Sorgun Düşünce Kulübü’nün bu ayki dosya konusu bir eğitimcinin hayatı. İbrahim Selman Çoşgun hocamızı, 23 yıllık bir eğitimci olarak, hakkında yazılmış iki kitap üzerinden anlatmaya çalışacağım.
Belki biraz öğretmenlikten bahsetmek gerekir.
Kutsal bir meslektir öğretmenlik. Mesleğimin ilk yıllarında bu cümleden pek haz etmezdim. Sanki iyi bir yerde olmadığımı ama kutsal diyerek oyalandığımı hissederdim. Açıkça soramasam da içimden hep şöyle sorardım: O kadar kutsal da neden darda kaldığında fikrine başvurmuyorsun bir eğitimcinin?
Böyle düşünmemin sebebi, öğretmenlik mesleğinin başka mesleklerin parametrelerince değerlendirildiğinde çok da kabul gören bir meslek olmayışıydı.
Yıllar geçtikçe seküler parametrelerin bu mesleği belirleyemeyeceğine karar verdim. Bir insan yetiştirmenin kutsallığının parametresi hiçbir zaman diğer mesleklerininki gibi değildi.
Öğretmenlik; bilmek, öğrenmek ve anlamak arasında gidip gelmekti. Bu bilmekten/öğrenmekten kastım sadece kitaplara dalmak değil. Yaşamları bilmek ve bir anlamı ve değerini görmekti. Her insanın bir kütüphane olduğunu bilmekti aslında öğretmenlik. Her yaştan öğreneceğin şeyin ne kadar değerli olduğunu anlamaktı öğretmenlik. Aslında öğrenmekti her zaman kendine dair yeni bir şeyi. Yani bir seyahatti öğretmenlik kendine dair. Öğretmenlik, anlamlı yaşamanın ihtiyaç olduğunu bilmekti.
Öğretmenlik, gönüle girmekse bunun ilk şartı gönül vermekti. Bir insanın gelişimine verdiğin önem ve gösterdiğin çaba hiçbir zaman kaybolmaz. Mutlaka hedeflediğin o gönülde yer bulursun.
Öğretmenlik nicelik değildir. Ne kadar çok öğrenciyi x mesleğine göndermek değildir. Ne kadar çok öğrenciyi insanlık adına güzel iş ve durumların bir parçası olarak yetiştirmektir. O yüzden içinde sabır olmayınca çekilmeyecek bir meslektir.
Öğretmenlik gözleri okumak ve anlamaktır. Bütün organlara hükmeden bir yaradılışa sahip iken kontrol edemediğimiz tek yönümüz gözlerdir. Bir çocuğu gözlerinden anlar ve yön verirsiniz. Heyecanını, korkularını, endişelerini, umutlarını gözlerinden anlarsınız. O yüzden öğretmenlik bir göz okuma sanatıdır.
İnsanı ancak uzaklara bakma yeteneği ayakta tutar. Her çocuk bir uzaktır. Her uzakta bir pırıltı görür insan. Ve kendine döner şunu sorar: Hayatı anlamlandıran başka ne olabilir ki? O pırıltıyı ortaya çıkarmaktan daha anlamlı ne var ki?
Öğretmenlik önce vermekten başlar. Bir alışveriş değildir. Bir veriş alıştır aslında öğretmenlik. Bir karşılık beklemeden verirsiniz. Zamanı geldiğinde bir değer olarak alırsınız ve sizin bütün zorluklara meydan okumanıza sebep olacak bir değeriniz olur.
Yakın zamanda İstanbul’da bir deprem yaşadık. Sosyal medyada çokça gündem olan bir haberi gördüğümde çok duygulandım. Bu ayrıntı aslında öğretmenliği özetliyordu. Kutsallığını ortaya koyuyordu. Haber içeriği şöyleydi: “Deprem anında müşteriyi koltukta bırakıp kaçan berberi, altınları bırakıp sokağa fırlayan kuyumcuyu, müşterilerin içeride unutan işletmecileri ve otel sahiplerini, tedavileri bırakıp kaçan hekimleri izledik. Öğrencileri sınıfta unutup kaçan öğretmenleri görmedik.” Biz de çocuklarımız ve eşlerimizi düşünmeden öğrencileri güvenli bir noktaya almak ve ailelerine teslim etmek için bütün öğretmenler olarak sabırla gerekeni yaptık. Herkesi güvenli bir şekilde teslim edince ailemizi düşünmeye başladık.
