İstanbul’da Bir Market: Sorgun Pazarı

Sene 1973. Kara tren camından dışarıya uzanan bir bakış. Ta ki kendisini bekleyeni görene ve ona ben buradayım diye el sallayıp kendini belli edene kadar. Zira yabancısı olduğu koca İstanbul’da bekleyenini görmeden trenden inmeye dahi cesaret edemiyor, ekmek için İstanbul’a göç eden Anadolu insanı…

Elinde koca bir tahta bavul. Arkada çocuğu kucağına yüklenmiş gelin Meryem (Hülya Koçyiğit)… Ve koca şehir İstanbul’a ürkek gözlerle atılan ilk adım. Göçü golaa yuklenip, tarlayı tumu satıp, umudu bir tahta bavula sığdırıp göç eden insanların haklı endişesi gözlerinden okunuyor.

Erkeklerde boyunbağı ve kasket. Gelinde bürük ve o analarımızın bürük üzerine attığı atkı  (modern anlamdaki şal). Şehir yine o yıllarda kalabalık. İnsan denizi. Ama Yozgat’tan gelen gelin, eşi Veli ve oğlu Osman’ın meraklı bakışları ve sorgulamaları hiç bitmiyor. Hatta eve gitmek için taksiye binerken Gelin’in şaşkın şaşkın etrafa bakışını eşi Veli bölüyor. Ağzını ayırma, sallanma dercesine, kolundan tutup eşini taksiye bindirirken…

Tahta kapılı eve girerken, ana ile hoş geldin ve hoş bulduk muhabbetinin devamında daha içeri buyur etmeden Veli’ye hadi dükkâna gidelim diyen büyük ağabey Hıdır. Büyük ağabey Hacı İlyas’ın (Ali Şen) büyük oğlu ve şehere erken geleni. Hem kılavuz hem de sözü geçeni. Şehre yeni gelen kardeşinin gözünü açanı desek yanlış olmayacaktır. Abisi etrafı gezdirirken Veli tanıdığı Yerköylü İbrahim’le karşılaşır. Ağabeyinin Yerköylü İbrahim’i masimiye almaması, görmezden gelmesi ve Veli’nin Yerköylü İbraam’ı tanımadın mı demesi üzerine: “Kulaaa asma, gurbet elde memleketline elverecaaan amma bunu boş ver” demesi ve gerekçe olarak da “avradını fabrikada çalıştırır” demesi. Acaba burada asıl önemli olan, şehre ayak uyduramamak mı yoksa muhafazakârlığı şehir kültürüne yenik düşürmemek midir?

Bu, filmin geneline hâkim olan bir husus olmakla birlikte, verilen mücadele aslında şehir kültürüne muhafazakârlığı ezdirmemektedir. Aslında bu mücadele koca şehirde kültür ve yaşayış tarzı ile bir var oluş mücadelesidir. Filmin bir sahnesinde turşu vururken gelinin kocasının gözlerine bakması sonrasında kaynananın geline attığı “Yeni görenek mi bu haller, yoksam İstanbul’a geldik diye mi? İstanbul şu avlunun dışında burayı Yozgat toprağı bellesen iyi olur!”  şeklindeki fırçadan rahatlıkla çıkarabiliyoruz bu varoluş mücadelesini. Avluyu Yozgat toprağı ile özdeşleştirmek ve Yozgat ile özdeşleşen İstanbul’daki bu avluda Yozgat gelenek ve göreneklerini yaşatmaya çalışmak, göç psikolojisinin gelenek ve görenekleri yozlaştırmasına bir tepki olarak dikkat çekmektedir.

Sorgunlu Hacı İlyas İstanbul’da bulunduğu muhitte mahalle bakkalı işletmektedir. Yozgat’ta bulunan tarlayı tumu oğlu Veli’ye sattırıp, ordan gelen para ile gelişen lüks semtte market açmayı planlamaktadır. İşlerin büyümesi, büyük şehirde küçük kalınmaması için bu marketin açılması gurur meselesidir. Özellikle Hacı İlyas ve büyük oğlan Hıdır, bunu çok istemekte, adeta bunu gerçekleştirmek için gece gündüz uyumamaktadırlar. Bu, şehrin imkânlarından yararlanmak kadar, artan boğazlara da bir gelecek sunmak için varını yoğunu ortaya koymaktır aslında. Nihayetinde Hacı İlyas işe girişirken “Para dediğin işte yatmalı, kesede yatarsa çürür” demekle tarla paraları ile büyük şehirde ticaret yapmanın gerekliliği konusunda uşaklarına ders vermektedir. Mevcut bakkalı ile açılacak markete yönelik ticari karşılaştırması da İstanbul ticaretini özetlemesi açısından manidardır.

