Eser Adı: Congolos
Yazar: Samet DOĞAN
Baskı: İnkılap Kitapevi 1. Baskı, Nisan 2019
Yayın Evi: Profil Kitap
Sayfa Sayısı: 235
Yazar Hakkında Kısa Biyografi (*): Samet Doğan, Yozgat’ın Sorgun ilçesinde doğdu. Doğan, lise eğitiminin ardından Şam’da Arapça öğrenimi gördü. 2010 yılında gazetecilik yapmaya başladı. Suriye başta olmak üzere, Ortadoğu ve Afrika’da birçok ülkede savaş muhabiri olarak çalışmaktadır. Cuma Günü Uçmayan Kuş ve Congolos isimli iki adet eseri bulunmaktadır.
İç Anadolu’daki tabiri ile Congulus: Soğuk kış günlerinin ve şımarık çocukların korkulu rüyası. Küçük yaşta bilinçaltına işlenen en büyük korku.
Kesin bir tarifi mümkün olmadığından her bireyin kendi iç dünyasında tasavvur ettiği bir congolosu vardır. Congolos’un sesi; bazen kışın fırtına sesinin çıkardığı uğultu, bazen bir kapının gıcırtısı bazen de kışın dışarıdan gelen anlamsız tüm seslere yüklenen anlamdır.
Öncelikle arka kapak değerlendirmesinden tanıyalım eseri:
“Anadolu halk kültüründe, kışın en soğuk günlerinde ortaya çıkan ve insanları, sevdikleri kişilerin seslerini taklit ederek büyülemesiyle bilinen bir habis ruh: Congolos!
Yüreğine bir kor gibi düşen bu sesin cazibesine kayıtsız kalabilecek âdemoğlu yoktu yeryüzünde. Yıllar içerisinde bozkırda olgunlaşmış, yankısı meşe ağaçlarından binbir çeşit yabani otlara, çiğ damlalarından ekin başaklarına, buz gibi akan pınar oluklarından kelebek kanatlarına değip durmuş; tatlanmış gibiydi. Dağlara çarpsa unufak edebilecek gücünü buradan alıyordu belki de. Narin olduğu kadar da tehlikeliydi. Bildiği bütün anlamları barındırıyordu bu çığlık.
Samet Doğan, Congolos’ta, dünyayı yuvarlak değil, kat kat gören bir köy çocuğunun gözünden, başka âlemlerle günümüzde kurulan bir tanıklık hikâyesini anlatıyor.
Kırsalın ve kentin, ustalıklı bir üslupla kıyaslandığı bu roman, halk anlatılarında duymaya alışık olduğumuz varlıklar aracılığıyla cümbüşlü bir çağdaş anlatıya dönüşüyor. Congolos, birbirlerine eklemlenen bölümler boyunca, yaşamın ve ölümün, gerçeğin ve rüyanın; kısacası iki dünyanın yakınlaştığı, neredeyse birleştiği büyülü ve çarpıcı bir eser…”
Roman numaralandırılmış 42 bölümden oluşmaktadır. Romanın kahramanlarını Kadir, Dedesi Kör Bahri, Oruç Dede, Mevlide Nine, Veteriner Kenan, Ömer (Kadir’e İstanbul’da ev sahipliği yapan arkadaşı), Antikacı İsmet ve Rüya (Kadir’in İstanbul’da köpeğini gezdirdiği bayan) oluşturmaktadır.
Eserin ilk on yedi bölümünde tekli numaralandırmalarda köy hayatından çiftli numaralandırmalarda ise Kadir’in İstanbul’daki hayatından bahsedilmektedir. 17. Bölüm sonrasında eserde Kadir’in tamamen İstanbul’daki hayatına ve metafizik âleme yer verilmiştir.
Eser okunurken ilk bölümlerde Kadir’in bir köy hayatına, bir İstanbul’daki hayatına geçiş yapılmıştır. Bu geçişlerin anlam kopukluğuna yer verilmeden ve okuyucunun heyecanı da canlı tutularak yapılması kurgunun ustaca işlendiğini gösteriyor. Yazar, köy hayatı ile İstanbul’daki hayatın tezatlarını da (adeta nakış nakış işleyerek) okuyucuya başarılı bir şekilde aktarmış romanında. Eseri orijinal kılan en büyük husus ise klasik anlatımın aşılarak kırsal ve şehri bütünleştiren bir ahenk ile modern bir anlatımın tercih edilmesi.
