Taşlı ve bir basamakla girilir köy odamıza. Çift kanatlı kapının bir kanadı sabit şekilde geniş kanattan içeriye adımını atarsın. Hemen kapının yanında, sol tarafında küçük bir pencere, ufak odanın ışığını serper. Tam giriş kapısının karşısında bir yüklük vardır. Epey bir yorgan döşek yığılmıştır. Yüklüğün sağ tarafında mutfak rafı vardır. Birkaç tabak ve çanak ile çay demliği bulunur. Yerler topraktandır. Her süpürüldüğünde ince bir tabaka eksilir üstünden. Birkaç yılda bir zemin özel karışımlı çamurla kaplanır.
Girişin sol tarafından, başka bir kapı ile esas odaya geçilir. Kalın duvarların içine gömülü ve sade şekilde işlenmiş toplu (pencere) içeriyi aydınlatır. Kapıyı araladığında 1,5 x 3 metrelik bir alan ayakkabılıklar için ayrılmış olarak bırakılmıştır. Kışın odun ve tezekler için sağ taraftan küçük bir alan bırakılır. Bittikçe odun ve tezek takviyesi yapılır. Orada sadece bir günlük ısınma ihtiyacını karşılayacak kadar odun ve tezek konulur.
Ayakkabını çıkardıktan sonra sağlı sollu olarak ve 20 santim yüksekliğinde sabit bir sedir vardır. Üzeri babaannemin kendi dokuduğu uzun halılarla kaplıdır. Bu el emeği halıların üzerini artan kumaşların birbirine eklenip içleri artık çaputlarla doldurularak yapılan minderler kaplar. Her iki tarafın uçlarına doğru özel, misafirler için daha yumuşak olması için yapılmış yün minderler bulunur. Duvarla teması koparması ve oturanların rahat etmesi için insanların sırtlarını yasladıkları yastıklar sıra halinde dizilmiştir. Üzerleri aynı desenden olacak şekilde bir yüzü desenli arkası ise düz ve açık renklerle dikilmiş yastıklar. Bunlar da misafir içindir. Girişte el emeği ile örülmüş yastıkları biraz daha çökmüş ve yıpranmış hali ile dizilmiş bulur insan. Bu yastıkların içleri anızlarla doldurulmuştur. Zamanla, kullanıldıkça içindekiler yavaş yavaş ezilir.
İki sabit ve alçak sedir arasında uzunca bir aralık vardır. Burası kışları soğuktan koruması ve temizliğinin kolay yapılabilmesi için desenli muşamba ile kaplanır. Yazları ise o muşambanın yerini toprak zemin alır. İlkbaharla birlikte kaldırılan muşambanın yeri süpürülmesi için hafif ıslatılır. Tozlanmaması için yapılan bu sulama ile yağmurun ilk yağdığında topraktan fışkıran kokuyu alır insan…
Pencereler kalın duvarların içine saklar gibi yerleştirilmiştir. Sade bir işleme göze çarpar. Ama işlenmiş olduğunun ne kadar önemli olduğunu bilemez insan. Çünkü bu oda özel bir odadır. Geniş pencerenin bir tanesinde mutlaka Kur’an-ı Kerim vardır. Bir diğerinde ise mutlaka bir sürahi ve bardak bulunur.
Odanın tam ortasında uzunca alanda kışları soba kurulur. Tam ortasına denk gelmesine dikkat edilen soba kışın sürekli yanardı. Sadece bu odanın ısınması için pencere önünde odunluk olarak bir alan tahsis edilmişti. Kış yaklaşınca orada odunlar istiflenir, çabuk yanması için tezekler de torba halinde yığılırdı. İç odaya günlük olarak buradan takviye yapılırdı. Özellikle ıslanmış olan odunların biraz kuruması için bu gerekli idi. Kömürün kullanıldığını hatırlamıyorum. Kömür, biraz şehirli insanların yakıt türüydü bize göre. Köylüye uzak ve gerekli değildi.
