Filistin

İSRAİL’İN FİLİSTİN HALKINA YÖNELİK SOYKIRIMINI ÖNLEMEK VE FAİLLERİNİ (KATİLLERİ) YARGILAYARAK CEZALANDIRMAK İNSANLIĞIN VİCDAN BORCUDUR

İsrail’in 7 Ekim 2023 tarihinde başlattığı ve bu yazının kaleme alındığı tarih itibariyle 84’üncü gününe ulaşan saldırılar sonucu Gazze Şeridi’nde ölü sayısının 21 bini, yaralıların ise 55 bini aştığı, çoğunluğu enkaz altında ya da cenazelerine ulaşılamayan on binlerce kişinin de kayıp olduğu belirtilmektedir. Gazze’deki yetkililer tarafından yapılan açıklamada, saldırılarda öldürülen ve yaralananların %70’nin kadın ve çocuklardan oluştuğu, öldürülenler arasında çok sayıda sağlık çalışanının, yardım kuruluşlarına mensup kişilerin ve gazetecilerin bulunduğu kaydedilmektedir.

Bu bilgiler tüm insanlığın gözü önünde Filistin halkının soykırıma uğradığını göstermektedir.  Gazze’de yaklaşık üç ayda öldürülen çocuk ve kadın sayısı ile yaralanan kadın ve çocuk sayısı dikkate alındığında, saldırıların bizatihi Filistin halkının varlığına yöneldiği, bu halkın soyunu devam ettirecek kadın ve çocuk unsurunun yok edilmeye çalışıldığı açıkça görülmektedir. Çocukları ve kadınları öldürmek suretiyle bir halkın gelecekte yok edilmek istenmesi açık bir soykırımdır. Eşi ve benzeri görülmemiş böyle bir soykırımın tarihsel süreçte Hz. Musa’nın yaşadığı dönemde Firavun tarafından işlendiğini, Kuranı Kerim bize haber vermektedir. Asırlar sonra aynı topraklarda benzeri bir soykırımın tekrarlanmasına insanlık yeniden şahit olmaktadır.

Belirtmek gerekir ki, İsrail’in Filistin halkına karşı işlediği bu suçlar yeni de değildir. İsrail, kurulduğu 1948 yılından beri Filistin topraklarını işgale etmekte, bu topraklarda yaşayan yüzbinlerce Filistinliyi yurtlarından göçe zorlayarak mülteci durumuna düşürmekte ve bu insanları çok olumsuz koşullarda yaşamaya mahkûm etmektedir.  İsrail bununla da kalmamakta, işgal süresince Filistinlileri yaşadıkları yerleri terk etmeye zorlamak için işkence, öldürme, sivillere yönelik toplu katliam ve soykırım olarak kabul edilebilecek en ağır suçları da işlemektedir. Bu denli ağır suçları 75 yıldır işleyen bir yapıya devlet demek de mümkün değildir. Zira devletin bir hukuku vardır. Hukuk tanımamazlık ise terör örgütlerinin en bariz vasfıdır. Bu itibarla İsrail’in bir terör devleti olarak isimlendirilmesi oldukça isabetlidir.

Bu suçların İsrail tarafından mütemadiyen işlendiği Uluslararası Af Örgütü ve Birleşmiş Milletler gibi örgütler tarafından tespit edilmiş olmasına rağmen, bunların faillerine herhangi bir yaptırım uygulanamamaktadır. İsrail, işgal sürecinde yıllardır işlediği ve fakat uluslararası toplumun kuru kınaması dışında herhangi bir yaptırımla karşılaşmadığı suçlarını son üç aydır özellikle Gazze’de yaşayan Filistinlileri tamamen imha etmek suretiyle soykırım boyutuna taşımıştır.

Filistin topraklarına yapılan saldırılar Filistin Devletinin askeri veya savaşan unsularını değil, tüm Filistin halkını hedef almaktadır. Hastaneler ve okullar dahil olmak üzere, sivil halkın yaşadığı, barındığı tüm binalar, yapılar ağır bombardımana tabi tutularak mazlum Filistin halkının başlarına yıkılmakta, hemen her gün yüzlerce Filistinli enkaz altında hayatını kaybetmektedir. Çocukların ve kadınların parçalanmış cesetleri günlerdir televizyon haberlerinin ana konusunu oluşturmaktadır. Yapılan saldırılardan sağ kurtulanlar ise aç, susuz ve barınacağı bir ev olmadan gayri insani şartlarda yaşamaya mahkûm edilmektedir. 1967 yılından beri açık hapishaneye döndürülen Gazze’de yıkılmadık bina kalmadığı, şehrin artık kocaman bir çocuk mezarlığına dönüştüğü belirtilmektedir.