Bir eğitimci ve şair olan İbrahim Selman Çoşgun’u 23 yıllık bir eğitimci olarak iyi anlıyorum. Sizi ayakta tutanlar herkesi ayakta tutan şeyler değildir. Hayattaki en değerli şeyin insan sevgisi ve anlamlı yaşamak olduğunu bir eğitimci olarak daha çok hissedersiniz.
İbrahim Hoca’nın adı ve çalışmaları da kendisinin yazmadığı iki kitapta hayat buldu. Çünkü gönüle girmiş, gönülde yer edinmiş. Hayatta iken böyle bir proje kendisine sunulmuş. Bir eğitimcinin yaşamının anlamı, öğrencileri tarafından ölümsüzleştirilmesidir. Ortaya koyduğu eserleri sonraki nesillere aktarmaktır. Hocanın öğrencileri de bir değerin ölümsüzlüğünü iki kitapla not düşmüşler. Nadir eğitimciye nasip olan bir gönül işi çıkmış ortaya.
İbrahim Selman Çoşgun’u tanımak için dedesi ve babasını biraz tanıyalım.
Dedesi Aşık Demli, 1887 yılında Yozgat’ın Sorgun ilçesine bağlı Ahmetfakılı köyünde doğmuştur. Medrese eğitimi alıp Yozgat, Çorum, Amasya, Tokat ve Sivas illerinde görev yapmıştır. Sorgun müftülüğüne atandıktan sonra Kars’a müftü olarak tayini çıkmıştır. Halk ile hemhal olmuş bilgi ve deneyimlerini vaaz ve nasihatlerle aktarmıştır. İlk evliliğinden Ali Said (Selman Hocanın babası) ve Ali İhsan (Müftüoğlu) isminde iki oğlu dünyaya gelmiştir. Ali Said Mal Müdürlüğünde memurluk yapmış. Ali İhsan ise binbaşı emeklisi olup CHP’den iki dönem Sorgun Belediye Başkanlığı yapmıştır.
Ali Said Coşgun Mal Müdürlüğünde çalışan, yaradılış olarak müziğe, saza, kavala, ava ve içki alemine düşkündür. Heyecanlı bir fıtrata sahip. Sinirlenince patlamaya hazır bir barut fıçısı gibidir. İçkiye düşkünlüğü yüzünden işini aksatır ve Çekerek’e sürgüne gönderilir. Ciddi ekonomik sıkıntılar çeker hiç kimseden yardım alamaz. Abisinden ve babasından yardım alamayışının en büyük nedeni Ali Said’in içki aleminde çokça bulunması ve verilecek yardımların bir fayda getiremeyeceği düşüncesidir. Şairliği ile de bilinen Ali Said kardeşinden yardım ister. Ancak yardım etmez. Bunun üzerine şiir yazar. Yazdığı şiirin bir dörtlüğü şöyledir:
Bin türlü mihnet çekerek emek vermiştim sana
Yazık kıymetim yokmuş talih körlenir gider
Otuzüç yıldan beri ne ihsanın var bana
Geçen gün unutulur, yıllar fırlanır gider.
…
Babasından da benzer talepte bulunur. Hem Sorgun’a dönmek hem de ekonomik destek ister. Ancak kardeşi gibi babası da olumlu cevap vermez. Bunun üzerine şu dizeleri sıralar:
Ferhat’ın mezarına bırakılmış kundağım,
Soyumuz coşkun imiş bense bir yanardağım.
Mirasım bir kırık saz, çalmadan geçti çağım,
Onun için yanarım, Neron’un dağı gibi,
Sürünerek yaşarım, kağnı dayağı gibi
Cehaletin beşiği, hicranın anasıyım,
Sefalet mevhumunun, bütün yüz karasıyım.
Doğduğuma pişmanın, Yaradan’a asiyim,
Onun için yanarım, Kerem’in bağı gibi
Sürünerek yaşarım, kağnı dayağı gibi.
