B A Ş L A N G I Ç Y A Z I S I :
Saniş Hala’yı tanıyacaksınız. Görmenize ya da benim anlatmama ne gerek var. Her gün karşılaştığınız o ak saçlı, biraz beli kamburlaşmış, en azından yetmiş yılın anılarını saklayan kırışık çehresiyle, sokakta, mahallede, çeşme başında, bağa giderken, tarlada çalışırken, bayramlarda, düğünlerde velhasıl her yerde karşılaştığınız o munis ve şakacı ihtiyar kadın, işte o Saniş Hala’dır.
Saniş Hala herkesi sever, herkesi kucaklayıp bağrına basmak ister. Onun kalbinde en küçük bir kötülük hissi yoktur. Yaşı hayli ilerlemiş olduğu için, genç kuşaklara karşı içinde daima bir imrenme ve davranışlarını hoş görme hissi vardır. En ufak bir değişikliği dahi, kendi devrinden çok farklı bulduğu için büyük bir yenilik sanır. Ama kendisi bu yeniliğe hiçbir zaman heveslenmez. Yeni neslin gidişatı, gezmesi, eğlenmesi, yiyip içmesi, belki de ona kendi gençliğini hatırlatarak onu mesut etmektedir.
Pek öyle hesabı kitabı bilmez, okuyup yazmaya aklı ermezse de onun yıllardır süregelen bir tecrübesi vardır. Bakışları, konuşması, bir mesele karşısındaki tutumu, temkin ve itidali daima çevresine bir güven duygusu aşılar. O bizim yerli tabirimizle “tam Osmanlı tipi” bir kadındır. Çoğu zaman bizlerin bilgi ve gayretkeşliği, onun tecrübesi karşısında çok sönük kalır. Ama bunların yanısıra, o bir çocuk kadar da saftır. Belki de bu saflık, kalbinin temizliğinden ve genç nesli hoş görme duygusundan ileri geliyordur. Kimseyi kırmak istemediği için her söylenene inanır veya inanmış gözükür.
Onun tek bir torunu vardır. Belki hayatta bütün güvencesi, umudu, yaşamının desteği odur. Torunu Yaşar, bizim arkadaşımızdır. Yaşar Yozgat Lisesi’nde okurken, Saniş Hala devamlı onun yanında kalırdı. Saniş Hala’yı işte o zaman yakinen tanıma fırsatı bulmuştum. Öyle ki; lisedeki talebeler arasında dahi, Saniş Hala’yı tanımayan çok azdı. Hatta talebeler onun bu tecrübeli halini, davranışlarını, mizaç ve karakterini anlatabilmek için, şaka ile karışık çeşitli benzetmelere başvururlardı. Kiminin nazarında Saniş Hala; eski Türk Hakanlarının Hatunu sıfatıyla köşkün yanında oturur, kimisi onu Osmanlılar devrindeki Kadın Sultanlardan birine benzetir. Onun ince zekası ve itidalini anlatmak isteyenler de bir müsteşar, bir hariciyeci veya bir politikacı sıfatında görmeye çalışır. Ama bütün bunlardan başka çoğunlukla onu bir ilim kadınına benzetirler. Onu doktorluk, doçentlik, profesörlük veya ordinaryüslük payesine ulaştırırlar. Bir kısmı doktora tezini İsviçre’de hazırladığını ileri sürerken, öbürü doçentlik için İngiltere’ye gittiğini iddia eder. Bir diğeri Fransızca ve İngilizce’yi anadili gibi konuştuğunu söylerken, bir başkası Almanca ve Latince’ye de pekala vakıf olduğunu sözlerine ilave eder. Ama çoğunlukla onun, bir hukuk veya iktisat profesörü olduğunda herkes hemfikirdir. Birçok mühim devlet işleri görüşülürken, kanunlar, nizamnameler hazırlanırken Prof. Dr. Saniş …….’in mutlaka bir payı olduğunu, devlet adamlarının, onun fikirlerinden istifade ettiği düşüncesini, hiç kimse inkar edemez.
İşte Saniş Hala, torununun arkadaşları arasında, bu mertebelere kadar yükseltilir. Evet, Saniş Hala’nın şu yukarıda sayılan payelerin hiçbiriyle zerre kadar alakası yoktur. Belki de o biçare, kendisine layık görülen bu yarı şaka unvanların ne olduğundan dahi habersizdir. Kim bilir çoğunu kavrayamıyordur bile. Öyle ya, doktora tezi, doçent, profesör gibi ibareler, onun sınırlı kelime haznesi içinde tamamen müphem şeylerdir. Belki de bu zamane çocuklarının kendisine ne söylemek istediklerini bir parça sezinliyor, sezinliyor ama, ancak şu kadarını idrak edebiliyordur. Ya kendisini Kahveci Mehmet Efendi’nin karısı Fadik Hanım yerine koyuyorlar veya Sıddık Onbaşı’nın kaynanası Şaziye Hanım seviyesine çıkarıyorlar… Aslına bakılırsa hayal de olsa o böyle şaşalı bir yükselişi dahi, büyük memnuniyetle karşılar. Hele bir de işin esasını anlasa kendine layık görülen bu mertebelerin, öyle şu efendinin hanımı veya şu onbaşının kaynanası sıfatlarının çok fevkinde olduğunu bir kavrayabilse, muhakkak ki kendisini başka bir alemde hisseder…
İyi ki o, bu kadarını pek kestiremiyor da hayranlarının hayal güçlerine ve benzetebilme kabiliyetlerine imkan sağlıyor. Öyle ya, işin aslını tam manasıyla anlasa belki de gücenecek, kızacak, “Benimle eğleniyorsunuz zamane piçleri” diye onlara çıkışacak. Neyse, biz yine Saniş Hala’nın hakiki çehresine dönelim. Anlaşıldı, onu böyle yazı ile veya benzetmelerle tasvir etmek güç olacak. Gerçi hepiniz biliyorsunuz, her gün karşılaşıyorsunuz, yahut hepimizin yakınında, komşusunda veya evinde böyle bir Saniş Hala’sı vardır ama, yine de biz kendi Saniş Hala’mızı ele alalım. Sanırım o, hepimizin Saniş Hala’sını kapsayacaktır. Gelin hep beraber Saniş Hala’nın günlük hayatına bir göz atalım. Bakalım bize neler anlatacak…
Rauf YÜCEL
15 Mart 1964 / Hamburg