Bir Anadolu yiğidinin, İslam aliminin, ahlak ve edeb abidesi bir ismin, nurlu sima Yozgatlı İhsan Efendinin hikayesi bu…
Bu eseri okurken erdemli bir Müslümanın, alimin, arifin, abidin abidesi yükseldi gönlümde. Hasretle varılan menzilden ebediyete irtihal eden ebedi bir sevdanın vesikası bu…
İlmine şehadetin sayfalar dolusu neşredildiği, aziz babasına yanmış mahsunun, aşkın emanetini taşıyan bir emanetçinin, babasına meftun bir oğlun hikayesi bu…
İzzeti nefsin mağlup, ilmin irfanın galip geldiği, inanca hicret etmiş, maksudunda bir muhacirin hikayesi bu…
Duvarının dibinde saatlerce susarak oturduğum Selimiye, insanın insan üstüne bastığı, çığlıkların gürültülerde kaybolduğu puslu vadiye, tepeden yapayalnız bakan Süleymaniye, tarihi omzuna almış, talihini bekleyen Ayasofya, her renk ve dilden, dinden insana kapılarını açmış maşukunu bekleyen Sultanahmet, şehrin şahidi vakur Çapanoğlu Camii sanma ki bir sen varsın aşkın yolunda yalnız…
Arza nam salmış bir medeniyetin ihtiyarlık çağında Yozgat’ta doğan bir gözenin, dün yakınken bugün uzaklarda kalan Mısır’da Nil’e dönen bir Müslüman alimin hayat hikayesinin anlatıldığı YOZGATLI İHSAN EFENDİ adlı eser, oğlu Ekmeleddin İhsanoğlu tarafından uzun ve titiz bir biyografi çalışmasıdır.
Prof.Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu akademisyen, diplomat, 25-26. dönem İstanbul milletvekili, İslam İşbirliği Teşkilatı 9. Genel Sekreteri, Bilim Tarihi, İslam ve Türk kültürü, İslam dünyası ile batı dünyası arasındaki ilişkileri üzerine Türkçe, İngilizce, Arapça pek çok kitap, makale ve araştırma kaleme almış kökleri sağlam bir ilim adamı.
Makale ve kitapları 15’ten fazla farklı dillerde yayınlanan yazar, İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi IRCICA’nın 25 yıl boyunca genel direktörlüğünü yapmıştır. İstanbul Üniversitesi Bilim Tarihi Bölümü ile Türk Bilim Tarihi Kurumunun kurucusu olan Ekmeleddin İhsanoğlu, ayrıca 2001-2005 yılları arasında Uluslararası Felsefe ve Bilim Tarihi Birliği (IUHPS) başkanlığı görevini yürütmüştür. Yozgat’ın köklü bir ailesine mensup olan ve 40 yıla yakın süredir incelemeye konu bu kitabın hazırlığını sürdüren yazar, Yozgatlı müderris İhsan Efendi’nin oğludur.
Yazar, babasının hayat hikayesini yazan bir evlat psikolojisinden çok, bilimin, bilimsel bilginin, yazarlık ve hocalık birikim ve deneyimlerinin tüm melekelerini kullanarak; sade, anlaşılabilir, tanımlamalarını ve tariflerini delillendiren, akıcı, konuya dair çevresel faktörleri iyi tespit edip tam ve doğru betimleyen, çağın ruhunu yansıtabilen, anlattığı içeriğe oldukça hakim ve uzun araştırmaların sonucu hazırlandığı içerikte saklı, mütekabiliyete erdirilmiş bir eser ortaya çıkartmıştır.
Bu çalışmayı okuyan okurlar, hangi penceresinden bakarlarsa baksınlar titizlikle tarif edilen ruh köküne yani İhsan Efendi’ye ulaşırlar.
