Sorgun Düşünce Kulübü’nün temel direklerinden birisi olan Adnan Korkmaz’ı bilenler bilir. Sorgun konusunda herkeste olmayan bir arşive sahiptir. Çok farklı konularda adlarını birçoğumuzun hiç duymadığı yazarların kitaplarını onun kütüphanesinde bulmak mümkündür. Belki iddialı olacak ama muhtemelen Sorgun’la ilgili en zengin kaynaklar ondandır. Bu kaynaklardan Sorgun Düşünce Kulübü olarak bizler de yıllardır istifade ediyoruz. Birçok dosyamızda Adnan Korkmaz’ın kendi kütüphanesinden getirdiği kitapları ve yazarlarını konu edindik. Uzun lafın kısası Sorgun’la bu derece haşır neşir olmamızın müsebbibi kendisidir. Bizi bize bıraksa, Sorgun’u, Yozgat’ı bırakıp; Türkiye’yi, Dünya’yı kurtarırdık çoktan!
Dahası da var. Gerek yazmış olduğu Salih Paşa adlı kitap gerekse yöresel ağızla yazmış olduğu yazılarla adını ileride Sorgun tarihine yazdıracak işlere imza attı. Sorgun birçoğumuz için uzaktaki memleket iken Adnan Korkmaz için bir dert, bir dava. Davalar özel adamların sırtında yükselir. Adnan Korkmaz da o özel adamlarda biri. Sorgun’a hizmet etmiş, Sorgun için iki satır da olsa bir şeyler yazmış kim varsa araştırıp bulmayı, tanımayı, tanıtmayı; unutmamayı, unutturmamayı kendisine vazife bilmiş nev’i şahsına münhasır bir adam Adnan Korkmaz.
Adnan yine bir toplantımıza elinde bu kitaplardan bir kısmıyla gelip içlerinden birini benim incelememi teklif ettiğinde ne yalan söyleyeyim biraz gönülsüz davrandım. Adını ilk defa duyduğum Niyazi Ersoy’un şiirlerinin toplandığı “Sağdaki de Sensin Soldaki de Sen” başlıklı bir kitaptı bu. Sosyal bilimler ve edebiyatın farklı dallarında geniş bir ilgi alanım olmasına ve düzenli okumalar yapmama rağmen şiir nedense hep uzak durduğum, mecbur kalmadıkça okuma ihtiyacı hissetmediğim bir sahadır. Diğer sahalarda ahkam kesmekten, zaman zaman kalem oynatmaktan hiç çekinmezken, mevzu şiir olunca çok dikkatli davranır, haddimi bilirim. Şairlik çok önemli bir meziyettir ve bu meziyete sahip insanların eserlerini değerlendirirken – bu sahadaki ilgisizlik ve yetersizliğimden kaynaklı olarak – bu işi layıkıyla yapamayacağım ve yazarlarına haksızlık edeceğim endişesi taşırım hep. Velhasıl, Adnan’ın teklifine gönülsüz yaklaşmamın sebebi de budur. Peki, madem öyle niye kabul ettin diyecek olursanız; Sorgun Düşünce Kulübü’nün yazılı olmayan kurallarındandır bu: Birimiz diğerimizden bir şey talep ederse çok geçerli bir mazeretimiz yoksa reddetmeyiz.
Bu girizgah işimi oldukça kolaylaştırmış oldu. Hem Adnan’a hakkını teslim etme imkanı buldum, hem şiir konusundaki eksikliğime dair meramımı ifade edebildim hem de bu yazının konusu olan şair ve eserinden hiç bahsetmeden epey mesafe almış oldum. J Lakin konuyu daha fazla uzatmak yakışık almayacak. Zaten, Adnan sağolsun, kitabın yanında, yazarla ilgili bazı dergi ve gazetelerde çıkan yazıların çıktılarını da getirdiği için işimi oldukça kolaylaştırdı. Bana kalan, buralardan alıntılar yaparak bu yazıyı tamamlamak olacak.
Öncelikle şairimizi tanıyalım. Kitabın girişindeki kısa hayat öyküsünde:
“Aşık Niyazi Ersoy, 1923 yılında Sorgun’da doğdu. Çiftçi bir ailenin dört çocuğundan en büyüğü olan Ersoy, okuma yazmayı kendi çabasıyla öğrendi. İlkokulu dışarıdan bitiren Niyazi Ersoy, 1955 yılında zabıta memuru olarak girdiği Sorgun Belediyesi’nden 1979 yılında emekli oldu.
