Apartman Meselesi Üzerine


Kendi Özelimde Bir Değişim Hikayesi


Rahmetli dedem Hacı Abdullah, Sorgun’un Ahmetfakılı köyünde çiftçilikten elde ettiği kazancının bir kısmıyla düzenli olarak köyünden arazi alırken bir kısmıyla da Sorgun’da arsa/arazi yatırımı yapmıştı. Sorgun’a yerleşme fikri oluşunca 1970’li yılların başlarında Sorgun Yenimahalle’deki (Laleli Camiinin hemen yakınındaki) arsasına hem kendisi hem de çocukları için evler inşa etmeye başlamıştı. Tek katlı olmak üzere birbirine bitişik ve karşılıklı olarak inşa ettirdiği bu evlerin sayısı zamanla sekize kadar ulaşmış adeta küçük bir sokağa dönüşmüştü. Sokağın başında (Cumhuriyet Caddesine çıkışında) Trabzon’dan göç etmiş ve kaplıca işletmeciliğiyle iştigal eden bir ailenin yine karşılıklı iki katlı evleri sıralanmaktaydı ve muhtemelen bundan dolayı da sokağın ismi Karadeniz Sokak olarak geçmekteydi. Şimdi kontrol ettiğimde bu bölgedeki sokak adlarının değiştiğini, yeni sokak isimlerinin sayılardan oluştuğunu fark ettim. Son dönemlerde başka şehirlerde de yaygınlaşan bu uygulamayı doğru bulmadığımı, sokakları kimliksizleştirdiğini bu vesileyle ifade etmek isterim.

Dedemin oturduğu ev Trabzonlular’ın evlerini geçer geçmez sağda sıralı evlerin en başında ve diğer evlere hakim bir noktadaydı. Bu konumuyla da dedemin büyük ailenin reisi olarak otoritesini pekiştiriyordu. L şeklinde kıvrılarak devam eden sokağın bitiminde sağlı sollu ahırlar, kümesler, ambar, tandır ve dedemlerin hazın damı olarak adlandırdığı kilerler sıralanmaktaydı. Devamında ise ailenin meyve ve sebze ihtiyacını karşılayan yaklaşık 2,5 dönümlük bir bahçe yer almaktaydı. Bahçenin bir kısmını dedem ekip biçerken, kalanını da çocuklarına bölüştürmüştü ve herkes kendisine ait kısmı ekerdi. Anlaşılacağı üzere, dedem her ne kadar Sorgun’a yerleşmiş olsa da köyden alışageldiği geleneksel yaşam tarzını devam ettirecek bir düzen kurmuştu. Diğer yandan ailenin bir kısmı her yıl okul tatilinden güze kadar çiftçilik işleri için geçici olarak köye taşınır, elde edilen mahsulle birlikte köye dönerdi.

Babamın tayini Sorgun’a çıkınca biz de 1979’dan itibaren bu sokakta yaşamaya başlamıştık. 1979- 1986 yılları arasında çocukluğum bu sokakta geçti. İlkokul hayatımın ve ortaokul hayatımın bir kısmının geçtiği bu sokak ve çevresi, zihnimde yer edinmiş birçok çocukluk anısının da mekanıydı. Dedemin katı disiplininden fırsat buldukça güzel günlerimiz oldu. Bizler çocukluğumuzun gereği dünyayı oyun odaklı görürken, dedem tüm dünyasını iş üzerine kurmuştu. O yıllarda bu durum hiç hoşumuza gitmese de geriye dönüp baktığımda dedeme bazı noktalarda anlayış gösterebiliyorum. Çocukluğu zorluklar içinde geçmiş, çok çalışarak o günlerdeki birikimini elde etmiş olan dedem,
onlarca kişiden oluşan ailenin tüm maddi sorumluluğunu üzerinde hissettiği için son derece çalışkan, tutumlu, ihtiyatlı ve disiplinli bir kişilik geliştirmişti. Neredeyse 1987’deki vefatına kadar ailenin tüm gelirlerini tek elden yönetmeye gayret etti. Onun sert ve otoriter yönetiminde, ailedeki her bir bireyin üretime katkısı olmak zorundaydı. Çocuklar küçük yaşlardan itibaren bu sürece dahil olur, kendilerine uygun rol ve görevlerde ailenin işlerine katkı verirlerdi. Dedemin israf ve savurganlığa asla tahammülü yoktu. Bağ ve bahçelerden, hayvancılıktan ailenin iaşesine yetecek kadar ürün elde edilirdi. Tarlalardan ve diğer ticari faaliyetlerden elden edilen gelir son derece ölçülü ve kontrollü kullanılırdı. Bu sebeple ailenin belli bir gelir seviyesi olsa da son derece mütevazı bir yaşam tarzı vardı. Aslında, bu yaşam tarzı sadece bize has değildi. Başta Sorgun olmak üzere Anadolu insanı benzer şartlarda yaşıyordu.