Yozgat’ın dönemsel tarihi varlıklarına mı, ilim yolunda ilerlemenin önemli kilometre taşlarına mı, öğrenci öğretmen ilişkilerine mi, amaca olan inancın engellerle mücadelesine mi, bir aile babasına mı, dost olmanın kadim kaidelerini hayatında yaşatan bir vefakara mı, okumakla anlamak arasındaki bağlamı hayatına uygulayan bir güzel ahlak sahibine mi, vatan ve millet sevgisine mi, derslerde disiplinli, fikri takibi yüksek, tavizsiz bir hocaya mı, merhametinden mermer eriten yüreğe mi, varlığı yokluğu, sarayı, aristokrasiyi bir arada gören, bir ömürde dört mevsimi defalarca yaşayan bir dünyaya mı, uzun hayaller için kısa ömrün nasıl vakfedilebileceğini sergileyen vizyoner bir mütefekkire mi, insan ve İslamın hukukunu icra için lazım olan tüm dinamikleri tedriş edip, onu nakleden ilim insanına mı ulaşmak istiyorsunuz, o vakit bu kitapta her pencereden meselenin merkezine erişmeniz oldukça kolaydır.
Eser bir hayat hikayesi ancak kalemlerden oluşmuş mürekkep bir öğreti kitabı olmuş.
Bir yaşam manifestosu, ben ne yapayım diyen ilmin kapısındaki gençler için ayrıntılı rota, gönül coğrafyası tanımlamasındaki tarif edilen insan…
“21. yüzyılın onlu yılları hızlı şekilde ilerlerken neslimizin doğduğu dünyanın belirgin çehreleri ortadan kaybolmakta ve özümüze ait birçok şey yok olmaktadır. Günümüzde örneği kalmayan simaları, silik bir hatıra olmanın ötesinde tanımak imkansızlaşıyor” paragrafını daha işin başında belirterek insanın inşasında emek verenlerin, yeni nesillere aktarılması, tanıtılması hususundaki kaygısını dile getirerek başlıyor. Yazar çalışmasına başladığı süreci anlatırken, “Oğlu olarak ben, dostları, öğrencileri ve tanıdıkları, babam İhsan Efendi’nin farklı yönlerini anlatırken herkesin görebildiğinin ötesinde bambaşka bir derinliğin varlığını fark ettik. Dünyanın ikbaline önem vermeyen, zenginliği mana aleminde arayan ve idealleri uğruna yapamayacağı fedakarlık olmayan bir şahsiyet; şöhret ve alayişi reddeden bir tevazu abidesi… Böylece bu eseri yazmaktaki hedef değişti.”
“Bu eser kendisini dünyaya tanıtmak isteyen bir insanın hikayesi değildir. Tam tersine tevazu ve mahviyatkarlığın samimi anlayışı içinde, kendinden bahsetmeyi veya kendisinden bahsedilmesini sevmeyen nadir bir insanın etrafında oluşturduğu perdeleri aralayıp onu keşfetme ve yaşadığı zaman ve mekan çerçevelerinin tarihinin hikayesidir.” Yazar Ekmeleddin İhsanoğlu muhterem babası İhsan Efendi’yi anlatırken, onun dostu Mehmet Akif’in şu dizelerinin sanki babasını özetlediğini düşünmektedir.
Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma;
Sessiz yaşadım, kim, beni nerden bilecektir?
Yazar, eserin yazılış nedeninin doğru anlaşılması ve muhterem babasının ruhunun incinmemesi ve dahi yola çıkış düşüncesi ile yolda karşılaştıklarının kendisinde yarattığı o derin anlam değişikliğini ifade etmek için tarih tanımı yapar ve “Tarih gerçek bir romandır” der. Böylelikle babasının tarihini anlatırken bir tarihçinin zihninden çıktığı şekli ile değil, vuku bulduğu şekli ile anlattığının altını çizer. Çalışmaya, babasının doğduğu ecdat diyarına annesi ile 1970 yılında yaptığı ilk ziyaretle başladığını da belirterek ruhunu tarif ederken “Ben artık sadece 17 yaşında babasını kaybeden gence hakim olan sevgi, vefa veya minnet hisleri ile hareket eden oğul değildim; kendimi aynı zamanda kaybolan dünyaya ait bir insanı keşfetme macerasının içinde bulmuştum” der.
İhsan Efendi’nin anlatıldığı bu eserde kapsamlı bir dönem tarifi bulacaksınız. 20. yüzyılın Yozgat şehrinin etraflıca anlatıldığı eserde, ilmi ve dini mahfiller hakkında tatmin edici bilgilere ulaşacaksınız.