Küçük yaşta şiir yazmaya başlayan Aşık Niyazi Ersoy, başta Aşık Muhittin Kaynar (Dindari) olmak üzere birçok ünlüyle atıştı. Katıldığı birçok yarışmada da ödül aldı. Evli, dört çocuk babası olan Niyazi Ersoy; ata ocağı Sorgun’da oturuyor.” denilse de edebiyatçı/gazeteci Durali Doğan’ın 15 Eylül 2010 tarihli köşe yazısında Hakk’ın rahmetine kavuştuğunu öğreniyoruz. Aynı yazıda şairden şöyle söz ediyor Durali Doğan:
“Onu birçok insan emekli zabıta memuru olarak bilirdi. Ama o iyi bir şairdi. Yıllardan beri yazdığı şiirleri derece aldı. Şiirleri ile Sorgun’u üst düzeyde temsil etmiş bir şairdi. Hazır cevaptı, atışma yapardı. En önemli kelimeleri eğip bükmeden dosdoğru konuşur ve yazardı.
…
Taşlamaları, hicivleri bir ok gibi yüreklere saplanırdı. Olsun, Niyazi ağabey olduğu gibi olan, olduğu gibi görünen bir kişiliğe sahipti.
…
İki yüzden fazla şiiri olan aşıkın sazı yok ama sözde çok ustaydı. Aşık Niyazi Ersoy’a hiciv şairi de denebilir. Çok kuvvetli hicivleri vardır. Bugüne kadar yazdığı şiirlerini birçok kez yayınlamağa teşebbüs etmiş ama bir türlü gerçekleştirememiş.
…
Bu da oldu. “sağdaki de Sen, Soldaki de Sen” adlı şiir kitabını yayınladı. Şiirlerinde heceyi kullandı ve koşma tarzında da yazdı.
Halk deyimlerini mısralarında duygularıyla iyice kaynaştırdı. Birçok yarışmaya katıldı. 1983 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığının düzenlediği yarışmaya destan dalında katılmış ve mansiyon ödülü almıştır.
Şiirlerinde Köhnelioğlu ve Niyazi mahlaslarını kullandı.”
Emekli öğretmen ve gazeteci Doğan Özmen ise kitabın önsözünde şunları yazmış:
“Niyazi Ersoy adını, 1940’lı yıllarda 8-10 yaşında bir çocukken köyümün bir odasında Aşık Muhittin kaynar (Dindari) ile yaptığı atışmayla duymuştum. Şiirle ilgisini biliyordum ama şair kişiliğini 1970 yılında dönemin kaymakamı sayın Ömer Büyükkkent tarafından şiirlerini kitap haline dönüştürmek üzere görevlendirildiğimde tanıdım. İlkokul diplomasını dışarıdan alan bir insanın böyle şiirler yazabilmesini kabullenmekte bir hayli zorlandım. Şair kişiliğine duyduğum hayranlık, her geçen gün daha da arttı.
Ersoy’un şiirleri başta Sorgun Postası olmak üzere birçok gazete ve dergide yayınlanırken, kendisi de TRT’nin Ziraat Bankası reklam programı “Başakların Sesi’nin en beğenilen halk ozanlarından biri oldu.
Abbas Sayar ağabeyimiz şairimiz için, ‘Niyazi Ersoy yaşayan Şair Eşref’tir’ derdi.
Başka söze gerek var mı?”
Niyazi Ersoy’un şiirleri o dönemler İstanbul’da yayınlanmakta olan Türk Folklor Araştırmaları adlı derginin Kasım 1959 tarihli 124. sayısına da konu olmuş. Derginin yazarlarından ve 1956-58 yıllarında Sorgun Ortaokulu’nda görev yapan Hasan Latif Sarıyüce, Niyazi Ersoy’la şair daha 36 yaşındayken yüz yüze görüşüp hayat hikayesini dinler ve dergide bir yazı kaleme alır. Aşağıdaki kısım bu yazıdan alıntılanmıştır:
“Sorgun’da iken kahvehanelerde elden ele bazı manzumelerin dolaştığını görmüştüm. Halkın bu manzumelere karşı ‘tiryakiliği’ açıkça görülüyordu. Bunlardan birkaç tanesi, fena yazılmış bir elyazısıyla elime geçince, gerçek bir halk şairine ait olduklarını anlamakta güçlük çekmedim:
Bildim ki beyhude alıp satmanın
Arpası buğdayı darısı bozuk
Dost için kırdığım kırk yumurtanın
Biri mübhem kaldı gerisi bozuk
Söyleyiş güzeldi,ustalığa ulaşılmıştı. Bir ‘yerme-hicvetme’ gücü vardı ki, değme şairlerin işi değildi bu. Merak ettiğimi görünce şair ile tanıştırdılar. Adı ‘Niyazi Ersoy’du. Sorgun belediyesinde zabıta memurluğu yapıyordu. Uzunca boylu, zayıf, esmer, çekingen, saygılı bir insandı. Toprak insanlarına özgü çile, onun da yüzünde okunuyordu. Biraz güvensiz ve huzursuz görünüyordu.