Mevcut bakkal ile yeni açılacak markete yönelik Sorgunlu Hacı İlyas’ın karşılaştırması:

“Bakkalın bulunduğu şu mahallenin bizim ordan farkı yok, bura İstanbul değil bildiğin Anadolu.

İstanbul deee şu yapıların arkası. Orayı bir duttuk mu yörüüü! Önünde kimse duramaz. Şundan burda beş kazanıyorsun orda yirmi beş. Burda alış veriş gramla orda kiloyla (market açacakları yer).”

Ancak tüm bunların arasında Veli’nin oğlu Osman hastadır. Ağır bir hastalığın belirtisi olarak bayılmaya kadar giden sık sık nefes darlığı çeken Osman, büyük şehirde verilen mücadelenin arkasında geri planda kalmaktadır. Kim bilir belki hastalığının çok ciddiye alınmaması, belki de açılacak marketin tek hedef olması her şeyi gölgede bırakmaktadır. Doktora götürmenin kolaylığının yerini kaynananın okuyup üflemesi, hastalığın hava değişimine bağlanması, geçer diyerek ciddiye alınmaması… Ancak burada da olayı sadece doktora götürmek yerine okuma ve üflemeye bağlamak ve bunu Yozgat bakış açısı olarak görmek kolaycılık olacaktır. Hastalık gerçekliği ile yüzleşmemek, çocuğa hastalığı konduramamak da var. Doktora hiç gidilmemiş olmaması, doktora gidecek olan Veli, Hacı İlyas ve Hıdır’ın kafalarının sürekli açılacak yeni market ile meşgul olması, doktorda karşılarına ne çıkacaklarını tahmin edememeleri vb. hususlar da sayılabilir.

Tam bu noktada Gelin Meryem çocuğunun hastalığının dermanı için büyük çaba sarf etmektedir. Gelin Meryem, Yerköylü İbrahim’in eşi Güler ile her şeyi göze alarak hastaneye gitmiştir. Hastanede yapılan teşhis – Osman’ın kalbinin delik oluşu – sonrası ameliyat için 6-7000 TL tutarında ciddi bir paraya ihtiyaç bulunmaktadır. Üstelik Osman’ın ameliyatıyla marketin açılışı çakışmaktadır. İşte tam burada gururun, verilen mücadelenin, market açılışına edilecek masraf karşılığında ameliyat masrafının yüksek olmasının, dükkânın açılışının ötelenip ötelenemeyeceğinin kararı ağır geliyor ve market Osman’ın ameliyatına tercih ediliyor.

Verilen büyük mücadele ve uzun uğraşlar sonrası karşı taraftaki yer tutulmuş ve market açılmıştır. Gelin Meryem’in eşi Veli, işe ısındıkça ve para kazandıkça şehirli olmakta, bundan da hoşlanmaktadır. Yeni açılan marketin adı “Sorgun Pazarı”dır. Burada da yerel olana, memlekete bağlılığa ve memleket adını büyük şehirde yaşatmaya vurgu vardır. Bir hayalin gerçeklemesi kadar, büyük şehirde büyük bir market açmak kadar geldiği yeri unutmamak da vardır marketin isminin Sorgun Pazarı konulmasında.

Borç harç ile açılan dükkânın işlemesinde sorun yoktur. Getirisi de oldukça iyidir. Ancak şartları iyileşen, hatta kısa sürede borcu ödenen dükkân sonrası, ne İlyas Ağanın ne de ailesinin hayatında değişen bir şey yoktur. Kısmen büyük oğlan Hıdır ve işe yeni markette alışan Veli, yeni mahalleye, kibar konuşmaya, hizmet anlayışlarını yeni yere uyarlamaya çalışsa da; çocuk Osman, Hacı İlyas ve kaynana tarafında değişen bir şey bulunmamaktadır.  Meryem, oğlunun hastalığı ve analık duygusu ile koskoca şehre kafa tutmaktadır. 

Filmin sonunda Hacı İlyas ve ailesi market ayağında verdiği mücadeleyi kazanır. Bu büyük aile, şehirde kazandıkları marketi açma başarısının bedelini bu şehrin toprağına küçük torun Osman’ın cansız bedenini vererek öder.

Filmin içeriğine ilişkin genel bilgiler verildikten sonra bir değerlendirme yapacak olursak, öncelikle şunu ifade etmekte yarar vardır:

Tarafımızca yapılacak filmin değerlendirilmesinde kapitalizmin ve sosyalizmin bakış açıları dikkate alınmamıştır. Değerlendirme daha çok sosyolojik temelli yapılmaya çalışılmıştır.

Bu filme Yozgat’tan İstanbul’a göçen Hacı İlyas ve ailesinin kırsal ve kentsel karşıtlıkları ile şehre adaptasyon süreci konu edilmiştir.

