Kitabın tam adı “Sorgun’dan Çıktım Yola – Anılar” (İç kapaklarda “anılarım” olarak geçiyor) Eylül 2013’de Sorgun Belediyesi tarafından yayımlanmış. Yazarı Prof. Dr. Rauf Yücel. Ankara Veteriner Fakültesi’ni 1964’de bitirdi; 1971-77 yılları arasında Elazığ Veteriner Fakültesi’nde görev yapıp İstanbul’a geçti ve 2006’da Cerrahi Anabilim Dalı Başkanlığından emekliye ayrıldı. Bu verilere göre, 35 yılda (1971-2006) Elazığ ve İstanbul Veteriner Fakültelerinden mezun olmuş pek çok veteriner hekimin hocası. Fakülteyi bitirdiğinde ben asistandım; Elazığ’da başlayan dostluğumuz incinip örselenmeden bugüne dek süregeldi. Üç gün eksiği ile üç yıl büyük olmama karşın bana “Ferruh” der. Ben de burada kendisinden “Rauf” diye bahsedeceğim.
Rauf’un bilim adamlığı yanında şairliği de var; 1999 ve 2011’de yayımlanmış iki şiir kitabı bulunuyor. Bahse konu kitap ise Rauf’un 1958 Ekim’inde, üniversiteye kaydolmaya giderken ilk kez bindiği trenin Yerköy İstasyonundan Ankara’ya hareketine dek oluşan anılarını içeriyor. İkinci ve üçüncü bölümler yolda; bu ilk bölüm 414 sayfa.
Kitabın sonunda yedi adet siyah-beyaz fotoğraf var. Oysa Rauf, ilk sayfadan bitimine kadar yüzlerce resim-fotoğraftan bahsediyor. Ben de bu nedenle bu yapıta “Anılar Albümü” tanımlamasını yakıştırıyorum.
Rauf, Yozgat Lisesi’nden başarıyla mezun olmanın gurur, sevinç ve heyecanı ile 1958 Mayıs’ının sonunda Sorgun’a baba ocağına döner. İlkokuldan beri ilk kez yaz tatilinde çalışmayacaktır. Özgürce gezip tozmayı hakkı olarak görüyor, ailesi de onun bu serbestliğini hoşgörüyle karşılıyordu. Kaldı ki, yakında üniversiteye başlayacaktı ve onun “fikri hazırlığı” içindeydi.
Bu duygularla, ana ocağı “Gedikhasanlı” köyüne gider. Dayısının eşeği ile çevreyi ve “Alişar Hoyüğü’nü gezer; dönüşte “Sivri Dağ”ın tepesine tırmanır. Oradan çevre köyleri ve uçsuz bucaksız Anadolu platosunu büyük bir keyifle izler.
Bana göre, kitabın sonunda anlatılan bu olay, başından beri sergilenen anıların temelinde yatan olgudur. Görünmez eller(!) Rauf’un gözlerine çok hassas bir fotoğraf makinesi yerleştirmiştir; deklanşöre saniyede bilmem kaç kez basar; börtüden böceğe, bitkiden ağaca, dereden tepeye, tarladan tokada, insandan hayvana kare kare her görüntü Rauf’un o olağanüstü belleğine fotoğraf olarak işlenir. Bunlar kitabın sonundakiler gibi siyah-beyaz da değildir; tümü renklidir ve doğanın artistik dehasının ürünleridir.
Rauf, yeri ve zamanı geldikçe bu fotoğrafları albümden çıkarıyor, allayıp pullamadan, süsleyip püslenmeden, rötuşsuz, olduğu gibi gözlerimizin önüne seriyor. Katıksız, kaynağından çıktığı gibi; çekip çekiştirmeden, ezip büzmeden, doğasındaki özellikleriyle, doğru ve uygun sözcükler seçerek fotoğrafları okşuyor; adeta bir sihirbaz gibi onlara can veriyor. Okur da bu fotoğraflarla konuşuyor, koklaşıyor, dertleşiyor. Karelerde kim, ne, kimler varsa onlarla ruh ve beden birlikteliği oluşturup, kendinizi o görmediğiniz, bilmediğiniz, duymadığınız olay ve olguların içinde buluyorsunuz.
Bir bilim insanı için araştırma ve yayınlarda “bilimsel özerklik” ne denli önemli ise bir yazar, şair ve sanatçı için de “düşünce özgürlüğü” o düzeyde önemlidir. Bu nedenle çağdaş Batı ülkelerinde “sansür” hiçbir yönüyle kabul edilemeyen çağ dışı bir baskı aracı olarak nitelendirilmiştir. Bir de “oto sansür” var; kendimizce uygun gördüğümüz kısıtlamalar. Yazar, sanatçı kendisine düşünce özgürlüğü sağlanmasını ister. Oysaki kendimizden bile saklamaya çalıştığımız gizlerimiz var. İşte yazarlar, sanatçılar bu tür gizlere istemese de “oto sansür” uygulayabiliyorlar.