1923 yılında doğmuş. Fakir bir çiftçi çocuğu. Pek küçük yaşından beri iş güç üzerine çökmüş, bu yüzden ilkokulda okuma fırsatını bile bulamamıştır. Toprak onu pişirmiş, derdi mihneti tanıtmış, insanların içyüzlerini öğretmiş. Ama bir yandan, zekasının da yardımı ile, okumayı yazmayı öğrenerek ‘akı karayı’ anlamıştır.
Niyazi toy bir deikanlı iken kasabanın ‘Halkevi’nde çalışmaya başlıyor. Ele geçirdiği kitapları okuyor. Büyük halk şairlerini tanıyor. Artık kendisi de yavaş yavaş ‘bir şeyler’ karamalaya başlamıştır. Bunları güvendiği arkadaşlarına ‘utana sıkıla’ okuyarak içini boşaltmaktadır.
Niyazi’nin hayatının delikanlılık devresi, anlayabildiğimize göre, bir hayli maceralı geçmiş benziyor. Seviyor, vermiyorlar. Kaçırmak istiyor, mahkemelere düşüyor. Bu macera yıllarca sürüp gidiyor.
İnsaf bilmez imiş elinde şaştım
Altı yıl peşinde döndüm dolaştım
Gün oldu yüzünden gurbete düştüm
Çok dolaştım ben avare komşular
…
Sonunda bu macera şairin kalbinde ‘küllenmiş bir yara’ bırakarak unutulup gidiyor. Bir başka kadınla evleniyor.
Birçok işte çalıştıktan sonra belediye zabıta memurluğuna geçiyor. Belediye reisleri değiştikçe, belediye kadrosunda da değişiklik olduğundan bir ara Niyazi’yi açıkta bırakmak istemişler. ‘Diploman yok’ demişler. Bunun üzerine şair ‘dışarıdan’ ilkokul sınavlarına girmiştir. Bu da ayrı bir macera.
…
İşte Niyazi’nin kısaca hayatı bu. Şiirlerine gelince: Onlardan sadece birkaç örnek sunmakla yetineceğiz. Bir değer görülürse ‘ehilleri’ mihenge vurmakta gecikmezler. Şairin anlattıklarına göre iki yüze yakın şiiri vardır. Ne yazık ki biz otuz kırk kadarını yazabildik. Eğer kötü niyetli bir arkadaş çıkıp da şairi fitnelemeseydi, belki şiirlerinin hepsini tesbit etmek mümkün olabilirdi. Ama üzülmeğe değer mi, gerçek şiirler, gizli defineler gibi erimeden, çürümeden nasıl olsa bir gün açığa çıkıverirler.
Yazının devamında şairin on adet şiirine yer verilmiş. Bu şiirlerden bazı dörtlükler şöyle:
1.
Benim için saksıda gül
Saklanırsa solar mı hiç
Gam şişesi gamlı gönül
Devrilirse dolar mı hiç
Vahşi hayvan sahibinin
Mal pazarda talibinin
Aşıkı Hak rakibinin
Belasından yılar mı hiç
…
2.
…
Aşık aşka gelmeyince
Saz düzenin bulmayınca
Çalan ehli olmayınca
Teldeki kabahat nedir
Zenginin merakı malda
Çobanın gözü kavalda
Kör gücenmiş suç topalda
Keldeki kabahat nedir
NİYAZİ gaflete dalmış
Yaz geçip sonbahar gelmiş
Haylazın harmanı kalmış
Yeldeki kabahat nedir
3.