Her ne kadar çeşitli ülkelerde yaşayan vicdan sahibi insanlar mazlum Filistin halkına karşı sergilenen bu barbarlık karşısında sesini çıkarmaya çalışıyorsa da, dünyanın gözü önünde işlenen ve soykırım boyutuna ulaşan bu insanlığa karşı suçlara neredeyse tüm devletler seyirci kalmaktadır. Her çağda içinde yaşadıkları toplumlar tarafından kovulan Yahudilere gösterilen bu açık ve örtülü desteğin nedeni tam olarak anlaşılmamakla birlikte sezilebilmektedir. Özellikle Batılı devletler kendi ülkelerinden kovarak Filistin topraklarına sürdükleri ve bir devlet sahibi kıldıkları Yahudilerin tekrar başlarına sorun olmasını istememektedirler. Halkı Müslüman olan devletlerin ortasına kurdurulan İsrail Devletinin işlediği suçlara göz yummak Batı medeniyetinin geçmişte Yahudilere karşı işledikleri suçlardan kaynaklana bir “borçluluk” sorununun dışa vurumunu yansıtmaktadır. İsrail Devletinin işlediği suçlardan beslendiği ve yaşamını sürdürdüğü Batı medeniyeti tarafından gayet iyi bilinmektedir.

Filistin topraklarında yaşanan bu sorun karşısında Batılı ülkelerden ve Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi gibi kurumlardan bir çözüm beklemenin zor olduğu görülmektedir. Zira Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tüm dünyanın gözü önünde yaşanan soykırımı durdurmak için “ateşkes” kararı dahi alamamaktadır. Başta 1967 yılında alınan kararlar olmak üzere, şimdiye kadar BM tarafından alınan kararların da kağıt üzerinde kaldığı açıktır. Halkı Müslüman olan devletler ve oluşturdukları kurumların da işlenen katliamı durdurabilecek siyasi, ekonomik ve askeri etkinliğe sahip olmadıkları son yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi Olağanüstü Ortak Zirvesi’nde ortaya çıkmış durumdadır. Bu toplantıya katılan devletlerin yöneticileri İsrail saldırılarının durması, Filistin halkının güvenliğinin sağlanması ve insani yardımın derhal ulaştırılması konusunda görüş birliğine varmış olmakla birlikte, bunun ne şekilde ve nasıl sağlanacağı konusunda somut bir plan ortaya koyamamışlardır. Gerçekten Filistin halkına yapılan soykırımı ve insanlığa karşı işlenen suçları özellikle halkı Müslüman olan toplumların ve devletlerin çaresizce izlemeleri, Batı medeniyetinin İslam karşısında ne denli mesafe aldığını, Müslümanların itikadi olarak ne kadar geriletildiğini, yöneticilerinin elini kolunu bağladığını ve Batı medeniyetinin tüm dünyada zaferini ilan ettiğini göstermektedir. Bu durumun halkı Müslüman olan devletler ve toplumlar bakımından ne kadar acı verici bir hal olduğunu söylemeye gerek yoktur.

Filistin topraklarında öncelikle yapılması gereken sürekli işlenmekte olan soykırım ve insanlığa karşı suçların önlenmesidir. Bu suçların önlenmesine yönelik olarak Türkiye’nin inisiyatif kullanarak çeşitli tedbirleri alması mümkündür. Bunlardan ilki, Türkiye’nin öncülüğünde halkı Müslüman olan diğer devletlerle Filistin Devleti arasında yapılacak bir güvenlik anlaşmasıdır. Çok taraflı bu anlaşmayla Filistin Devletinin uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru müdafaa hakkına destek verileceği açıkça kararlaştırılmalıdır. Türkiye böyle bir anlaşmayı İsrail’e karşı Filistin Devletinin yanında savaşa girmek için değil, Filistin halkının güvenliğini sağlamak ve insani yardımların ulaşmasını temin etmek için yapmalıdır. Bu amaçla TBMM’den alınacak bir kararla yardımların Filistin halkına ulaşmasını sağlayacak güvenli kara ve deniz koridorları oluşturmak ve bunun güvenliğini sağlamak için Türk askerinin yurt dışına çıkmasına izin verilmelidir.