…
Aşık Demli, oğluna güvenmediği için isteklerini reddeder. Bunu şiirle cevap verir;
Kafa bir üzüm küpü, Çorum’un bağı gibi
Fitillenmiş yanıyor, İtalyan dağı gibi
Nefsin koka dursun, haşhaş bıçağı gibi
Gençlik çöküp erirken, Urfa’nın yağı gibi
Sürünmez de ne yaparsın kağnı dayağı gibi
Zerre düşerse zekayı yorar, değil mi oğlum
Huysuzluğun notunu, kırar değil mi oğlum
Keskin sirke küpüne zarar, değil mi oğlum
İnsan olan tepişmez, katır ayağı gibi,
Sürünerek yaşamaz kağnı dayağı gibi
…
Girdiği her mesleği, ifsad eden bir adam,
Vazife hak tanımaz, çekiştirir demadem,
Çilingir sofrasında her yerde, aynı alem,
Rızkını kendi keser, ekmek bıçağı gibi,
Sürünmede haklıdır kağnı dayağı gibi.
Hangi dedenden kaldı, içki, bağlama çalma,
Kaç defa ihtar aldın, düşün kendini anla,
Masada iş beklerken, sen dağlarda kuş avla,
Terlerin morfin saçar, afyonun yağı gibi,
Elbet sürünürsün, kağnı dayağı gibi.
Bütün vücut alkolik, vazife aşkı ölmüş,
Efradı ayalinin, benzi sararıp solmuş,
Aşı çanağı gibi, damarların zift dolmuş,
İçini yakan odur, Kerem’in bağı gibi,
Takılacak yer arar, çalı budağı gibi.
Benim sana son sözüm, yalan söyleme oğlum,
Yuttuğun zehir, haramı yeme oğlum.
Senin olmayan şeyi, koynuna koyma oğlum.
Bulursun gülistanı, İrem’in bağı gibi,
Ufuklarda gezersin, keşif uçağı gibi.
Babasından gerekli desteği de bulamayan Ali Said Yozgat valisinden yardım ister. Meramını şu şekilde anlatır:
YOZGAT VALİSİNE
Ey muhterem valimiz,
Ne olacak halimiz;
Çekerek’te kan ağlar,
Evladı ayalimiz.
Soyadımız Çoşgun’dur,
Zeka biraz taşkındır.
Bu hal başa geleli,
Bir şey bilmez, şaşkındır.
…
Uzunca meramını anlattığı şiiri vali Sorgun’a tekrardan dönmesi sağlanır.
Ali Said Demokrat Parti’ye gönül vermiş birisidir. Ancak 1959 yılından itibaren CHP’ye üyelik kaydını yaparak Demokrat Parti’den ayrılır.
Genç denilecek yaşta yaşamı sona erer.
İbrahim Selman Çoşgun, babasının erken ölümü ile hayata atılmak zorundadır.
Bir çok yönü babasına benzeyen Selman Hoca, 27 Kasım 1953 yılında Yozgat’ın Yerköy ilçesinde dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Sorgun’da tamamladı. Babasının ölümü ile erken yaşta hayata atılması gerekmişti. Şimdiki ismi ile öğretmen lisesi sınavına girdi ve kazandı. Üç yıl Tokat İlk Öğretmen Okulunda yatılı olarak okudu. İlk piyano derslerini de burada aldı.
Öğretmenlik okulunu bitirdikten sonra, Konya Beyşehir ilçesi Çiçekler köyüne ilkokul öğretmeni olarak atandı. İki yıla yakın burada görev yaptıktan sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Öğretmenliği sınavına girdi ve kazandı.
1973-74 yılında müzik öğretmenliği bölümünde eğitimine başladı. Ana dalı viyolonsel idi. 1976-77 de Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik bölümünü bitirdi.
Ortaöğretimde ilk görev yeri Çanakkale/Gökçeada Atatürk Öğretmen Lisesi oldu. Üç yıl burada görev yaptıktan sonra, 1981 yılında Kütahya Kılıçarslan Lisesine atandı. Emekliliğine kadar bu lisede görev aldı. Birçok çalışmasını burada gerçekleştirdi.
