum.
Düşünün; kurtuluş savaşında Anadolu’muz beş cephede savaşıyor, 4 yıl süren savaşın sonunda yaşı kaç olursa olsun kilosu 45’i geçen her genç cepheye ellerine kına yakılarak gönderiliyor. Oğlum aklıma geliyor, sahi okuması kolaydı… Ama eminim, (Allah korusun) öyle bir durum olsa ben ve oğlum da hiç düşünmeden gideceğimi içimden geçiriveriyorum amma velâkin o kadar zor ki…
Halkımız uzun yıllardır cephede ölümle, cephe gerisinde de yoksulluk ile karşı karşıya kalmış, yine de ümidini yitirmemiş. Biz yitirmemişiz de The Times 25.05.1920 tarihinde bir manşet atmış; “Türkiye sahneden siliniyor diye üzülecek değiliz.” Heyhat… Bu milletin silinmesine kim cesaret edebilir ki?
Düşünün savaş tam hızı ile sürüyor ve elinizde sadece bir uçak kalmış, komutan avazı çıktığı kadar bağırıyor; “Hava kararmadan bir çıkış yapsak daha iyi olacak”. Makinist, eli yüzü yağ içinde ayağa kalkıyor, komutanına büyük bir üzüntü ile; “.bunun yağ deposu delinmiş”. Düşünün ne yağ var o an ne yedek depo ne de tamir edecek ustalar…
Bir doktorun yürek sızlatan sesi tam semalarda yankılanıyordu; “Ağrı kesicilerimiz az kaldı, ancak büyük ameliyatlarda verebiliyoruz, diğer ameliyatlarda ağrı kesicisi kullanmadan yapıyoruz.”
Ya kadınlarımıza ne diyelim, komutana verdiği cevap; ” Bu vatan sadece erkeklerin değil ki komutanım, mutlaka bize de düşen görevler vardır, kağnı süremem ama hastabakıcılık yaparım, askerim için dikiş dikerim, kimsesiz çocuklara bakabilirim.”
Kağnılar cepheye doğru gidiyordu. Kağnıcıların hepsi kadındı… Başlarında da 12 yaşlarında bir erkek çocuk kadınların arasında kağnıları hareket ettiriyor, hatta hamile kadınlar bile bir işin ucundan tutuyorlardı. Ayaklar çıplak, sırtlarda bebeler yollar uzuyor da uzuyordu.
Eli öpülesi bir gazi baba muhtara şöyle sesleniyordu; ” Savaş daha bitmedi, biz tükeninceye kadar dövüştük, sıra oğullarımızda… Çocukları analarının etekleri altında saklamaya devam ederseniz bu sefer bütün milletin ocağı sönecek, her gün ağlayacağız. Ben oğlum Ali’yi yarın askere teslim edeceğim. Haydi, Allah rahatlık versin.”
Koca koca topları köyün çocukları ve ihtiyarları tepeye çıkarmışlardı. Komutan; “Bu koca topları buraya nasıl çıkardınız?” diye sordu. İhtiyar ise; “Değişik milletiz” dedi. ” İşler düzgün giderse ertesi günü bile düşünmeyiz, birbirimizi yeriz. İşler karışırsa ağır ağır uyanmaya başlarız. İyice karışınca da kenetlenip olmayacak işleri başarırız. Bunları da buraya böyle çıkardık, çıkarmadık uçurduk”…
Bazen ordumuz öyle bocalıyordu ki, Akşam Gazetesi’nin manşeti yüreklerimizi dağlıyordu: “Git Vatan Kâbe’de Siyaha Bürün”.
Ama Ümitsizlikte ne idi ki, Azrail ile güreş tutan askerlerimiz vardı bizim…
Düşünün askerlerimizin yüzde sekseninin üniforması yok, palaskası hiç yok, çorabı çamaşırı yok, gaz lambası, el feneri bıçak, mum bunlar ne ki…
Emirdağ’ın delisi koşarak Kaymakamın yanına gelmiş: ” Duydum ki Kemal’in askerleri çıplakmış, Allah şahidimdir ki üzerimden başka çamaşırım yok, çoraplarımı getirdim. Şimdi yıkadım, temizdir.” Masaya bir çift ıslak yün çorap koyar. Çarıklarını da sıyırıp odanın ortasında bırakır. “Aha bunlarda çarıklarım, haydi kolay gelsin”. Kaymakam; “Deli Battal gibi bir garibin bile yüreği köpürdükten sonra milletimiz ayaklanacak demektir, hızlanalım.”
Ya bir kızımızın yankılanan sesine ne demeli, “Benim ördüğüm çorabı giyecek asker, inşallah Afyon’a girecek, diğerleri de başlar, Uşak, Bursa, İzmir”…
Bir savaş sonrası bir düşman askerin söyledikleri de çok anlamlı idi; “Ayağı çıplak asker bizi iki sefer yendi”…
Gazi çavuşun sesi sanki hala semada yankılanıyordu; ” Koş, yanındaki vurulsa da durma. Vurulanı sıhhiyeciler toplar. Senin işin hedefe ulaşmak, düşmanı tepelemek. Koşşşş…” Sanki ben de koşuyordum…
Bazen öyle şiddetlenir ki savaş, Burma bıyıklı onbaşının sesini duyar asker; ” Bana bak. Azrail korkakları arar, korktuğunu belli etme çocuk.”
Devam edecek.
Kaynak
Şu Çılgın Türkler, Turgut Özakman, Bilgi Yayınevi, 2005
Prof.Dr. Hamdi Temel
www.hamditemel.com