1986’da ise dedemlerin yine 70’li yılların başında Cumhuriyet Caddesiyle Kadir Çetin Caddesinin kesiştiği noktadaki arsaya bir akrabasıyla ortaklaşa inşa etmiş olduğu belki de Sorgun’un ilk betonarme binalarından biri olan üç katlı apartmanın en üst katındaki dairesine taşınmıştık. Burası orada yaşadığımız yıllarda Sorgun’un en canlı ve işlek noktalarından biriydi. Bina galiba ilk başlarda otel amaçlı inşa edilmiş, daha sonra da giriş katı dükkan üst katları ise büro olarak kullanılmıştı. Bu binaya taşındıktan sonra yaşam tarzımız da ister istemez değişmeye başlamıştı. Toprakla bağımız azalmıştı, arada bir gitsek de bahçeyi artık ekmiyorduk. Ahır, kümes vb. de geride bırakılmış, hayvanlar elden çıkarılmıştı. Dedem vefat ettikten sonra babam iki kardeşiyle işlerini ortak yürütmeye devam etmiş olsa da artık yavaş yavaş çekirdek aile yapısına dönüyorduk. Sanıyorum dedemin vefatı bu süreci hızlandırmıştı. Sonrasında babam, kardeşleriyle işlerini ayırdı ve 1994 yılında Yozgat’a taşındık. Bense 1991’de üniversiteyi kazanıp İstanbul’a gittiğim için Sorgun’dan daha önce ayrılmıştım.

Benimle yaşıt o apartman aradan geçen 50 yıla rağmen hala yerinde. Yenimahalle’deki tek katlı evlerimizin yerinde ise bugün bir site var. Çocukluk anılarımızın geçtiği o yerde beton bloklar görmek tuhaf, yakıcı bir his. Sokak, evler, bahçe tam olarak neredeydi, anlamak güç. Sanki hiç yokmuşlar, hiç yaşanmamış gibi…

Mekanlara anlam katan şeyin hatıralar olduğu kadar, hatıraların da yaşandığı mekanlarda anlam bulduğunu bizzat tecrübe etmek ne acı…

***

Sorgun’da Kentsel Dönüşüm

(Fotoğraf: 1980’lerin başında Sorgun. Caddedeki bir apartmanın çevredeki diğer yapılardan ne kadar kopuk, tezat içinde ve çirkin durduğu açıkça görülüyor.)

50’li yıllara ve daha öncesine tanıklık edenler Sorgun ilçe merkezinde evlerin nadiren çatılı olduğunu anlatıyorlar. Rauf Yücel’in anılarında bu konu detaylı olarak işlenmiş. O zamanlar Sorgun, nüfusu 3 bini bulmayan bir kasabaymış. 80’li yıllara tekabül eden çocukluğumun Sorgun’u ise nüfusu 20 bine dayanmıştı. İlçenin yaygın konut yapısı büyük oranda tek katlı, bahçeli müstakil evlerden oluşmaktaydı. Sadece meskenler değil şehrin “çarşı” diye tabir edilen merkezindeki dükkan ve mağazaların da çoğu tek katlı yapılardı. Lakin özellikle 80’lerin ortasından itibaren başta Cumhuriyet Caddesi olmak üzere ana caddelerde apartmanlaşmaya dönüş de başlamıştı. Bu süreç 90’lı yıllarda daha belirgin hale geldi. O tarihlere kadar apartmanlarda 5 kat sınırı vardı diye hatırlıyorum. Bu kural da galiba Atatürk Bulvarının açılmasıyla değişmişti. Bulvar üzerinde 10 katlı bir apartmanın inşa edilmesi bu dönüşümün hızlanması için önemli bir milat olmuş olabilir.

Bugünün Sorgun’u ise artık büyük oranda apartmanlaşmış durumda. Bizim zamanımızda yapılaşmanın çok az olduğu mahalleler tanınmayacak şekilde değişmiş. Verimli tarım arazileri beton bloklarla hızla işgal edilmiş. Dikey yapılaşma hastalığı Türkiye’nin her yerini olduğu gibi Sorgun’u da adeta bir ur gibi sarmış görünüyor. Tarihi dokularını korumayı başarmış birkaç şehri ayrı tutarsak Anadolu şehirleri hızla dönüşüyor ve birbirine benziyor. Bu dönüşüm furyası esaslı ve uzun vadeli planlamalardan uzak, mimari ve estetik kaygıdan bihaber, tarih ve medeniyet bilincinden yoksun bir anlayışla yürütülüyor maalesef. Neticesinde insanımız gibi, şehirlerimiz de kaçınılmaz bir şekilde kimliksizleşiyor ve
ruhsuzlaşıyor.