17 Ekim 2010 yılında aramızdan ayrıldı.
Selman Hocanın şairlik ve sanatçılık yönünün babasına çektiği görülmektedir. Fedakar bir öğretmen olan Selman Hocanın şiirleri; yalnızlığını, umutlarını, insan sevgisini, yarım kalan ilişkilerini ve haykırışlarını içerir. Dedesi ve babasının şairlik yönünün güçlü olması ancak şiirlerinin kayıtlarda çok fazla olmayışı büyük bir kayıptır. Hayata erken atılmak için öğretmen okulunda eğitimine başlayan İbrahim Selman 2006 da yazdığı ‘Ben Kimim?’ şiiriyle kendisini şöyle tarif etmiş:
BEN KİMİM?
Sarhoşluğu, boşvermişliği babamdan almışım,
başarma azmini, inancı
inandığı yolda savaşmayı
dedemden almışım.
zorluklara, meşakkate dayanmayı,
sabretmeyi, beklemeyi…
annemden almışım
babamın, kavalıyla bekçi dövmesinden,
dedemin Kurtuluş Savaşı’nda
ilahi bestelemesinden,
anamın, Neriman Altındağ’a olan
büyük sevgisinden,
müzik ve şairlik yeteneğimi almışım.
bir insan üzerinde genlerin,
bu kadar farklılaşmasına
ben de, şaşırıp kalmışım.
bu nedenle…
dedem gibi hırslı, inançlı
annem gibi sabırlı ve dirençli
olmadığımdan
babam gibi boşvermiş ve sarhoş kalmışım.
İbrahim Selman Çoşgun hocayı anlatan iki kitap. Biri şiirlerinden oluşan “Ben Kimim?” İkincisi eserlerinden oluşan “Ney’in Akordu Bozuk” tur.
“Ben Kimim?” kitabı Adem Koç ve Burcu Coşgun (yeğeni) tarafından hazırlandı. Kitapta 120 adet şiir bulunmakta. Bu kitabın düzenlemesi yapılırken Selman Hocanın şiirleri gönlüne göre yazmış olduğu sıralamaya dikkat edilmiş. Kitap, İ. Selman Çoşgun’un yarım kalan aşklarını, yaşanamamış çocukluğunu, yalnızlığını, çocuklara, dağdaki papatyadan asırlık ormanlara kadar içindeki insan sevgisini taşır. Özellikle insan sevgisi üzerine yazdığı şu şiir çok anlamlıdır:
İnsanlık, Artvin’de dikenli tellere takılıp
Köylülerce taşlanarak öldürülen
Ayı yavrusuna üzülmektir.
İnsanlık ağlayan bir çocuğu güldürebilmektir.
İnsanlık asırlardır büyümeye çalışan ormanın
Cayır cayır yandığını görüp gözyaşı dökmektir.’
2006 Yılında, doğduğu topraklar üzerine yazdığı şiir, içeriği ile arşiv niteliğindedir. Bizim oralardan, değişmeyen tutumlarımızdan, hayata bakışımız gibi yönleri ile bugünü anlatıyor gibi:
BENİM DOĞDUĞUM YER
Benim doğduğum yerde,
Sular gür akardı,
Güneş sönüktü az yakardı.
O nedenle duygularım coştukça,
Sular gibi çağlarım.
Benim doğduğum yerde,
O tarihlerde…
Bilinmeyen konular,
Hep Allah’a havale edilirdi.
Eski bir alışkanlık olsa gerek,
Ben de gücümün yetmediği konuları,
En son Allah’a bağlarım.
Benim doğduğum yerde,
Kış çok yaman geçerdi.
Yollar asfalt olmadan önce idi.
O nedenle hep çamurluydu ayakkabılarım.
Oralarda, içinden geçirsen de,
Sevdalanmak zor olaydı.
Kısa yoldan hayata atılmak,
Ekmek parası kazanmak hesaplanırdı.
Bu nedenle sevdalanmaya, fırsat bulamadım.
Zar zor geçen bir çocukluk,
Başımızın belası idi yokluk.
Demek ki, o zamandan kaldı bu alışkanlık.
Har vurup, harman savuramadım.
Yokluk, o kadar koymadı.
Sonuçta doydu karnımız.
Sevmek sevgiyi belirtmek de yanlıştı.
O nedenle sevgiyi kutsadım.
Sevenleri kutsadım.
O yüzden çok sevdim çocuklarımı.
Onlarla gülüp, onlarla ağladım.
Yaşayamadığım tüm sevgileri onlara adadım.
Kısaca özetledim.
Bu günlere böyle geldim.
Doğduğum yerin iklimi gibi.
Genellikle soğuktur suratım.
