Aslında tek bir sözle anlatacağınız düşüncenizi, fikrinizi, yeterince anlatamamak kaygısı ile tasvirler, tariflerle tanımlamaya çalışmak, pamuk ipliğine bağlı sevdalar gibidir. Ya koparsa?
Bu kaygı var ya, tüm zamanı bilinçli bir idrak ile yaşatır adama. Bazen alnınızdan ter akar, bazen gönlünüzden nehir.
25 yıldan fazladır içinde olduğum medya/iletişim meslek hayatımızda; olaylara olgulara, insanlara ve doğaya, elbette işlere ve geleceğe dair birçok kere görüşlerimizi, izlenimlerimizi, önerilerimizi yazdık. Kimini profesyonellik kimini tarihe not düşmek için yaptık. Taliplisine kavuşsun diye…
Hangi fikir kimin işine yarar bilemeyiz. Ancak, fikrimizi ortaya koymaya, serdetmeye, sebil etmeye devam etmekten derin bir mutluluk ve haz duyduğumuz kesin.
Bu kez algı ışığımın altındaki konu bir başka. Bu alanda çalışan profesyonelleri yani gazetecileri ya da gazetecilik mesleğini tanıyor olmanın rahatlığı mı, gerginliği mi bilemediğim bir gerginlik var ruhumda. Şu an içinde bulunduğunuz zamanı durdurun ve benim şahit olduğum zamanı aktarayım sizlere.
Zaman aralığı 1995-2002 olsun. 7 yıllık bir zaman diliminde sübjektif bir tahlil olacağını peşinen belirterek 7 yılda Yozgat basının o dönemini resmetmek üzere başlamış bir makaleyi okuyorsunuz.
Başta medya olmak üzere, kültürel alanlar, sosyal psikoloji, mimari, üretim-tüketim, eğlence sektörü ve spor velhasıl içtimai hayatın önemli dinamiklerinin tamamı ekonomik eksen üzere hareket ederler.
“Ekonomi, insan fikrini doğrudan etkiler” şeklinde özetlersek fazlaca indirgemiş olmayız.
Bu cümleden olarak, Yozgat medyasını resmetmeden önce dönemin siyasi ve ekonomik yapısına kısaca değinmekte fayda var. Ayrıca, özellikle taşrada ya da geri kalmış ülkelerin hemen tamamında her konu siyaset üzerinden tanımlanır. Yozgat da bunun en bariz örneklerinden birisidir.
Milli görüş ikliminde yetişmiş, aynı üniversiteden mezun olmuş, idealist ve kalkınmacı bir zihniyetle kurulan Türkiye’nin çok ortaklı şirketlerinden en büyüğü olan Yimpaş’ın en parlak dönemlerine denk gelen yerel gazeteciliğimizden bugünlerde o günleri hatırlayarak kaleme aldığımız bu yazıda Yozgat medyasını konu edindik.
Yimpaş’ın şehir üzerindeki etkisini, katma değerini, belirleyiciliğini, sosyal psikoloji ve ekonomi üzerindeki etkisini ifade etmeden geçemezdim. Merkezi Yozgat’ta olan 115 den fazla şirketi 35 den fazla ülkede ve Türkiye’nin hemen her yerinde faaliyeti olan bir kuruluşun toplumsal etkisi elbette yadsınamaz. Şehirde gizli ya da aşikar aslında iki görüş hakimdi. Yimpaş taraftarı olanlar ve olmayanlar. Bu kaba ayrımın elbette kendi içerisinde alt kırılımları da vardı. Her şeyden önce kurucular, 200 binden fazla ortak ve çalışanlarının önemli bir kısmı milli görüşe yakın insanlardan oluşunca bu ayrımı anlamak mümkündür.
Bu ahval ve şerait içerisinde görev yapan medyayı olabildiği kadar objektif, serin kanlı bir şekilde tarif etmeye çalışarak, bugünlere gelen gazetecilik mesleğinin derinliği ve etkilerinden bahsedelim .
Geçmiş zaman anlatımlarının birden fazla gerekçesi vardır da bu yazının temel maksadı Yozgat basınına dair 7 yıl içerisinde gördüklerimizle, öncesi ve sonrasını mukayese etmenizi sağlayabilir umudundayım.