Rauf, fotoğraflarını dillendirirken kendisini yüzde yüz özgür hissediyor; tüm gizlerini, ikirciksiz, okurun önüne seriveriyor. O, Rauf, bir edebiyatçı değil. Ancak, kaç edebiyatçımız oto sansür uygulamaksızın mutlak özgürlüğünü bize yansıtabiliyor?
Bu nedenledir ki Rauf’un fotoğraflarına bakanlar, günümüz Türkiye’sinde varlığını ve etkisini sürdüren çoğu sosyo-politik olayların Anadolu kırsalına uzanan kılcallarını izleyebilme olanağı buluyorlar.
Rauf’u başarılı, sevilip sayılan bir ortopedist olarak biliyorduk. Anılar kitabı ile bize pek çok alanda bilgi ve beceri sahibi olduğunu kanıtlıyor. Olayların ve olguların anatoma-patalojisini titizlikle irdeliyor. Şüphesiz bu başarısı onun bilimsel metodolojiye hâkimiyetinden kaynaklanıyor.
Anladığım kadarı ile bu kitapta Anadolu kırsalına ilişkin nüfus etüdleri (demografik), sosyolojik, pedagojik, ekonomik ve siyasal analizlere ışık tutabilecek sayısız örnekler var. Bunları görebiliyorum, okuyabiliyorum ve kendimce yorumlayabiliyorum. Ancak kitabın bir yönü var ki, beni uzmanlık alanıma çekiyor. Doktoramı 1960’lı yıllarda “Türk Folkloründe Veteriner Hekimliği ve Hayvancılık” üzerine yapmıştım. Böylece halkbilimi (folklor) konusunu tüm yönleriyle inceleyip öğrenmek durumunda kalmıştım. Rauf, Anadolu kırsalındaki halkbilgilerini A’dan Z’ye yalın, pürüzsüz, orijinal yönleriyle gözler önüne seriyor.
Yukarıda değindiğim gibi, kitabın edebî değeri üzerinde yorum yapamam. Ancak içerdiği folklorik bilgileriyle Türk folkloruna katkı yapan bir nitelik taşıdığını söylemekte kendimi haklı ve yetkili görüyorum. Doktora sonrasında da folklorik çalışmalarımı sürdürüp, bu alandaki bilimsel yayın ve etkinlikleri izlememe karşın, Rauf’un fotoğraflarından yeni bilgiler öğrendim. Bilginin sonu yok ki!…
Rauf’un anılarını, temelde, çocukluğundan beri ailesi, akrabaları ve çevresinden öğrenegeldiği bilgiler oluşturuyor. Böylesi edinimler hiçbir zahmet vermeksizin kendiliğinden belleğimizin bir köşesine otururlar. Yeri gelince anımsar anlatırız. Bunları bir öykü havasından çıkarıp, kişilik kazandıran ve ayrıcalıklı kılan yaşandıkları dönemin ilişkileridir. Rauf, yaşadığı olayları ilişkileriyle inceliyor ve yorumluyor. Tanzimat’tan başlayarak, Balkan Savaşları’na, Birinci Dünya Savaşı’na, Cumhuriyet’e, devrimlere, siyasal gelişmelere, İkinci Dünya Savaşı ve sonrası uluslararası siyasal-ekonomik bağlantılara, Kore Savaşlarına, Türkiye’nin NATO’ya girişine, Kıbrıs olaylarına ve bunların Anadolu kırsalındaki yansımalarına değiniyor. Böylesi bir anlatım olaya ve konuya ayrı bir renk ve değer katıyor. Rauf bu konuları iyi araştırmış ve doğru yönleriyle yansıtmış. Bu özellik de Rauf’un araştırıcı kişiliğinden kaynaklanıyor. Alçak gönüllülüğü, bilgeliğini gizliyor.
Bu kitaba bir “roman” dersek kahramanı belirlememiz gerek:
Anılar Rauf’un, oysa kahraman ANA!
“Kişiliğimizin gelişmesi ve karakterimizin oluşmasında anamızın etkisi babamıza göre 10 kat fazla olmuştur” diyor Rauf. Bence de doğru. Erkek egemen bir toplumun gerçeği ile ters düşmüyor mu? Okudukça anlarsınız.
Sonuç; Rauf farkında mısın? Anıların zenginliği, çeşitliliği, renkliliği ve içerdiği sosyo-kültürel ve siyasal mesajlarıyla günümüz Türkiye’sinde reytingleri sarsacak uzun soluklu bir dizi senaryosunu yazmışsın. Ellerine, belleğine yüreğine sağlık!
Prof. Dr. Ferruh DİNÇER
……………………………………….
Prof. Dr. Ferruh Dinçer Kimdir?