O nedenle çok zor güler.
Çok kolay ağlarım.
Hayata dair bir diğer şiiri ise şöyle:
HAYAT BİR UĞRAŞIDIR.
Onlu yıllarda oyuncaklarınla,
Yirmili yıllarda, eşin ve çocuklarınla,
Kırklı yıllarda, hastalıklarla,
Ellili yıllarda, torunlarınla,
Altmışlı yıllarda, ameliyatlarla,
Henüz yaşıyorsan eğer,
Kalan ömründe, Azrail’le uğraşırsın.
Aşağıdaki mısralar ise ölüme dairdir:
Bir gün gelecek, bütün kuşlar susacak.
Suların, derelerin şırıltısı duyulmayacak.
Sabahın olduğu fark edilmeyecek.
Tüm dünya konuşacak,
Ben susacağım.
O gün geldiğinde
Sağ elim kalem tutmayacak.
Yazamayacağım, içimden gelen satırları,
Kalem duracak, kağıt boş kalacak.
O gün geldiğinde,
Başıma toplanacak birileri veya bir çokları,
Bazıları gerçekten üzülecekler.
Bazıları da (ayıp olmasın diye)
Üzülmüş görünecek.
O gün geldiğinde
Benim, onları görmediğimi sanacaklar,
Aslına ben onları önceden görmüştüm.
Hepsinin notunu verip, ölçmüştüm.
İnsanların iki yüzlülüğünü görmüş
Ondan sonra ölmüştüm.
Her zaman bir büyüğümüzden duyup da yapamadığım bir çok şey vardır. Sonunda büyüklerimizin söylediği noktaya geliriz ama iş işten geçmiştir. Nasihat adlı aşağıdaki şiir de buna bir örnektir.
NASİHAT
Ben de bir zamanlar gençtim.
Zaman geçti, ömür doldu.
Şimdi artık tükendim.
Bir zamanlar, ben de sizler gibi,
“Bitmeyecek bu güç” sanırdım.
Zaman aksini kanıtladı.
Geç de olsa anladım.
Geçmişte benim de vardı,
Düşlerim, beklentilerim,
Yapabildiklerim de oldu.
Ama çoğunlukla harcadığım zamana yandım.
O zamanlar, bana da büyüklerim derdi.
“Gençliğine yazık etme,
Boşa geçirme zamanı!”
Anlayamadık veya anlatamadılar.
Hatasıyla günahıyla,
Geçti, bugüne dek yaşantım.
Şimdi sizlere aynı şeyleri söylesem.
Sonra başınızı alıp gidersiniz.
Gelecek, hayat ve sağlık sizin
Siz bilirsiniz.
İbrahim Selman Çoşgun adına yazılmış ikinci kitap “Ney’in Akordu Bozuk”tur. Uğur Türkmen ve Çağhan Adar tarafından yazılan kitap Kütahya Güzel Sanatlar Derneği Yayınları tarafından yayınlanmıştır. Bu eser, müzik öğretmenleri olan İbrahim Selman Coşgun’un çok seslendirdiği ve düzenlemelerini yaptığı türkülerin yayınlandığı bir eser.
Kitapta Selman hocanın kısa bir özgeçmişi verilerek sanat ve müzik öğretmenliği üzerine durulmuştur. Kitabın sonunda doğru İbrahim Selman Hocanın çokça kullandığı türküler notaları ile birlikte paylaşılmıştır. Bir vefa örneği olan bu kitap akademik birikime önem veren Selman Hocanın teknik yönden birikimini de yansıtmaktadır. Özellikle eserlerin aslına uygun icra edilmesi yönündeki çabası çok anlamlıdır.
Kitaptan birkaç bölüm:
Türk Halk Müziği Üzerine Değerlendirme.
Türk halk müziği, binlerce yıllık geçmişe sahip Türk kültürünü taşıyıcı bir unsura sahiptir. Türküler, halkın yaşayışını, gelenek ve göreneklerini, olaylar karşısındaki değer yargılarını konu alan Türk müzik kültürünün en değerli hazinelerindendir. Türküler tarihsel süreç içerisinde kuşaktan kuşağa aktarılmış, halkın yalnızlığına, gurbetliğine, sevdasına, hatıralarına, kahramanlıklarına, aşklarına ortak olmuştur. Türk milleti türkülerinde ahlak kurallarını, töresini, örf, adet ve geleneklerini, yüreğini, sevgisini, gönlünü, ağıtlarını, gözyaşlarını garipliğini, saflığını çilesini arzu ve isteklerini kısaca insanda var olan tüm ulvi duygularını anlatmıştır.
