Pınarla evin arası biraz uzaktı. Saniş Hala elinde iki helke, sallana sallana pınara vardı. Helkeleri doldurdu ve geri dönüyordu. Su dolu helkeler zavallı ihtiyarı hayli yormuş olmalı ki, beli tamamen kamburlaşmış ve yürümesi de gitgide yavaşlamıştı. Nihayet sokağın köşesine gelince “huh” diye helkeleri yere bıraktı. Derin bir nefes aldı, şöyle sağına soluna bakıyordu ki, kucağında üç-dört yaşlarında bir çocukla köşeyi fırlanan Sündüz Abla’yı gördü. Kendi kendine yavaşça mırıldandı, “Bu da nerden geliyomuş kele, gucaanda çocuğunan?” Sonra yüksek sesle sordu:
“- O ne gız Sündüz, nerden geliyoñ? O kim gucaandaki Muzafer mi?”
“- Yaa Muzafer, Saniş Halası. Sorma yavrum gaç gundür hasta.”
“- Nesi varımış? Tohdurdan mı getiriyoñ yoosa?”
“- Yoḫ, anam yoḫ! Para mı verir toḫdura salacaḫ. Yavrum gaç gundür ateşler içinde yanıyo da, oralı bile olmuyo. Eñ soñu edemedim avrat başımınan aldım da taa ötaaçede gurşun doken bir avrada gotürdüm.”
“- Ee, dokdürdüñ mü barim?”
“- Dokdürdüm, dokdürdüm. Eline sağlık eliñ asiklisiniñ. Evde de yoğumuş, gelini getdi çağardı. Eve gelince evela oḫudu üfürdü. Yavrum uyuyodu. Sona bi tepsiniñ üsdüne suyunu, aynasını, pıçağanı, Kelam-ı gadimini, nebiyim daha bişeyler goydu alayını tekmil etdi. Sona bi demir gaşşıḫda gurşunu eritdi. Biz tepsiyi çocuğuñ üsdüne dutduḫ. Acelece erimiş gurşunu “coss” deyi suyuñ içine dokdü. Aman bu sırada yavrum, horpadah bi sıçırasınki “anne!” deyi. “O ne yavrum, o ne Muzaferim, gorḫma burdayım” dedim. Saniş Halam, bu arada avradı bi gorecaadiñ, esniye, esniye çeñeleri ayrılacaadı nerdeyse. Taa buğader esnedi. Marisem gozümüş. Goz dağance bööle esnerimiş dokenner. Allah gozleri çıḫsıñ, kimiñ gozü dağdiyse… Gurşunuñ alayı suyuñ içinde inne inne oldu. Bek de parlaḫh düşdü gurşunu. Avrat: “Gorḫma , bişey olmaz inşallah, savuşdurmuş gayri” dedi. Ordan da çıḫdım da geliyom işde. Hee onu diyecaam, el emaani vermezseñ bek gabul olmazımış deyi, beş yımırta satdırdıyıdım yetmişbeş guruşa. Onu bile almadı eliñ asiklisi. “Yoḫ aman kele, ben parayınan mı doküyom” deyi.
“- İtiñ oğluna baḫ, çıldır çıldır bizi deñetliyo! O ne ulan hasda mısıñ? Aman Sündüz, tıpgı babası gıız! Nası da çekmiş o sülaleye kele!”
“- Aman, kime çekerse çeksiñ, tek canı sağ olsuñ da Saniş Halası.”
“- Get anam çobana azzıh goyacaam, aha şindi gapıyı çevirir.”
“- Sizde mi yiyo çaban?”
“- Hee! Ötoğon on gapıya varmış, kimse vermemiş. Hepisi bize savmış, onnar yeñi ekmek etdiler deyi. Ee norüyüm ben de verek de galesinden gurtulaḫh dedim. Şindi bi haftadır bizden yiyo. Aman yiyo ya, tafrasından da geçilmiyo. Sanasıñ ben sürü saabıyım. Gutdüğü dört davar. Her öyün üç ekmek veriyoh, gine de burnunu gıvırıyo. Şaşdım anam, bunnarıñ işi gucü ekmek yemek mi, nebiim?”
“- Kele alayını yediği n’aziyo, evini besliyo şunu bilmiyoñ mu? Mehleliyi yiye yiye gınıḫdılar.”
“- Aman! Eyi dediñ Sündüzüm. Ne çalmayı baaniyo, ne çokelaa bağaniyo. Kunde kunde ben oña nerden buluyum yımırtalı omacı? Yımırta olsa Yaşar’ıma yediririm. Çocuḫ mekdepden geleli şuader oldu da daha doğru dürüs bi baḫış gorüş edemedik.”
“- Aman Saniş Halam eliñ garnı mı doyar? Nağader verseñ gine isder.”
“- Hee onu diyecaam, baña geçennerde ne desiñ biliyoñ mu?” “Hürüşüñ Gadir’iñ çobannarı kunde gavurma yiyolarımış. Onnar da çobanımış, bu da çobanımış. Nebiim anam, ahlından ne geçiriyosa ? Ee n’orüyüm yavrım Hürüşüñ Gadir’iñ çobannarı her gun gavurma yiyosa dedim. Ben de Hürüşüñ Gadir daalim ya dedim. Onuñ sürü başına yavrım dedim. Bi gısır goyun var onu mu kesecek n’orecek bu gavır süduğu? Hele geçennerde “Şu da bek tavlandı Saniş Hala” deyip duruyodu. Şaşdım anam şaşdım, ben n’orecaam bunuñ elinden? Bunnar az geliyomuş gibi, ayrıca itine yallıh isdiyo, sırtına aba isdiyo. Hadi itine yallığı verdim, abayı nerden alıyım? Boğone boğon gaç senedir çobansıñ sen, gendiñe bi aba dohudamadıñ mı? Amaan Sündüzüm aman, daha dohuz gunü var. Şunu verip de bi bitireyidim. Allah elinen terbiye etmesiñ gızım.”
“- Eyi dediñ Saniş Halam eyi dediñ.”
“- Get, gediyim anam, epey gonuşduḫ. Hadi gal saalıcaḫla.”
“- Vıyh amaaan, çocuh da gucaamda uyuya galmış. Get saalığınan Saniş Halam.”
Nihayet ayrılabildiler. Sündüz Abla sokağı dolanırken, Saniş Hala da helkeleri tekrar yüklenerek ağır, ağır evinin yolunu tutmuştu…
Rauf Yücel
10 Mayıs 1964 / Hamburg