İstanbul’un yalnız yaşamında yer edinmeye çalışan bir gencin yani romanın kahramanı Kadir’in yaşam hikâyesinde en büyük dayanağı ve gücü İncesu köyündeki tecrübeleridir. Kadir, babasını ve annesini küçük yaşta kaybetmiş, sonrasında kendisine babalık yapan dedesini de kaybetmiştir. Kadir’in dedesi Kör Bahri, ilmi ve irfanı ile köyde bilinen ve hürmet edilen bir kişidir. Kışın domuz avına çıktığında donarak vefat etmiştir. Dedesinin kaybı sonrası ninesi Mevlide Bacı köyde kendi sade yaşamına tutunmaya çalışırken Kadir’e de İstanbul’da çalışma yolu görünmüştür. Aslında çok kalabalık olan İstanbul’da “yalnızlık” çoğu kişi tarafından bilinçli bir tercih olarak kabul görmektedir. Ama herkesin tercih ettiği bu yalnız kalma seçimi Kadir’in asla tercih etmeyeceği bir yoldur. Çünkü Kadir hayattaki tüm sevdiklerini kaybetmiş, kaderin zaten yalnızlığa ittiği birisidir. Herkesin seçtiği yalnızlıktan Kadir hem korkmakta hem de kaçmaktadır.
Yazar, Kadir’in annesinin yokluğunu ve yalnızlığın zorluğunu şöyle anlatmaktadır.
“Son zamanlarda bu gece olduğu kadar anne şefkatine ihtiyaç duyduğu bir zamanı hatırlamıyordu. Çocukken, büyüyünce bir annesinin olup olmamasının artık fark etmeyeceğini düşünürdü. Büyümüştü ama öyle olmadığını soğuk duvarlar arasında anlamıştı. Küçükken hayaliyle, büyüyünce de boşluğuyla kıvranıyordu insan. Her şeyi anlayan, her şeyi hoş gören bir anne! Bütün bu olup bitenlerden dolayı ondan başkasına derdini anlatmak zorunda kalmasaydı. Bitkinliğini, çaresizliğini sadece o görseydi. Çok kırılgan bir yapısı olduğunu, aslında çocukken de böyle olduğunu ona fısıldasaydı. Her şeyin geçip gideceğini, ileride güçlü bir adam olacağını, zorlukların üstesinden geleceğini kendine özgü bir ifadeyle, gururlanarak söyleseydi. Gece boyunca bunları düşünüp durdu.”
Gerçekten de ait olduğun yerden gurbete geldiğinde en ihtiyaç duyduğun şey annen değil de nedir? Ya o da hayatta yoksa yalnızlık neden tercih edilsin gurbet elde eğer kader seni buna zorlamıyor ise…
İstanbul’a ilk adım attığında ona arkadaşı Ömer ev sahipliği yapmıştır. Ömer, az çok şehir hayatına adapte olmuş, modern hayatın gereklerini yerine getiren, asgari düzeyde de olsa kapitalizmin kurallarını işleten birisidir. Ömer ev arkadaşı olan Kadir’in masraflarını çıkarabilmesi için ona bir iş bulması gerektiğini söylemiş ve ona ilk işi olan köpek gezdiriciliği (köpek çobanlığı) işinin ayarlanmasında çok destek vermiştir. Kadir başlangıçta bu fikre karşı çıksa da, sonradan bunu kabul etmek durumunda kalmıştır.
İlk iş tecrübesinde Kadir, köpeğe verilen değeri anlamlı bulmazken sonra şehirdeki yalnızlığın tıpkı bir evlat gibi sahiplenilen köpekler üzerinde nasıl anlamlandırıldığına şahit olmuştur. Çünkü Kadir’in köydeki hayatında köpekler yalını yiyen ve dağ tepe gezen varlıklardı. İstanbul’da ise yalnızlığın içinin doldurulduğu varlıklara dönüşmüştü Kadir’in ekmeğini kazanmak için gezdirdiği köpekler.
