“Oğlan eve gelecek te, mahlenin uşahları bırahmıyo” deyin bi laf var. Bizim millet de gülecek ağlenecek de, dert, gayle yahasını bırahmıyo.
Millet nası gulsün ? “Bal bal” demeynen ağaz datlanır mı? “Hadi gulek” demeynen gulunür mü? Milletin hali vahti ortada. At buluyolar meydan bulamıyolar, meydan buluyolar at bulamıyolar. Aza goyyolar almıyo, çoğa goyyolar dolmuyo. Gunneri, gunnerini aradıyo. Guvendikleri dağlara garlar yağayo. Borçları hırtlahlarına dayanmış, uçan guşa borçları var. İki yahaları bir araya gelmiyo, gamgaynan gaşınıyolar.
Millet dertten, gayleden bunnundan solurken, aha bahar geldi. Hoş geldi safağaldi. Buyursun gelsin. Gokten ne yağmış da yer gabul etmemiş.
Bahar kotü olur mu? Yazı yaban şennendi. Ağaçları görsen, bi çiçek açtı bi çiçek açtı, hele ki erik ağaçları çiçağanden dalı bucağa gozükmez oldu. Ekinner ayrı bi âlem. Gozüyün alabildiği yer yemyeşil ekin. İğde ağaçları burcu burcu kohar oldu. Çiğdemler depeleri kilim gibi sardı. Gırmızı gelincik, sarı hardal çiçekleriynen doldu her yer.Yol kenalları bile çıtlıh çiçayinen gaplandı.
Bahar ayları gelince; bi gış boyunca guru samanınan, kepağnen ahırda cannnarı çıhan mala davara da gun doğar. Ahırda zaptolmazlar, yeşil çayıllara, çimennere, adam boyunu aşan otlara hucüm edeller. Gerçi “şu yalan dünyada her nimetin bi cefası olur”deller. Derelerin goletlerin yahınında yaşıyan, serçe barmağ büyüklüğünde, pallah renkli, tipi halikoptere benziyen, bunalekler inağa danıya musallat olur. Suyun kenarında mustur mustur dururken, birden havalanıp innesini inağ danıya batırır. Yav, o goca hayvannar acıdan guyruğu dikip havalara sıçrıyarah bi gaçmıya başlallar, tırısa galhmış at yetişemez. İnek önde, inağa gutmiye getiren gişi inek gaybolmasın deyin inağan arhasında, goş babam goş, yahala yahalıyabilirsen… Neyse ki, bu goşu inağan ahıra varmasıyla sona erer. Yazıya çıhan hayvannardan guzel habeller de gelir. Bi bahan, cıngırah sesleriynen koye dönen goyun sürüsünün arhasındaki çobanın gucağanda bi guzu yavrusu… Goyun yazıda guzulamış, çobanda guzuyu gucağna almış getiriyo. Guzu yavrusu bi sevimli olur bi sevimli olur. Her hayvanın yavrusu guzel olur da, guzunun sevimliliği bambaşgadır.
Baharda, dağa daşa, gurda guşa gelen sevinç, mutluluh, helbet insana da uğrar. İnsanın gozü goğnü açılır. Gışın ayazı, fırtınası unudulur gider. Yeni bir dönem başlar. Ehtiyalların esgi takvim, esgi hesap dedikleri takvime gore, Mayıs’ın altısında yaz başlar. Yaz aylarının başladığı bu güne, kimi yerlerde “Hıdırellez”, kimi yerlerde “Eğrice”, bizim oralarda da “Ağrice” deller.
Haber tek,” rivayet muhtelif” hesabı, Ağrice hakkında bi çoh hekaye ve efsane vardır. İşin hekayesini ve efsanesini bi tarafa bırahırsah; Ağrice, insanımızın evinde yediği yiyecağ, içecağ, bi dere kenarında, bir pınar başında, eşiynen dostuynan, gulerek ağlanerek yemesinden ibarettir. Bu annamıyla, Ağrice yaz mevsiminin ilk pikniğidir.
Gadınnar Ağrice Pikniği için gunner öncesinden hazıllağa başlallar. “Sen şunu yap, ben bunu yapıyım” diyerekten her işi planlallar; “sen börağ yap, ben datlıyı yapıyım”, “sen bidonnan suyu getir, ben guccük tüpünen çaydannığı alıyım”, “sen salıncah için ip al, ben sermek için kilim getiriyim” gibi nice nice işler…
Ağricenin nişannılı gızlar için ayrı bir önemi vardır. Ağriceden önce oğlan tarafı nişannılı gıza Ağricelik elbise alır. Nişannılı gız Ağrice pikniğine alınan bu Ağricelik elbiselerle gelir. Annaddığımız hazıllıhlardan soğna, Mayıs’ın altısında zabağnan bi telaş başlar. Gadınnar, gun erkenden milleti galdırıllar. “Şunu alın, bunu alın, aman şunu unutmayın, bunu unutmayın” talimatlarıyla Ağrice Pikniği’nin malzemelerini hazıllayıp, hasır sepetlere, bazar torbalarına doldurullar. Malzemelerin ağar olannarını erkeklere veriller. Çocuhların bazıları; “ben de bişey goturecağam” diye dutturur, onnara da; “sen de şunu gotür gulü!” diyerek taşıyabileceği bi gap gacah veriller. Horanta malzemeleri yuklenip havluya çıhdıhtan soğna, malzemeler eldeyken; “şu kimde, bu kimde?”, “şunu aldınız mı, bunu aldınız mı?” deyin ayah üstü son bi gontrol daha yapıldıhdan soğna, çatal gapıdan çıhılır.