İnsan istiyor ki üzerine düşündüğünüz konunun ruhunu, kokusunu, rengini tüm varlığını bihakkın söyleyebilmeli. Söyleyebilmeli ki tüm gözler olanı olduğu gibi görsün. Elbet her bakış açısının bir zaviyesi vardır. Ancak, bütüne dair doğru bir çerçeve Yozgat basın emekçilerinin en doğal hakkıdır.
Gazete, dergi, televizyon, radyo gibi yayın organlarının en popüler olduğu dönemden bahsediyorum. Özel televizyonların henüz yeni yeni açılmaya başlandığı, yerel haberciliğin medyalaştığı, özel televizyonların ve radyoların açıldığı o yılların rüzgarı etkiliydi.
Düğün kamerasından başka hiçbir yerde kendisini göremeyen insanlar, o ilde birçok kimsenin ilgi ile izlediği televizyonlarda görünüyordu artık. Üstelik televizyon idaresi, Lise Caddesi üzerinde erişilebilir bir yerdeydi. Toplumun sesi olan, yayınlarında toplumsal heyecan, bütünleşme, toplumsal ideal, mutluluk, acemilik, ilgi gibi bir çok duygunun yumak yumak oluşup geliştiği dönemler…
Şimdi herkesin bir medyası var kabul. Ancak 1995’li yıllarda yerel televizyonunuz var ve sizin türkülerinizi, tanıdığınız kişileri ve siyasilerinizi yayınlıyor. Bu çok heyecan vericiydi.
……
Yozgat’ta basın, çok keskin ve yıkıcı bir ayrım olamasa da, o dönemde de şimdiki zamanda olduğu gibi siyasi görüşüne göre ayrışmaktaydı.
Mesela ben 2005 yılında İstanbul’dan tekrar Yozgat’a dönerek milli mücadelecilerin kurduğu Bayrak Tv’de çalışmaya başladığımda, ülkücülerin kurduğu RTV ile rekabet etmeye başlamıştı bile. Yazılı basında ise ülkücü camiadan birkaç eli kalem tutan gazeteci dergi çıkartırken, önce haftalık sonra günlük gazeteye geçen yerel gazetelerden daha çok liberal siyasal görüşe sahip İleri Gazetesi, hem Gazeteciler Cemiyeti Yozgat başkanlığı, hem Anavatan Partisi il başkanlığı yapan Yozgat Gazetesi de ortada bir yayın politikasını benimsemişti. Daha sonraki yıllarda Büyük Birlik görüşüne yakın gazetenin yanına ülkücü geçmişli günlük gazeteler eklenince Yozgat medyası blok olarak sağda konumlanmış, kendi arasında kıyasıya rekabet içine girmişti. İhlas Haber Ajansı, Yurt Haber Ajansı, Cihan Haber Ajansı, TRT ve Anadolu Ajansı temsilcilikleri ise nötr habercilik ve/veya talimat (Cihan Haber Ajansı) haberciliği ile hayatlarını sürdürmekteydiler.
Ancak amir psikoloji ve ekonomik güç bu ayrımı epeyce törpüleyerek kendi içerisinde rekabet halinde olan çoğunluğu dönemin hükümetini desteklemeyen basını 1998 yılına kadar tek bir çatı altında toparlamıştı.
Bayrak Tv, RTV66, Yenigün Gazetesi, Radyo Birlik, Yurt Haber Ajansı temsilciliği, (hatta Yozgat Gazetesinin sahibi Yimpaş’ta bir dönem matbaa yöneticisi olarak kadroya dahil edilmişti.) Yimpaş Holding’e bağlı Birlik Medya A.Ş. çatısı altında bir araya getirilirken, muhalefet eden gazete ve yazarlar da ilan, program yaptırma vb. gibi işlerle aynı sürece dahil olmuşlardı.
Bu bir tür medyayı tekelleştirme veya tek tip hale getirmekten çok, bilakis bir şekilde kurulmuş medya kuruluşlarının hayatiyetini sürdürmelerine yönelik bir çalışma olduğunu söylemeliyiz. Değilse hayatlarını sürdürmeleri çok zordu. Basın ilan kurumunun verdiği ilanları, ticari ilanları toplasan bir gazeteye versen ancak yetebilecekken, 10’u geçen yayın kuruluşlarının kısıtlı imkanlarla ayakta kalmaları mümkün görünmemekteydi. Üstelik o dönemlerde bir furyadan da bahsetmeliyim. Şöyle ki, kurulan şirketler ve organizasyonlar hafif büyüdüklerinde ya da büyümek istediklerinde bir şekilde Yimpaş Holding’e dahil oluyor, böylelikle kartopu hem yurt dışı ortaklık akışları hem de yurt içi katılım sağlayan şirketlerle önlenemez büyümesine devam ediyordu.