***

Apartman Olgusu

Batı’da çoğunlukla dar gelirlilerin ucuz/ekonomik konut ihtiyacını çözmek için geliştirilen, bizde ise bir dönem statü ve prestij simgesi olarak kabul görmüş apartman olgusunun sosyo-ekonomik arka planına ve gelişimine dair acizane gözlem ve tespitlerimi şöyle sıralayabilirim:

Eskiyen evleri yenileme ve yeni konut ihtiyacını çözme: Eskidikçe bakım, tamirat, tadilat masrafları artan evleri yenilerken diğer taraftan büyüyen ve evlenen çocukların ev ihtiyacını da çözmek kulağa oldukça ikna edici geliyor. Bir taşla birden fazla kuş vuruluyordu böylece (!) Evdeki hesap çarşıya uydu mu acaba?

Rant arzusu: Tek katlı bir evi yıktığınızda yerine çok katlı bir apartman inşa edebiliyorsunuz. Bu durumda hem toprak sahibi bir anda birden çok daire sahibi olurken inşaatı yapan müteahhit de kazanç elde ediyor. Bazı popülist siyasetçiler de oy ve çıkar kaygısıyla bu sürece çanak tutuyorlar. Bu yolla inşaat sektörü büyüyerek ekonomiye can vermiş (!) oluyor.

Konfor ihtiyacı: İnsanoğlunun konfor düşkünü bir canlı olduğu gerçeği yadsınamaz. Apartman dairesi de ısınma vb. açıdan daha zahmetli olan eski sobalı evlere göre genelde kaloriferli olduğu için daha konforlu bir seçenek. Sadece bu bile birçok kişi için tercih sebebi belki de.

Sınıf atlama hevesi: Bugün belki o derece olmasa da apartman eskilerde doğrudan kente ait bir semboldü ve modernleşmeyi temsil ediyordu. Düz ayak evlerde ayağı toprağa basarken, apartman katına çıkarak ayağı yerden kesilen insan, sadece fiziken değil sınıfsal olarak da yükseldiği yanılsamasına kapılıyordu.

Gösteriş belası: Eski zaman insanı genellikle zenginliğini gizlemeyi tercih ederken, bu çağın insanı alabildiğince başkalarının gözüne sokmayı bir maharet zannediyor. Yüksek binalar, şatafatlı apartmanlar da bu amaca hizmet eden oldukça kullanışlı enstrümanlar. Özellikle yurtdışında yaşayan gurbetçiler, memleketlerinde görkemli bir apartman yapmayı bir övünç vesilesi haline getiriyorlar. Halbuki çoğu yılda bir ay bile bu evlerde yaşamıyorlar. Bu evler tam bir kaynak ve milli servet israfı!

Gelgelelim apartman olgusunun (yine kendi gözlem ve tecrübelerime dayanan) sonuç ve etkilerine:

 Apartman ve daha ileri versiyonu olan site (kapalı devre bir yaşam biçimi sunduğu için) mahalle kültürünü yok ediyor. İnsanlar ister istemez birbirleriyle daha az iletişim kuruyor, birbirlerini daha az tanıyor ve kaçınılmaz olarak birbirlerine daha az güven duyarak yabancılaşıyorlar.

 Apartman, insanı çevreye, doğaya yabancılaştırıyor. Yüksek bir apartman katından dünyaya bakan insan kendisini tabiattan üstün görme yanılgısına düşebiliyor.

 Apartman insanın toprakla bağını zayıflatıyor. Özü toprak olan insanın topraktan uzaklaşması özüne yabancılaşması sonucunu doğuruyor.

 Günümüz apartmanı insani değil. Beton duvarlar ve hava geçirmeyen plastik pencereler arkasında insana hapis hayatı yaşatıyor. Bu yönüyle özellikle evde daha çok zaman geçiren yaşlıların ve çocukların hayat kalitesini düşürüyor, psikolojisini bozuyor.