Ömür boyu sürecek öğrenme yolundaki bir insanın hayatını anlatırken yazar; soyu, ailesi, çevresi ve yetişme çağındaki süreçlerin tamamına yer verdiği bölümlerde belgeler ve anlatımlara yer vermiştir.
Yozgat’ta atılan sağlam temellerin meyvelerinin akıcı bir üslup ve tarihsel akışıyla aktarıldığı eserde zaman zaman başkalarının gözünden de tarifler aktararak olabildiği kadar tarihi gerçekliği yaşatılmıştır.
İhsan Efendi’ye ait tüm belgelerin, el yazısı notların, onunla temas halinde olmuş hocaları ve arkadaşlarının şehadetleri, mektupları, diplomaları, karneleri ve başarıları ile bezenmiş çalışmada, Hacı Aziz’in oğlu İhsan Efendi’nin manevi şahsiyeti böylelikle tekmili birden okurun gözünde canlanabilmektedir. Zaman zaman İhsan Efendi’nin ruh tarifinde ona ait veciz sözler yer almakta. İlme aşık bir gencin oluşum evresindeki şu sözü çağımız insanına deniz feneri olabilecek derinliktedir. Arkadaşları ile Demirli Medresede eğitim görürken imkanları elverdiği halde kardeşleri ile aynı zor şartları tercih eden hatta evden validesi yatak yorgan verdiği halde hiç açmayıp yere serdiği postta yatıp kalkan ve üzerine sadece latasını alarak örtünen manevi derinliği gençliğinde oluşmuş İhsan Efendi, kendi nefsiyle mücadeleyi sessizce yürütmüş, bu halini fark eden ve ona “Niçin yatakta yatmıyorsunuz?” diyen arkadaşlarına “Nefsi rahat olan Mevlasını bulamaz” diye cevap verir.
Uzun ilim yolculuğunun henüz başındayken genç İhsan aslında ömrünü neye vereceğinin bilincinde bir insandı. Geleceğini tasavvur ederken hayat yolculuğunda yanına aldığı azık yine kendisinin güzel hattı ile evdeki odası ile medresedeki odasının duvarlarına yazdığı hadis olduğu rivayet edilen formüldü: “Men sabera zafera.” SABREDEN BAŞARIYA ULAŞIR.
Merhum İhsan Efendi’yi o zamanlardan tanıyanların hakkındaki kanaatleri; mütevazı, kibir ve gururdan uzak, samimi, güler yüzlü, arkadaşlarına karşı çok nazik, hocalarına karşı çok saygılı, iyi ahlaklı ve sevilen bir genç şeklindedir.
Bu kişilikteki bir talebenin hayatı boyunca birçok hocası olmuştur elbette. Ancak, Yozgatlıların daha yakından tanıdığı ve yazarın da önemli derecede yer verdiği şu iki ismi bilginize sunmak isterim. Merhum genç yaşta zekasıyla arkadaşları arasında temayüz etmiş bir insandı. İlkokuldan itibaren kendisini ilme vermiş, kısa zamanda bütün hocalarının takdirine mazhar olmuş. Fatih dersiamlarından Yozgatlı olan ve Yozgat müftülüğü yapan Mehmet Hulusi Akyol ve Gedikhasanlı Mehmet Şakir Efendi hazretlerinin rahle-i tedrisinden geçmiş olması kanaatimce İhsan Efendi’nin manevi olarak çeliklemesi anlamına gelmektedir.
Yazarın kitabındaki akışına göre içerik anlatımı yapmaya kalkarsam bu derinliği yeterince yansıtamayacağım gibi, eksikli anlatım olacağı korkusu ile kitabın özetini çıkartıyormuş durumundan uzak durmaya çalışıyorum. Ancak zaman zaman bazı bölümleri olduğu gibi paylaşarak “şehrin ışıkları” gibi belirtiler yansıtmaya çalışıyorum.
İhsan Efendi’nin ilmen inşaa ettiği hayatı üç ana bölümden oluşmakta: Yozgat, İstanbul ve Kahire.