Buna bugünün tabiri ile obez büyüme denilir ama o zamanlar katılım ve güçlenme olarak algılanıyordu. Çünkü batmaya yüz tutan irili ufaklı her kuruluş hem kurtuluyor hem sahip ve çalışanlarının eli para görüyordu.
Tv ve gazetelerde çalışanların hemen tamamına yakını alaylı gazetecilerden oluşmaktaydı. Sahipleri, siyasal fikri olan, matbaacı, iş adamı iken çalışanlar daha mesleki ideal ve heyecan içerisindeydiler. Gazetecilik konusunda mesleki formasyondan yoksun, entelektüel derinlik konusunda iddiası olmayan ancak, gazeteciliğin sürdürülmesinde ve geçimlerini emekleri üzerinden kazanma konusunda ısrarcı ve çabası olan insanlardan oluşmaktaydı.
Yani ana haber bülteni sunmak, siyasi program yapmak, köşe yazarı olmak veya ulusal bir ajansın muhabiri olmak bir sosyal statü veya bol kazanç sağlamıyor ama fikrinizi pazara kitleye, okura izleyiciye eriştiğini fark ettiğinizde mesleğinizin tatmin tarafı ekonomik beklentiyi ikinci plana atıyordu.
Yozgat medyasının kuşkusuz en baskın kuruluşları televizyonları idi. Bayrak Televizyonu daha çok habercilik ve siyasi programlar üzerine yoğunlaşırken, Rtv66 kültür sanat müzik üzerine baskın olduğunu ifade edebilirim. Yine Yimpaş holdingin desteklediği spor yani futbol her yayın kuruluşunun ortak gözdesi idi.
Bir ekonomik gücün medyası vardı. Ancak, medyanın bir ekonomisi oluğu söylenemezdi. Çünkü reklam veren kısıtlı, ilan ücretleri yetersiz, sektör maliyetli ama Anadolu’nun en güçlü yayıncılığının yapıldığı bir dönemden bahsediyorum.
Habercilik merkezli Bayrak Televizyonunun haber müdürü olarak benim stratejim ise net ve sürdürülebilir olmaktı.
İstanbul medyasının verdiği deneyim, ilan almak zorunda olmayan ama kaynak sıkıntısı çekmeyen bir televizyonun haber yönetiminde olmak size sonuna kadar gazetecilik yapma imkanı veriyordu.
28 Şubat sürecinin en baskın dönemlerinde başörtüsü olaylarının, kuran kursları ve din eğitimlerine yönelik baskıların, siyasi daralmanın yaşandığı günlerde ekonomi, spor, siyasal habercilik ve tartışma programları ile hem siyasal tarafgirlik hem de mesleki başarıyı eş zamanlı yürütmenin derdinde olduğumu gün gibi hatırlarım.
Kıt haber kaynakları, dar çevre ve sıkışmış coğrafi yapı algısı içerisinde her gün gazeteye televizyona haber üretmek, hemen yarın için sayfa yapmak, haber bülteni oluşturmak, yakın gelecek için sürekli üretmek hem ekmek parası hem de mesleki başarı hazzının eş güdümünde anlamlı bir uğraştı.
Ben kendi adıma ifade etmeliyim ki, ellerimle yapılandırıp, gönüllerle büyüttüğüm, alın teri, akıl teri ile yerine getirmeye çalıştığım memleket medyacısı misyonumu özlemle anarım. O gün çalışan arkadaşlarımın hemen tamamı işin acemisi ama heyecanlarıyla üstün birer medya mensubuydular. Kamera çekim teknikleri, habercilik mantalitesi ve tekniği, programcılık deneyimi, işlediği konuları hakkınca ortaya koyabilme, toplumsal olaylara sosyolojik gerçeklikler ve kültürel değerler perspektifinden bakabilme, teknolojik imkanları yap-boz-uğraş-çöz, gayretiyle çözebilen televizyon çalışanlarından bazılarının bugün ulusal yayın kuruluşlarında iyi yerlerde görev yaptıklarını, emek yoğun mesleklerinde hala başarılı olduklarını gururla söylerim. Bizim televizyon Yozgat medyasının ilk ve son okulu idi. 2002’de televizyon İstanbul’a taşınıp Tv5 olduğunda romantik bağım hiç kopmadı.