Elektriğin olmadığı çok az zamana şahit oldum. Pencerelerin tam karşı tarafındaki duvarda iki tane gaz lambası asılı olarak bulunurdu. Akşam olduğunda gaz takviyesi yapılarak fitili uzatılıp yakılırdı. Kısa bir süre sonra gelen elektrik ile gaz, fitil ve lamba da hızlıca tarihteki yerini aldı.
Gaz lambaların asılı olduğu duvarda mutlaka bir halı da asılı dururdu. Genelde hayvan figürlerinin bulunduğu bu halıların hediye olarak geldiğini hatırlıyorum. Renkli ve resimli olan bu halılar odaya farklı bir hava katıyordu. Ancak rahmetli dedemin hacdan sonra bu halıların yerine sadece Kâbe resimleri işlenmiş halıları astığını hatırlıyorum.
Sohbetin, dertleşmenin, çözüm arayışların, yolda kalmışın, önemli olayların öncesinde, yaşanan bir krizde, yetişkin oyunlarının oynandığı mekanlardır köy odaları.
Bu odalarda misafire ya da kısa süreliğine de olsa kalacak insanlara hizmet önemlidir. Misafirlere olabildiğince hassas davranılırdı. En iyi yemekler hazırlanır ve bolca hazırlanan bu yemeklerden misafirleri ziyarete gelen diğer köylülere de ikram edilirdi.
Rahmetli dedem muhtar olunca, yukarıda bahsettiğim şekilde bir köy odası yaptırmıştı. Muhtarlık dönemini hatırlamıyorum ama sonrasında bu mekânı hep kullandı. Diğer aile sakinlerinin kaldığı ev ve odalar 50 metre uzağında idi. Gelen misafir ya da köy ahalisi için hep bu oda kullanılırdı.
Her gün mutlaka üç beş ve daha fazla kişi odada bir araya gelirdi. Misafirlerin olmadığı zamanlarda bile yoğun olarak kullanılırdı. Misafirlerin olduğu zamanlar gençler hizmette kusur etmemek için çok çaba sarf ederlerdi. Bizler de hizmet eden bu büyüklerimizi dikkatlice izlerdik.
Köy odası yaşantımda kayıtlarımda yerini koruyan bir anım vardır:
10 yaşındaydım ve misafirlere hizmet etme noktasında bir deneyimimin olmadığı zamanlardı. Hizmet edilirken destek olurdum ama tek başıma hiç hizmet etmemiştim.
Komşu köyden dedemin arkadaşları gelmişti. Yaz ayıydı ve ailemin diğer fertleri ya harmanda ya da tarlada idiler. Tam olarak hatırlamıyorum. Ama bildiğim ve hatırladığım şey annem vardı. Diğer evde yemekleri hazırlamış ve çaylar demlenmişti.
Yemek sofrasını toplamak, taşımakta sorun yoktu. Onları tek başıma yaptım. Sofrayı kurduktan sonra ben beklemeye başladım. Dışarıya çıktım.
Sıra çay ikramına gelmişti. Çayları doldurdum. Misafirlere ve dedeme servis ettim. Sonra beklemeye başladım. Beklerken kendime de bir çay koydum ve oturdum sedirin kapı tarafındaki kısmına.
Misafirlerden biri “Hizmet eden de bizimle oturuyor. Bizimle çay içiyor.” dedi. Bir şeyi yanlış yaptığımı anladım ama neyi yanlış yaptığımı çıkaramadım. Ta ki dedem yüzünde kızarıklık ve mahcubiyetin eşliğinde kısa bir açıklama yapana kadar. “O da öğrenecek, o da öğrenecek amcası…” dedi. Anladım ki misafire bir şeyler ikram edince ayakta beklemek ve yeme içme olayına girmemek gerekiyordu.
Davranışını anlayışsız bulduğum o misafire karşı kırgınlığım oluşmuştu. Güzel görünen o çayı içemedim. Çaylar bitince doldurup girişe gittim. Bunun üzerine dedemle herhangi bir konuşmam olmamıştı. Üzüldüğümü o da fark etmişti halbuki.
Köy odasının benim o yaşımda anlam veremediğim bir hizmet kültürü vardı ve ona göre davranmak gerekiyordu.
Köy odamızla ilgili hafızamda bu olay ve kış aylarında güneşin yeni doğmaya başladığı anlarda sobanın sıcaklığının hafif karanlığı parçalayan o gür yanışı ile çıkardığı ses kaldı.