Her bir insan bir nesneden hoşlanır
Kimi halis olur hasa müptela
Kimi gafil toydan kaçar saklanır
Kimi aklan tam iflasa müptela
…
Kimisi haktan ister yarma bulgur un
Kimisi gaye-i şeytana uygun
Kimi sırf sedayı bülbüle meftun
Kimi türlü türlü sese müptela
4.
Hele şu dünyanın aksi işine
Altun gümüş pul kadrini bilen yok
Pazarlarda her ne satsan boşuna
Tüccarlarda mal kadrini bilen yok
…
Bilmem ERSOY divane mi deli mi
Zenginler var fikretmezler ölümü
Hasır sanki taze devrin kilimi
Eski kilim çul kadrini bilen yok
5.
Eve bir kedi getirdik
Faydası çok zararı var
Kurban kestik et yedirdik
Faydası yok zararı var
…
Çocuklara ders okutmaz
Bize uyku da uyutmaz
Senede bir fare tutmaz
Faydası yok zarı var
…
Efendisi boş sekinin
Tam düşkünüdür zevkinin
Niyazi der bu kedinin
Faydası yok zararı var.
Kitaba dönecek olursak; kitabın ilk şiiri kitaba da adını veren “Sağdaki de Sensin Soldaki de Sen”. Şairin 1975 yılında yazmış olduğu bu şiir o dönemin önemli bir mevzusu olan sağ sol kavgası üzerine. Niyazi Ersoy, bu şiirinde Anadolu halk şairlerine has bir bilgelikle meseleyi çok güzel tahlil etmiş:
Dinle boş davaya etme itibar
Sağdaki de sensin, soldaki de sen
Şehirdeki vali, köydeki muhtar
Sağdaki de sensin, soldaki de sen.
Demez devletimle yaşıyorum hür
Kültürde küçükse küçük düşünür
Anan, baban, eben, deden Türk müdür?
Sağdaki de sensin, soldaki de sen.
Maksatları meçhul bilmem ne diler
Sahnenin ardında saklı sinsiler
Seni kışkırtıyor senden gayriler
Sağdaki de sensin, soldaki de sen.
Mensubu alini hep hüsemiye
İncitme sağcısın, solcusun diye
Saf durma yaz, oku koş ileriye
Sağdaki de sensin, soldaki de sen.
…
Söylemek değil iş dinlemesinde
Bülbül sesi çıkmaz kaz kümesinde
Bir gün NİYAZİ’nin cenazesinde
Sağdaki de sensin, soldaki de sen.
Kitapta bu şiirle birlikte şairin toplam 98 şiirine yer verilmiş. Şiirlerin bir kısmında tarih var, bir kısmında yok. Şiirleri incelediğimizde kimi zaman geçmişe özleme, kimi zaman aşk acısına; kimi zaman nefsiyle muhasebeye/yüzleşmeye, geçen günlere, biten ömre hayıflanmaya; kimi zaman çektiği çileye, yokluğa ve yoksulluğa siteme; kimi zaman çocuklarına nasihata; kimi zaman toplumdaki bozulmaya, insanların iki yüzlülüğüne, samimiyetsizliğine ve riyakarlığına değindiğini görmek mümkün. Şair duygularını bazen karamsarlıkla bazen de hicivle, ustaca ifade etmiş.
Kubbede hoş bir sada bırakarak ahirete irtihal eden şair Niyazi Ersoy’a Allah’tan rahmet diliyorum.
Abdullah ALPAYDIN
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ
Niyazi abi ile muhabbetim olmuştu, Babamın iş arkadaşıydı ve zabıta olarak sinemayı belediyenin işlettiği dönemde bilet keserdi, hazırcevap ve duruma göre hemen kafiyeli şiirler dökülürdü ağzından.
Ahmet fakılı köyünden
Hasan coşkun soyundan
Sakın kendini hile etme
Ver reyini Müftüoğluna
Garaj köprü hamam
Gayrısı yaman
Sakın kendini hile etme
Ver reyini Müftüoğluna
Bu şiirde İhsan Müftüoğlu sorgunda ikinci kez belediye başkan adayı olduğunda Niyazi Ersoy abimiz tarafından bu şiirle methedilmiş ve Başkan seçilmiştir. Şiirin devamı vardır ama aklımda kalan bunlardır.
Bu konuyu dile getirdiği için Adnan Korkmaz ve Abdullah Alpaydın kardeşlerime teşekkür ediyorum.