Onu İstanbul’a yollayan ve oradan da bin yıldır ayakta olan tarihin tanığı Ezher Üniversitesine yolcu eden İhsan Efendi’nin içindeki aşktır. Daha yolun başında iken “Sabreden başarıya ulaşır” diye hayatını kodlayan Yozgatlı yiğit, 15 yüzyılda Memluklu Sultanı Kayıtbay tarafından kurulan Türk Revakı’ında (Revak el-Etrak) yükselen ilim abidesidir.
Ezher’de 8 ana dersten 3 saat imtihanı geçenlerin elde ettiği diploma olan İcazet, 11 ilimden 5 saati aşmayacak imtihanı başarana verilen Ehliyet, 12 bilimden 7 saati aşmayacak imtihana başarana verilen Alimiye diplomalarını alan bir manevi şahsiyetin konu edildiği bu eser, içeriği kadar kendisi de nadide bir çalışmadır.
Gurbet illerde acı, hasret ve gayretle geçen bir ömrün anlatıldığı eseri birkaç sayfada izah etmek gerçekten çok güç. Bu kitabı okurken dönemin ruhunu, kişiler üzerinden derinlikleri yansıtan baba oğul arasındaki mektuplarda; gurbet içinde gurbete rağmen, azimli, sabırlı ve büyük fedakarlık ve feragat, servet karşısında eğilmeyi bilmeyen ruh zenginliğini, en çokta hasreti iliklerinize kadar hissedebilirsiniz.
İhsan Efendi’nin ilim yolculuğu iki tarihin kesişim noktasının tam ortasından geçmiştir. Bir yandan 600 yıllık çınar ve onun birikim ve gelenekleri, bir yanda genç Cumhuriyet’in yeni kültür inşaası. Eskiden başlayıp yeni dönem Türkiye’sini gurbette yaşayan İhsan Efendi, dinde reformların sert bir şekilde uygulandığı zamanları da görmüştür.
Medresede hocalık yaparken aynı zamanda Mısır milli kütüphanesinde Türk bölümünün başkanlığını yapan, Mısır’ın ve Arap dünyasının en geniş Türkiyat programının temellerinin atıldığı Ayn Şems Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Kürsüsünü kuran, İslam İşleri Yüksek Kurulu Üyeliği, Sultan Mahmut Medresesine Osmanlı geleneğine göre 1934 yılında tayin edilen son müderris olan İhsan Efendi’nin hayatının geçtiği yıllarda (1950) “Kahire’ye orta şarkın Paris’i” deniliyordu. 1950 yılında İstanbul’un nüfusu 500 bin, Kahirenin nüfusu ise 2 milyon idi. Kahire’de dört üniversite vardı. Bunlar Kahire Üniversitesi, Ayn Şems, Ezher ve Amerikan üniversiteleri idi.
Türkiye’den gelen öğrencilerin tamamıyla maddi manevi ilgilenen onların hamisi olan İhsan Efendi, erken yaşta hazreti peygamber ve sahabenin ahlakını örnek alan, olgunlaştıkça kemale erdikçe arkadaşlarının tabiri ile “Onun ahlakı peygamberin ahlakıdır” dediklerinde aslında onun için ebedi huzura taşıyacak eserin ismi olan İhsan Efendi, iki evladını kaybetmiş yaralı bir baba, babasının cenazesine gidememiş gurbette mahsun bir evlat, ilimde abide, dostlarının gözünde Mevlana bir insan, dostu vatan şairi Mehmet Akif Ersoy’un bile “Eğer sen olmasaydın bu gurbet ellerinde ben ne yapardım” dediği dayanak insan İhsan Efendi’nin anlatıldığı bu eseri okurken, dipnotlarını, tarihi belgeleri, ilim faaliyetlerini, ortaya konulan eserleri, kadim dostlukları, uluslararası ilişkileri bir arada bulacaksınız.
Çile süzgecinden geçmiş, sabır servetine dönüşmüş ilim insanı, manevi şahsiyet İhsan Efendi’nin nasihati olan “Okumak kafi değil, yazmakta lazım” veciz sözü ile izaha çalıştığımız bir çınarın anlatıldığı eseri ilgi ile okumanın bahtiyarlığını yaşadım.
Allah yazandan ve yazıya konu muhterem İhsan Efendi’den razı olsun.
Aydın BARAN
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