21.12.2014 tarihinde yaklaşık 45 dakika rötardan sonra nihayet uçağımıza binmiş ve bir saatlik yolculuğumuza başlamıştık. Uçağımızın sis nedeniyle rötar yapmış olması biraz ürkütse de her şey yolunda görünüyordu. Günlük gazetelere şöyle bir göz attıktan sonra nihayet kitabımla baş başa kalmıştım. Otobüste değil ama uçakta cidden çok güzel kitap okunuyor. Viraj yok, yol çukurları yok, sarsıntılar yok… Kendimi öyle kaptırmışım ki; her zaman duymaya alışkın olduğumuz pilotumuzun sesi duyulduğunda inişe geçeceğimizi düşünerek toparlanmaya başlamıştım bile… Fakat hayır, o aşina olduğumuz ses bu uçuşta, inme zamanında farklı bir anons yapıyordu: “Sayın yolcularımız Diyarbakır havaalanındaki yoğun sis nedeniyle 20 dakika havada asılı kalarak sisin dağılmasını bekleyeceğiz. Hava şartları nedeniyle meydana gelen bu aksaklık nedeniyle özür dileriz.” Yolcular arasında aniden bir panik havası hakim oldu. Kızgın homurdanmalar ve sesli dualar birbirine karışmıştı uçağın içinde. O an başımı ön koltuğa yasladım, uzun zamandır yapamadığım şeyi yapmaya yani kendimi dinlemeye başladım. Artık kitabımda tat vermiyordu, okuyamıyordum…
İnsanın kendiyle buluşması ne zormuş, ne zormuş her gün aynada baktığı yüze birde içerden bakması… Tam da ömür geçip giderken çok önemsemediğimiz dakikaların, saatlerin önemini düşünürken ve sadece 20 dakikanın bile bazen hiç geçmeyecekmiş gibi geldiği bir anda yeni bir anons daha duyduk “Sevgili yolcularımız hava şartları düzelmez ise Erzurum’a inmeye çalışacağız”. Artık zamanda durdu ve homurdanmalar da kesildi, fakat dualar daha bir gür çıkmaya başlamıştı. Kendim ile hasbıhalime geri dönmüştüm. Dedim ki; “iyi ki annemi gördüm, onun elini öptüm hayır duasını aldım.” Nedense ilk o aklıma gelmişti…
Sonra hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden akmaya başladı. Sahi zaman ne çabuk geçmişti, büyük bir ailem vardı; eşim, çocuklarım ve sevdiklerim…
Bensiz hayatları nasıl olurdu acaba…
O koca yıkılmaz sandığım babamın vefatı aklıma geldi. Annem o akşam demişti ki; “Gece yatarken artık kapımızı kim kilitleyecek.” Bu kadar küçük bir ayrıntıda bile takılmıştı annem…
Sahi, çocuklarımın ellerine bir diken bile batsa beni ararlardı, duyduğum zaman benim de onlardan daha fazla canım yanardı. Kime söyleyeceklerdi…
Bir yağmur yağsa ve evin çatısı aksa, kime haber vereceklerdi, ustaların hiç birini bilmezlerdi ki…
Ya işlerim…
Bitirecek o kadar çok projem vardı ki…
Sanki ben olmasam, o işlerin hiç birisi yapılmayacakmış gibi…
“Toprağın altı hep böyle kişiler ile dolu” diye hafif bir tebessüm ettim.
Acaba kabrin diğer tarafı nasıldı? Ya ben? Henüz hazır değildim ki, bu kadar çabuk olmamalı idi… Hadi diyelim dünya işi bitmez, ama daha ahirete hazır değilim ki. Yapacak çok işim var…
Sahi Cennet ve Cehennem nasıl bir şeydi.
Acaba bilmeden kırdığım insanlar var mıydı? Ya da Ahirette benden şikâyetçi olurlar mıydı?… Hayatımda en sevmediğim şey dedikodu ve gıybet idi, hiç kimsenin arkasından konuşmamaya da gayret ederdim.
Ya günahlarım? Ben onları bıraksam bile onların peşimde olduğunu biliyordum, ya günahlarım ağır gelirse…
Ama üstadımın sözü aklıma geldi, “Senin kapından başka hangi kapıya gideyim, hangi kapı var?” bütün günahlarımla yine kapına dayanacağım Allah’ım…
Bu düşünceler ile devam ederken pilotun sesi yine duyuldu “Hava muhalefeti nedeni ile en yakın havaalanı alanı olan Elazığ’a iniş yapacağız.” Ve yine bir sessizlik… Kime şikâyet edeceğiz ki? Çaresiz beklemeye başladık. 15 dakika sonra yeniden duyulan anons sesiyle derin bir oh çektik tüm yolcularla birlikte… “ Sevgili yolcularımız hava şartları Diyarbakır’da düzelmeye başlamış olduğundan inişi yeniden deneyeceğim.” İnanılmaz bir sevinç dalgasıyla birlikte sonunda Maden yakınlarından bir u dönüşü ile dönüyoruz. Hepimiz içimizden dualar ederek sessizce pencereden bakıyoruz. Diyarbakır etrafı cam gibi ne sis var, ne bulut. Fakat havaalanı çevresinde yoğun bir sis bulutu hakim. İçinden geçerken bir tünelden geçiyor gibi sarsılıyoruz, sebepler durmuş ve tamamen teslimiz artık…
Dünyanın fani olduğunu düşünüyorum, bu zamana kadar nasıl yaşamışım, geçmişimden bir dakika bile alamıyorum, geleceğim ise meçhul, sadece yaşadığım o an… Yani aslında ömür dediğimiz şey sadece o andan ibaret…
Dünyevi makamlar, paralar, şan, şöhret, her şeyin boş olduğunu düşünüyorum. Aslında biliyorum ki birçok kişi bunun farkında ama hayata geçirme aşamasında hepimiz biraz zayıf kalıyoruz.
Ve iniş için alçalıyoruz, bazı heyecanlı sesler duyuyorum: “İniyoruz galiba”
Çoğunluk konuşmuyor, pencereden seyrediyoruz merakla, sadece dudaklarda bir şeyler mırıldanıyor. Eminim ki bu sefer herkes şükür için açıyor yüreklerini Rabbimize…
Gürültülü bir şekilde uçağımızın toprağa değdiğini hissediyoruz ve ben de hasbıhalimi tamamlıyorum. Yine kurtulmuştum galiba… Kim bilir, belki de bu bir fırsattı eksik yaptığım kulluk görevlerimi tamamlamak, varsa kırdığım kalpleri onarmak adına… Ve kim bilir belki de böyle bir fırsat elime geçmeden tamamlayacağım bu dünyadaki yolcuğumu… Belki yarın belki yarından da yakın…
Prof. Dr. Hamdi TEMEL