******
Köyümüzde iki tane köy odası vardı. Biri bize aitti. Diğeri ise köyün ileri gelen ailesine. Bu oda köyün merkezindeydi. Uzun bir süre muhtarlık yapmış olan bu büyüğümüzün mekânı sonrasında da uzun süre kullanıldı. Kışın sabahları güneşin biraz yüzünü gösterdiği zamanlarda odanın duvar dibinde gençler ve orta yaşlılar toplanırdı. Sohbetler ve şakalaşmalar ile kahkahalar yükselirdi. Sesi duyan diğer köy sakinleri de eşlik etmek için gelirlerdi. Kısa bir süre içinde en az on, on beş kişi toplanırdı.
Duvar dibinde bekleyen köylülere, içeriden sıcak çayın hazır olduğu haberi gelirdi. Buna yaşlıların o enerjiyi içeriye taşıma isteği eşlik ederdi. Sonrasında herkes içeriye geçer, komik ve ilginç anılar tekrar tekrar anlatılır ve her seferinde yeni duymuşçasına kahkahalar atılırdı. Çünkü anlatıcı her seferinde olayı anlatırken yeni katkılar yapardı. Bu durum öğleye kadar devam ederdi. Çünkü ahırda yemlenmeyi bekleyen hayvanların bakımının vakti gelirdi.
Soğuk günlerin ruhları ısıtan anlarıydı bunlar… Bu odalar köylünün birbirinin derdini dinlediği, yardımlaşma ve dayanışma fitilinin atıldığı mekanlardı. Köy odaları, uzaktan çocuğundan haber bekleyenin, gelen haberi ilk paylaştığı mekandı. Yeni yerler görmüş olanın yaşadıklarını anlattığı yerlerdi. Hayır işleri için organizasyonun yapıldığı, şer işleri için de istişarelerin yapıldığı yerlerdi. Odalar sadece erkeklerin buluştuğu bir mekandı. Erkekler buralara gelince kadınlar da ev ziyaretine giderleri.
******
Köy odaları belki nostalji olarak kaldı. Bir dönem sosyal bir alan olarak misyonunu yerine getirdi. Özerkleşmeye başlayan dünyada bu anların benzerini tekrar yaşamak adına ne kadar çok fazla aksiyon içinde olduğumuza etrafımızda şahidiz. Ama nafile… O zamanlarda bu odalar bir istişare meclisi, bir kriz yönetme masası, bir eğlence, buluşma ve misafir ağırlama mekanıydı. Bu odalar zamanında tüm bunların gereğini yerine getirdiler. Şu anda ise istişareler telefonla ve bireysel düzeyde, krizler kendi içinde ve yalnız, buluşmalar kafelerde veya karşılıklı ev ziyaretlerinde, eğlenceler farklı ve yabancı mekanlarda, misafirler ise otele kaldı.
Bu bir eleştiri değil. Zaman ilerliyor ve sürekli bir değişim var. Sosyal ortam da buna göre şekilleniyor. Geçmişe, bu odalara gitmek, bizim kendi deneyimimizle ilintilidir. Nasıl ki göçebe yaşantıdan yerleşik düzene geçildi ve göçebe kültürü geride kaldı ise köy odaları da miadını doldurarak yerini yeni ve farklı ortamlara bıraktı.
Önemli olan yaşadığınız zaman diliminin dilini doğru anlamak ve yaşamak. Geçmiş kültürel ögelerin özlemini çekmek, şu zaman dilimini yaşamayı engelleyen önemli bir tutumdur. “Hey gidi o eski günler!” dediğimiz şu günde bile, yakın bir gelecekte; “Hey gidi o eski günler!” diyecek gençlerle, çocuklarla birlikteyiz. O yüzden bu kültürel ögenin varlığına dair bilgi bile insanlığın gelişiminin geldiği noktayı ortaya koymaya yeter.
Zamanda kalmak, zamanın ruhunu yakalamak, geçmiş zamanlarda kalmaktan her zaman anlamlıdır vesselam.
Recep DAĞDEMİR
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