Kadir, Şimal isimli bir köpeğin gezdirilmesinden sorumlu idi. Ekmek parasını kazanıyor olmak onun için büyük mutluluktu. Köpeğin bir gün saldırıya uğraması sonrası Veteriner Kenan ile tanıştı. Kenan, kafatası düzeyinde meraklı bir safkan Türk hayranı idi. Kadir’e de safkan bir Türk olmasından dolayı hayranlık duydu ve köpeğin tedavisinden dolayı Kadir’den para dahi almadı. Kenan Almanlar’ın savaş ve çalışma hayatındaki başarılarını dahi Almanlar’ın safkan ırk olmalarına bağlayan birisi idi. Kadir, ileride pekişecek dostluklarına rağmen Kenan’ın bu safkan Türk muhabbetine bir türlü anlam verememişti.
Gezdirdiği köpeğin saldırısını önleyemeyen Kadir ilk işinden kovulmuştu. Veteriner Kenan onu yine aynı görevi yapmak üzere Rüya isimli birine yönlendirdi. Rüya, sesi ve kendisi çok güzel olan bu yönü ile de Kadir’in dikkatini çeken birisi idi. Garip Anadolu çocuğu Kadir, başta sesinin güzelliğinden dolayı Rüya’nın Congolos olabileceğinden şüphelenmiştir. Kadir, Rüya’ya ilgi duysa da hiçbir zaman bu ilgisi Kadir’in terbiyesinin önüne geçmemiştir.
Kadir köyden ayrılırken kendisine Oruç Dede tarafından Antikacı İsmet’e teslim edilmek üzere bir takım taşlar verilmişti. Kadir, uzun bir uğraşı sonrası Antikacı İsmet ile karşılaşmış ve emanetleri yerine teslim etmişti. Taşların teslimi sonrası kahramanlar Antikacı İsmet’in önderliğinde Kadir, Ömer ve Kenan metafizik âlemine geçiş yapmışlar, innilerin ve cinnilerin savaşına (ademoğulları, iyi cinler ile congolos, tepegöz ve kötü cinler) katılmışlardır. Bu iyilik ve kötülük savaşında metafizik olarak işlenen ana tema kötülerin kaybetmesi, iyiliğin galip gelmesidir. Ahlaki boyutlar üzerinden temalandırılan son bölümde kötülerin başı Congolos öldürülemese de en kuvvetli askeri Tepegöz öldürülmüştür. Sonuçta da iyilik galip gelmiştir.
Romanı köy ve kent yaşamı olarak ikiye ayırdığımızda, köy yaşamı doğallığı, birlikteliği, teslimiyeti, hayatı olduğu gibi yaşamayı yansıtmaktadır. Kent yaşamı ise yalnızlığı, bencilliği, mücadeleyi yansıtmaktadır. Gerek karakterlerin seçimi gerekse de kullanılan dilin etkileyiciliği eseri önemli kıldığı kadar yazarı da özgünleştirmektedir. Aslında yazar, bir varoluş mücadelesini köy ve kent yaşamı üzerinden analiz etmiştir romanında. Felaketleri ve korkuyu Congolos’a bağlarken iyiliği, güzelliği inanca ve imana bağlamaktadır.
Sonuç olarak, Congolos her dönemde mutlaka olacaktır. Anadolu halk inancında, kışın en soğuk gününde ortaya çıkan (hatta en sert soğuklar karacongolos soğuğu diye de adlandırılır), evin kapısına gelip ahaliden birisinin adı ile seslenen ve peşine takıp götürüp çağırdığı kişiyi kaybeden bir halk cinidir CONGOLOS. İnanç bu ya giden kişiden bir daha haber alınamaz.
Kim bilir belki de kışın gidip kurda kuşa yem olanların ve geri dönmeyenlerin katilidir Congolos.
Sonuç olarak, Anadolu’da artık eski kışlar yok. Ama bu sefer kış günlerinde korku veren Congolos değil belki de geçim derdi, gurbet, yaşama tutunma mücadelesi var.
Congolos, iyilerle kötülerin hiç bitmeyen mücadelesi…
Yazar eserinde kara kışı, köy hayatını, köy odasını, sade yaşamı tasvir ederken insanı geçmişe götüren muhteşem bir üslup kullanmıştır. Ayrıca kent yaşamı üzerinden yaptığı tespitlerde oldukça yerinde ve bir o kadar da etkileyicidir.
Bu kıymetli eserinden dolayı gazeteci/yazar Samet Doğan’a tebrik ve teşekkürlerimi sunarım.
Fatih ŞAHBAZ
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ
(*) Yazar hakkında kısa biyografi bilgisi “https://www.timeturk.com/samet-dogan/biyografi-731331” internet adresinden alınmıştır.