İbrahim Selman Coşgun’un türküleri dillendirdiği TÜRKÜLER şiirinden birkaç dörtlük:
Bazen bahar olur, bazen ise yaz,
Türkü denilince elden düşmez saz,
Kazım ölünce mezarını derin kaz,
Söz deyince halka döner türküler.
…
Yakup yola düşer Yusuf’u arar,
Evlat acısıyla yüreği yanar,
Yusuf’u Kenan’da bir hüzün sarar,
Olanı biteni söyler türküler.
İbrahim Selman Coşgun Hoca’nın, ustalara saygı niteliğinde Türküler (Koşma) isminde uzunca bir şiiri bulunmaktadır. Bu şiirde Dadaloğlu, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Sarısözen, Tüfekçi, Mahsuni, Ali Ekber Çiçek ustalara hoş iltifatlarda bulunur. Hemşehrimiz Nida Tüfekçi hakkında yazdığı dörtlük şöyledir:
Yozgat illerinden geldi bir elçi,
Mızrabı gür, sözü hakiki, gerçekçi,
Sürmeli ile yaşayacak TÜFEKÇİ,
Onun da ömrü yetmedi türküye.
“Ney’in Akordu Bozuk” kitabında uzunca bir söyleşi de bulunmakta. Uğur Türkmen ve Çağhan Adar’ın İbrahim Selman Coşgun Hoca ile yüz yüze gerçekleştirdiği bu söyleşide; Coşgun’un Türk halk müziği, türkülerimiz, sanat ve sanatçılarımız, müzik ekonomisi, konservatuar, arabesk, çok seslilik, radyo tv yayınları, popüler kültür, TRT kurumu, aşıklık geleneği vb. müzik ve sanat adına önemli ve kıymetli fikirleri ortaya konulmuş. Kitabın devam eden sayfalarında İbrahim Selman Coşgun’un yapıtları tanıtılmaktadır.
İbrahim Selman Hoca’nın çokça seslendirdiği türküler ve özellikle düzenlemeleri incelendiğinde lise ve üniversite korolarında hiçbir müzik ve kulak eğitimi almamış öğrenciler tarından rahatlıkla icra edilebilecek bilinen eserlerden oluştuğu görülmektedir. Bu çalışmalar, kendisini gerçeği korumaya adamış bir müzik adamının kültürümüze önemli katkılarıdır.
Coşgun’un Türk sanat müziğine olan ilgisi/bilgisi, iyi bir ud ve ney icracısı olması üretkenliğine de yansımıştır. Eserleri TRT kurumu tarafından beğenilmiş ve repertuvara alınmıştır.
Düzenlemelerini yaptığı birkaç türkü şunlardır: Kütahya yöresinden Ahmet Bey, Alim; Şanlıurfa yöresinden Al Yeşil Dökün Anneler; Şarkışla yöresinden Aşağıdan Acı Poyraz; Kırşehir yöresinden Başımda Altın Tacım; Sivas yöresinden Bedir; Muğla yöresinden Çökertme, Kütahya yöresinden Leylek, Kütahya’nın Pınarları.
Kitapta özellikle yer almasını istediği kendi besteleri; Evcerasa Semaisi, İçimi Yakan Bir Bakışa, Hiç Bilmez Miyim Sıra Kimin, Yine Geldi Aşk Elçisi, Yaka Geldi Yaka Gider, Gine Yaz Günleri Geldi ve Girdim Aşın Denizine. Bestesini yaptığı bu eserler birçok yarışmada ödüller almıştır.
Gönülden yapınca işini, bir çok gönülde yer bulur insan. İbrahim Hoca da öğrencilerinin gönlünde yer buldu. Bir çok insan yaşarken kitap yazma çabası içerisindedir. İbrahim Hocanın kitaplarını ise öğrencileri yazmışlar. Bu, çok az insana nasip olacak bir vefa örneğidir. Bu davranışlarından dolayı kendilerini tebrik ediyorum.
Recep DAĞDEMİR
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