Yerel medyanın misyonunu yerine getirmek üzere her bir basın emekçisinin kendi kişisel konforlarını hiçe sayarak ortaya koydukları çabayı, faydayı, kapasitelerini zorlamayı, kabiliyetlerini sergilemeyi, parçadan bütüne senkronizasyonlarındaki sistematik aklı görebilmek gerekir. Bugün Yozgat o dönemleri arar durumda desem inanın abartmış olmam.
Yozgat, aslında ekonomik darboğazdan kurtulmayı kendi gayretleri ile çok ortaklı, kolektif bir akıl etrafında Yimpaş ile çözerken, Yozgat medyası da bu çabada görev üstlenmiş bir Anadolu medyasıdır. Türkiye’deki yerel televizyonların birleşip yerel medya konsorsiyumunda görev alırken de, habercilik esaslarını ve televizyon yayıncılığı sorumluluğunu da taşımaya çalıştık. 28 Şubat sürecinde muhafazakar camia üzerine karabulut gibi çöken siyasi baskıda; “Sermayemize yeşil, inancımıza yobaz”, denildiği zamanlar zordu. Gayri resmi kurulmuş Batı Çalışma Grubuna (BÇK) çok hesap verdim. Hakkımda, yaptığım haberlerden dolayı açılmış davaları vicdanlı bir başsavcı sayesinde aşmıştım. Bayrak Televizyonu ya da yayın yapan, habercilik-gazetecilik yapan diğer arkadaşların fikri arayışları bugün bile erişilmesi gereken bir hedef olarak tarihsel süreçte yerini almıştır.
Geçmiş zamanda yaşanılanlar hakkında gördüklerinizi yazmak ya da sektörün iş ve hizmetlerini tarif etmek, kaynak ve insan kıymetlerine dair bir takım bilgiler ışığında güzelleme yapmak veya eleştirel yaklaşmak değil muradımız. İnanmaya teşne olduğunuz tezviratlar, maksatlı manipülasyon soslu haberler, bilmediğinin düşmanı olmaktaki yatkınlık, eleştiri kılığındaki kin kusmanın cakasını atanlara olan hayranlık, siyasi görüş rekabetinden doğan kindarlık ve mahalle baskısı zihin dünyanızda karşılık bulmaya başladığında her şekilde ve sınırsızlıkta eleştirme hakkını kendinde bulur insan. Üstelik bunu yurttaşlık görevi saymak da çok kolaydır.
Bana göre hakikat şudur ki; maliyeti düşük, etkisi yüksek, her tür çıktı sorulmaya sorgulanmaya değerdir.
Zor olan anlamaya çalışmaktır. Çünkü anlamak, yüksek maliyet gerektirir. Anlamak, aklı ve vicdanı devreye sokar. Akıl, ikna olmak için bilgiye muhtaçtır. Vicdan, muhakemede kırk türlü doğruya yakın eğrinin arasından hakikati bulmakta gerçek bir terazidir. Turnusol kağıtları vicdandan sonra yapılmıştır. Ama Adem ve Havva’dan beri akıl ve vicdan hep vardı. Zor olan anlamaktır. Meselenin binlerce parçadan oluşmuş tümleşik halini ve işin felsefesini anlamak yüksek maliyettir. İşte o zaman, toplum bilincine doğrudan mesaj geliştiren, onu topluma en etkili araçlarla ulaştıran medya, yüksek sorumluluk ve derin misyon taşır.
Her bir haber toplum vicdanında bir iz bırakır ve algı ekosisteminin oluşmasına katkı sağlar. Ulusal medya, sürekli toplumun ortaklaşa sahip olduğu değerlere tam güç saldırırken, yerel medyada vazife üstlenmiş bizler inançlarımızın ve memleketimizin kültürünü korumak için çırpınmakta idik.
İnsan istese görür. Hem de her şeyi. Nereye baksa görür. Maliyetini üstlenip zora talip olsa, anlamaya çalışsa, mutlak doğruyu aklı ve vicdanı ona gösterir. Sadece renkli gözlükler kullanmasın, mankurtlaşmış baş olmasın, güdülenmiş zihinlerle kol kola olmasın yeterli. Çıplak gözle baksın hayata yeterli.
İthal ideolojilerin temsilciliğini değil, yerelin dertlerini ve dünya görüşünü savunanların yaşadığı o zamanlara selam olsun.
Aydın BARAN
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