 Apartman, mahremiyeti de ortadan kaldırıyor. İç içe yapılan binaların balkonlarından pencerelerinden evler birbirlerini çok rahat görebiliyor. Halbuki eski klasik mahalle formasyonunda mahremiyet konusuna çok dikkat edildiğini biliyoruz. Evler inşa edilirken komşuların mahremiyetini ihlal etmeyecek bir hassasiyetle hareket edilirmiş. Hatta komşunun güneşine dahi engel olmamak gibi yüksek bir incelik gösterilirmiş. Nereden nereye…

 Balkon apartmanla hayatımıza giren bir olgu. Birden çok katlı eski Türk evlerinde balkona pek rastlanmazmış. Balkona oturup dışarıyı izlemek komşuları rahatsız edeceği düşüncesiyle ayıp karşılanırmış. Oysa balkon günümüz apartmanının tek nefes alma alanı olarak görüldüğü için bu hassasiyetler terk edilmiş, unutulmuş durumda maalesef. Ailelerin balkonlara birbirini görecek şekilde oturup, yiyip içmeleri, yüksek sesle konuşup gülüşmeleri artık çok doğal karşılanıyor. Kültürel değişimin boyutunu anlamak için çok çarpıcı bir örnek olsa gerek.

 Sunduğu konforun sonucu olarak apartmanlar (ısınma, aydınlatma, asansör vb. fonksiyonlar için) daha fazla enerjiye ihtiyaç duyuyor ve daha fazla enerji tüketiyor. Enerji bağımlılığı yüksek yapılar, ülkelerin enerji politikalarını da etkiliyor ve değiştiriyor. Bugün devletlerarası güç mücadelelerinde enerji meselesi artık en kritik ve stratejik faktör olarak öne çıkıyor.

Yukarıdaki maddelerin sayısı arttırılabilir elbette. Ben aklıma ilk gelenleri yazmaya çalıştım. Şunu ifade etmem gerekir ki, bu yazının ana fikri apartmanı tüm kötülüklerin sebebi (!) ilan etmek değil. Neticede bu yapılar kendiliğinden yerden bitmiyor, onları inşa eden bizleriz. Demek ki bizler değişiyoruz. Konuta, şehre, mimariye, estetiğe bakışımız değişiyor olmalı ki yapılarımız da değişiyor. Yapılar da değişebilir muhakkak, değişecektir de. Bu son derece doğal. Yenilikçi unsurlar, yeni yaklaşımlar, yeni anlayışlar, yeni teknolojiler, yeni malzemeler gelişecek/geliştirilecek; belki ihtiyaçlarımız ve konuta dair beklentilerimiz değişecek; tüm bunlar sonuçta bir dönüşüme sebep olacak.

Burada problemli olan bize ait olmayan bir mesken/konut modelini, kültür ve geleneğimize uygun olup olmadığını irdelemeden ezbere kopyalamaktır. Toplumlar arası kültür transferinde bu son derece sakıncalı bir yaklaşımdır. Kültürün maddi ve manevi unsurları uzun bir zaman periyodunda oluşur ve ait olduğu toplumun medeniyet tasavvuruyla uyum içerisinde gelişir, şekillenir ve yeri geldiğinde değişime uğrar. Sorgulamadan benimsenen yabancı kültür unsurları kendi kültürel kodlarımızla uyumlu değilse olumsuz manada tesirlerinin olması kaçınılmazdır. Dışarıdan aktarılan bir yenilik ya da bir teknoloji biz fark etmesek de kendi kültürel normlarıyla gelir, apartman örneğinde olduğu gibi sizin kültürünüzde tahribata yol açabilir. Meselenin “Biz Batı’nın kültürünü değil tekniğini alıyoruz” sözüyle meşrulaştırılacak kadar basit olmadığı yavaş yavaş anlamaya başladık, anlamayanların da iş işten geçmeden anlamasında fayda var.

Uzun lafın kısası, apartman bireyci topluluklara daha uygun bir konut/mesken modelidir. Bizim gibi toplulukçu kültürlerle uyumlu olmadığı gibi, insanı özüne yani toprağa, doğaya, çevreye yabancılaştırdığı için insani de değildir. Geldiğimiz noktada bu yanlıştan nasıl dönülebilir bilemiyorum ama toplumsal seviyede farkındalık geliştirmek zaruridir. Özellikle büyükşehirlerde apartmanlara kıstırılmış, beton bloklar arasında nefes alamaz hale gelmiş insanlar bu durumun farkına varmaya başlasa da müstakil konut maliyetlerinden dolayı durumu çaresizce kabullenmektedir. Buralarda toprak rantından dolayı arsa fiyatları astronomik seviyelere gelmiş olduğu için alt-orta sınıfların arsa alıp kendi evini yapması artık hayalin de ötesindedir. Bu aşamada tekrar kırsala dönüşten ya da tersine göçten bir çözüm olarak bahsedilebilir belki ama bu da ne bugünden yarına gerçekleşebilecek bir şey ne de bu yazının konusu.

Abdullah ALPAYDIN
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Author: yasin66
İsim: YASİN AĞAN