Yola düşülmüştür artıh. Manzara gorülmeye dağardir gerçekten. “Cümbür cemağat” dedikleri bir manzara vardır. Guççüğünden büyüğüne, herkesin elinde bi malzeme vardır, herkes bişey daşımahtadır. Manzara; herkesin bir işin ucundan dutarah, aynı iş etrafında aynı duygu ve düşünceyi paylaşmasının resmidir.
Tozlu yollarda yürüyerek, gadınnarın giydiği şipşibilerin çıhardığı şip şip sesleri eşliğinde, Ağrice pikniğine birlikte gidilecek gonşuya veya evin nişannılı oğlu varısa dünürlere uğranılıp, gomşu veya nişannılı gız dâhil dünürler alındıhtan sonra yola devam edilir.
Mukremin’e doğru giderken hamamın sapağını geçince, garayolun sağanda Ağri Öz’ün solunda yer alan Millet Bahçesi’ne varılır.
Millet Bahçesi’ne varıldıhtan soğna, “neriye oturah?” deyin yer arama başlar. “Şura eyceymiş; kolgeymiş guneş düşmez, kilimi genişce şurıya sererik, şu ağacın dalı sağlamımış salıncağda orıya gurarıh” diyerek yer tesbit ettikten sonra, kilimleri serip, ellerindeki malzemeleri indirip oturullar.
Çocuhlar hemen oyuna dağalır. Gız çocuhları ekseri ip atlar, oğlan çocuhları top oynallar.
Böyükler, yannarında yörelerindekilerin kim olduğunu annamıya çalışıllar. Gadınnar, “gız anam şurda oturannar bizim mahleden şunnar dağal mi?” gibisinden sorularla tanıdıhları tesbit ettikten soğna, aralarında nişannılı gız varsa düğunünün ne zaman olacağandan bahsedeleller.
Yavaş yavaş piknik için hazıllayıp getirdikleri malzemeleri, “şunda gırılacahlar var gırmayın, bunda dokülecekler var dökmeyin” uyarıları ile açallar. Yapılacah işlerin çoğunu gadınnar yapar, erkekler çoğuncası, “rüzgâr söndürmesin” deyin dulda bi yer bularah guccük tüpte çay demleller. Gadınnar, yurlar yıhallar, keseller doğrallar, sufrayı gurmıya başlallar. Onca tedbire rağmen bi şeyler unudulur. En çoh unudulanlar genelde; kibrit, duz, çay ya da şeker olur. Gadınnardan biri; “vıh anam duz almayı unudmuşuha, halbıysam gendi eliminen hazıllayıp nayluna sardıydım” der. Çıhan en ufah bi ahsilihde sohranmah bizim oraların adamının tebağatinden olduğundan; “her boyayı boyadıh da, fıstığ yeşil ağsik galdı” deyin, ahsiliğe çözüm bulmah yerine pikniğe laf dohundurullar.
Savossun gadınnar, böyle ahsilik durumlarında erkekler gadar söylenmeyip hal çaresine baharlar. Gadınnardan biri yahınnardaki çocuhlardan birini çağırıp, yumuş buyurma öncesi guzel laf söyleme geleneğine uyarah; “kolesi olduğum, koşek gozlüm, duz almayı unutmuşuh, bi goşu git al gel” diyerek çocuğu yahınnardaki tanıdıhlara gonderip duz işini halledeller.
Sufra hazırdır. Canıyın istediği her şey var sufrada. Bi guş sütü eksik. Dizlerini gırarah sufra bezini dizlerini üstüne çekerek sufrıya oturullar. “Gannınız acıhmadı mı?” diyerek çocuhları çağarıllar. Herkeste bir keyif, bir iştah… Kimi eller börağa, kimi eller üstüne gırmızı pul biber saçılan gaynamış yımırtaya, kimi eller pendire, kimi eller çaya uzanır. Çay bardahlarının biri dolar, biri boşalır. Yerler, içeller, şahalaşıllar, guleller… İşte Ağrice budur!
Adnan KORKMAZ
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