Filmin üzerinden 45 yıl geçse de, aslında 45 yıl önce Yozgat’tan göçün nedenleri ne ise bugünkü nedenlerin de çok farklı olmadığı görülmektedir. Tek kelime ile ekmek için verilen mücadeledir bu. Ancak kopuşun 45 yıl önce başladığını ve önlem alınmadığını, göç sorununun bugün had safhaya ulaştığını söylemek çok da yanlış olmayacaktır.

Yozgat’tan şehre göç eden ve modern yaşam denilen şehir hayatına alışmaya çalışan Hacı İlyas ve ailesinin gelenek ve göreneklerinden kopmadan şehirde ayakta kalması dikkat çekicidir. Tabi bu mücadelede büyük şehir içerisinde fırsatlar kollanırken, Yozgat kültürü ağızdan tutun da davranışlara kadar her alanda korunmaya çalışılmaktadır.

Özellikle tüm davranışlarda Yozgat’ın bir kıyaslama ve konumlama merkezi olması dikkat çekicidir. Büyük şehirde iki market açılmış, mücadele kazanılmış ancak tüm ilişkiler Yozgat bağlamında şekillenmiştir. Baba Hacı İlyas alınacak kararlarda en üst makam, büyük oğlan küçük oğlana göre daha iyi karar verici ve kaynana-gelin mücadelesinde kaynana üstün taraftır. Burada ataerkil bir yapının bulunduğu ve bunun saygı duyulacak bir şekilde işletildiği görülmektedir.

Göçün getirdiği önemli bir sorun da barınma sorunudur. Maddi anlamdaki yetersizliğin, market açılmasına yönelik tasarrufun belki de dönemin şartlarının bir gereği olmasının yanında ailenin gelenek ve görenekleri de ayrı yaşamaya olumlu bakmamaktadır.

Mücadele sadece ailenin erkek bireyleri tarafından verilmemiş kadınlar dükkân için turşu vurmuş, yeni tutulan marketi temizlemiş, yeri geldiğinde torunlar tezgâhta satışa yardımcı olmuşlardır. Bu açıdan değerlendirildiğinde verilen mücadele ailecek verilen topyekûn bir mücadeledir. Bu mücadelenin faydaları ailenin bütününün yararlanmasına yöneliktir. Bu mücade, ailenin kopup geldiği Anadolu topraklarındaki ekme, biçme mücadelesinin bir benzeridir.

Hacı İlyas, market için Yozgat’taki tüm mal varlığını satmıştır. Aslında İstanbul’a gelmekle ve ticarete başlamakla Yozgat’tan umudunu kesmiştir. Tüm toprağını satmasının altında Yozgat’a geri dönmemek fikri de vardır. Zira ailecek yapılan bir göç sonrası Yozgat’a geri dönüş “İstanbul’da tutunamadı da geri Yozgat’a geldi” şeklindeki büyük bir toplumsal baskıyı göze almaktır. Hacı İlyas Yozgat’ta bir karış toprak bırakmamış ve bu toplumsal baskıyı göze almamıştır. Hacı İlyas’ın hanımı “Tüm yeri satmasaydın, mendil kadar bir yer bıraksa idin” diye serzenişte bulunduğunda Hacı İlyas, “Malın iyisi suya yakın, daha iyisi eve yakın” diyerek gemileri yaktığını dile getirmektedir.

Büyük şehir mücadelesinde lüks bir semtte market açmasına, hatta günümüz anlamında sosyeteye hizmet veren tarafta yer almasına rağmen, büyük oğlan Hıdır geleneklerinden kopmamakta ve tüm aile efradı gibi orucunu tutmaktadır.

Gelin mücadelesinde, geride durmamaktadır. İstanbul’a ilk geldiğinde sağa sola hayretle bakan ve adeta naparız bu koca şehirde diye düşünen gelin Meryem de bu şehirde evlat acısı gibi büyük bir acıyı yaşadıktan sonra; ölümünden sorumlu tuttuğu büyük aileden kopmuştur. Geriye onun için kalan tek seçenek ekmek parası için bir iş bulup çalışmak kalmıştır.

Sonuç olarak, aslında bugün hepimizin koca şehirde verdiği mücadele çok da farklı değildir 1973 yılında Gelin filminde Hacı İlyas ve ailesinin verdiği mücadeleden… Bu mücadele, ailecek ekmek parası için verilen bir mücadeledir.

Bu mücadele, büyük şehirde kültür, gelenek ve inançlarımızdan kopmadan Yozgat’ta imiş gibi yaşamak, el ele vermek, yeri geldiğinde aile bireyleri ile bir çatının altında yaşamak ve geldiğimiz yeri asla unutmamaktır.

Fatih ŞAHBAZ

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Author: Fatih
İsim: FATİH ŞAHBAZ Yaşadığı İl: İstanbul Yaşadığı İlçe: Üsküdar Meslek: T.Halk Bankası A.Ş.