Türkiye gerekirse bu kararı, diğer ülkelerin katılımını beklemeden tek başına almalı ve uygulamalıdır. Türkiye’nin bölge halkı üzerindeki tarihi rolü ve sorumluluğu Filistin halkının korunması için daha aktif çaba göstermesini gerektirmektedir. Her gün yüzlerce çocuğun öldürüldüğü bir savaşın hiçbir meşruiyeti yoktur. Böyle bir vahşeti durdurmak vicdan taşıyan tüm insanların görevidir. Bu amaçla işgale uğrayan Filistin topraklarının işgalcilerden kurtarılması ve Filistin halkının maruz kaldığı soykırım ve insanlığa karşı suçların önlenmesi için Filistin Devletine yardım etmek Birleşmiş Milletlerin amaçlarına ve uluslararası hukuka uygun olacaktır. 

Öncelikli amaç İsrail’in Filistin halkına yaptığı zulümleri önlemek ve bunu sağlayacak tedbirleri almış olmakla birlikte, işlenen suçların cezasız kalmaması için de ulusal ve uluslararası yargı mercilerini hareket geçirmek gerekir. Bilindiği üzere, tüm uluslararası toplumu yakından ilgilendiren ve çok ağır suçlar olan “soykırım suçu”, “insanlığa karşı suçlar”, “savaş suçları” ve “saldırı suçları”nın cezasız kalmasına son vermek ve bu tür suçların işlenmesini önlemek amacıyla Birleşmiş Milletler bünyesinde hazırlanan ve 17 Temmuz 1998 tarihinde kabul edilen Roma Statüsü ile daimi statüde bir “Uluslararası Ceza Divanı” kurulmuştur. Divanın yargı yetkisine sahip olduğu bu suçların neredeyse tamamı İsrail Devleti tarafından Filistin topraklarında her gün işlenmektedir. Örneğin soykırım suçu bağlamında Gazze’de Filistinlilerin sırf dini veya etnik mensubiyetleri nedeniyle öldürülmeleri (Statü m. 6, f. 1, bent a), insanlığa karşı suçlar arasında sayılan, sivil halka karşı geniş çapta ve sistematik saldırının bir parçası olarak öldürme, toplu yok etme, halkı başka yere sürme veya zorla nakletme, işkenceye maruz bırakma fiillerinin işlenmesi (Statü m. 7, f. 1, bent a, b, d), savaş suçları kapsamında bir plan veya politikanın parçası olarak çatışmalarda doğrudan yer almayan sivillere karşı bilerek saldırı düzenlenmesi, savunmasız veya askeri hedef oluşturmayan kentlerin, köylerin, yerleşim yerleri ve binaların bombalanması veya herhangi bir araçla saldırılması, dini, eğitim veya hayır amaçlarıyla kullanılan binalara, hastanelere ve hasta ve yaralıların toplandığı yerlere bilerek saldırı düzenlenmesi (Statü m. 8, f. 2, bent b, alt bentler   i, ii, v, ix) gibi çok sayıda suçun işlendiği gözlemlenmektedir.

Bu suçların failleri hakkında öncelikle soruşturma açılmasını sağlamak gerekir. Roma Statüsünde savcının hangi hallerde soruşturmaya başlayacağı gösterilmiştir (m. 13, 14, 15). Divanın yargı yetkisine giren bir suçun soruşturulması ve kovuşturulabilmesi için savcıya Statüye taraf devletler veya Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi başvurabilmektedir. Ayrıca söz konusu suçların işlendiğine dair elinde bilgi bulunan savcının kendiliğinden soruşturma başlatma yetkisi de bulunmaktadır. Belirtmek gerekir ki, Türkiye Roma Statüsüne taraf olmadığı için, devlet olarak işlenen bu suçlardan dolayı soruşturma açılmasını istemesi mümkün değildir. BM Güvenlik Konseyinin de başvurması imkânsız gözükmektedir. Bu durumda savcının kendiliğinden harekete geçmesini sağlayacak bilgi, belge ve delillerin toplanıp sunulması seçeneği kalmaktadır. Savcı, Divanın yargı yetkisine giren suçlardan dolayı yer ve vatandaşlık sınırlaması olmaksızın kendiliğinden soruşturma başlatma ve delilleri toplama yetkisine sahiptir. Bu durumda Türkiye’deki hükümet dışı kuruluşların özellikle elde ettikleri delillerle birlikte savcıya başvurarak soruşturma başlatmasını istemeleri ve bu yönde baskı oluşturmaları gerekir.

Diğer taraftan belirtmek gerekir ki, Filistin Devleti 2015 yılında Roma Statüsünü onaylamış ve ülkesinde işlenen savaş suçlarından dolayı Divan’ın savcısına soruşturma başlatılması için başvurmuştur. Savcı, iddialarla ilgili makul sebeplerin bulunduğuna karar vererek soruşturma başlatmıştır. Dolayısıyla esasen savcının önünde İsrail Devlet yetkilileri hakkında Filistin topraklarında işledikleri savaş suçlarından dolayı 2021 yılında başlatılan bir soruşturma bulunmaktadır. Dolayısıyla son aylarda işlenen suçlardan dolayı yeni bir soruşturma başlatılmasına gerek olmayıp, işlenen suçlara ilişkin delillerin mevcut soruşturma dosyasına sunulması yönünde çaba gösterilmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Türkiye’deki hükümet dışı kuruluşların ellerindeki görüntüleri, bilgi ve belgeleri savcılığın başlattığı soruşturma dosyalarına sunmaları önem taşımaktadır.

Bütün bunlara rağmen Uluslararası Ceza Divanı savcısının İsrail Devletinin yukarıda zikredilen suçları işleyen yetkilileri hakkında soruşturma sürecini ne şekilde işleteceği, dava açmaya gücünün yetip yetmeyeceği oldukça şüpheli gözükmektedir. Zira 2021 yılında başlatılan soruşturmada henüz somut bir ilerleme olmamıştır. Bununla birlikte aynı savcılık Ukrayna’da binlerce çocuğun Rusya’ya nakledildiği iddiasıyla Rusya Devlet Başkanı Putin hakkında Mart 2023’de tutuklama kararı çıkartmıştır. Filistinli 5.500 çocuğun öldürülmesi karşısında aynı kararın Netanyahu hakkında çıkarılıp çıkarılamayacağı, savcının görevini hangi etkiler altında yaptığını da gösterecektir. Roma Statüsünün dibacesinde, 20. yüzyılda “milyonlarca çocuk, kadın ve erkeğin insanlık vicdanını derinden yaralayan, hayal bile edilemeyecek kötülüklerin kurbanı olduğu” belirtilerek, bu kötülükleri önlemek ve cezasız bırakmamak için Divanın kurulduğu belirtilmiştir. Filistin’in mazlum halkı 70 yıldır bu kötülüklere maruz kalmaktadır. Acaba Filistinli çocuklar, Ukraynalı çocuklar kadar değerli midir? Ya da Filistinli çocuklar insanlık vicdanının derin yarası olacak mıdır?

Türkiye, uluslararası yargı mercilerinin harekete geçmesini beklemeden, kendi yasal düzenlemelerini işleterek Filistin’de işlenen soykırım ve insanlığa karşı suçlardan dolayı İsrail Devletinin yetkilileri hakkında ceza soruşturması başlatmalıdır. Bilindiği üzere Türk Ceza Kanununun 13. maddesine göre, soykırım ve insanlığa karşı suçlar nerede, kim tarafından ve kime karşı işlenirse işlensin, bu suçların failleri hakkında Türkiye’de soruşturma ve kovuşturma yapılması mümkündür. Her ne kadar bu suçlardan dolayı yargılama yapılabilmesi için faillerin Türkiye’de bulunması gerekiyorsa da, soruşturmaya başlayabilmek için buna gerek bulunmamaktadır. Ancak bu suçlardan dolayı Türkiye’de soruşturmaya başlayabilmek için Adalet Bakanının talebi gerekmektedir. Türkiye’de başlatılacak etkin bir soruşturma, bu kapsamda verilebilecek tutuklama kararları ve uluslararası yakalama talepleri, İsrail Devlet yetkilileri üzerinde caydırıcı bir etki oluşturacaktır.

Sonuç olarak, İsrail’in Filistin ülkesinde işlediği ağır insanlık ihlalleri gerek vicdanlarda gerekse mahkeme kararlarında karşılığını mutlaka bulmalıdır. İsrail Devleti yetkililerinin işlediği suçların hesabının yargı organları tarafından sorulması, tüm insanlık ailesinin yükümlülüğündedir. Zira işlenen suçlar tüm insanlığa karşı işlenmektedir. İşlenen suçlara karşı kulakları sağır, gözleri kör olan dünyanın uyarılması görevi de en çok da Türk milletine terettüp etmektedir.      

Ali NADİR

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Author: yasin66
İsim: YASİN AĞAN