İnsan yaratılışı gereği kendisini, çevresini ve dünyayı tanıma, anlama, bilme; yeryüzündeki varlık sebebini anlamlandırma ihtiyacı hisseder. Bu ihtiyaç doğrultusunda yürütmüş olduğu düşünme, akletme, muhakeme, araştırma, gözlem gibi zihinsel faaliyetlerin neticesinde bilgiye ulaşır. Aslında insan, doğduğu, yeryüzünde nefes almaya başladığı andan itibaren öğrenme, dolayısıyla bilme faaliyeti içerisindedir. İnsan bilginin peşinde koşacak şekilde yaratılmıştır. Elde ettiği bilgi ve tecrübenin hayata uygulanması sonucunda insanoğlu, tarih boyunca birçok medeniyet meydana getirerek bugünkü gelişmişlik düzeyine ulaşmıştır.
TDK’nın Türkçe sözlüğünde bilgi; “öğrenme, araştırma ve deney yoluyla elde edilen gerçek, insan zekâsının ortaya çıkardığı ürün” olarak tanımlanır. Daha teknik manasıyla ise bilgi; “güncel ya da gelecekte bir karar ya da aksiyonu etkileyecek, gerçek değeri ve değişim serbestisi olan ve kullanıcı tarafından kolaylıkla algılanabilir bir halde işlenmiş, ya da işlenecek, kağıt ya da başka türdeki malzeme ve ortamlar üzerinde kayıtlı hale getirilmiş veriler” olarak tanımlanır.
Bilgi ve bilginin kaynağı hem dinlerin hem de felsefenin önemli meselelerinden biri olagelmiştir. İslam düşünürlerine göre bilginin kaynağı önce vahiy, sonra sırasıyla hadis, sünnet, akıl ve algılardır. Gazali’ye göre bilgi, hakikiliği objektif ya da sübjektif yollardan yararlanılarak tecrübe edilmiş, dinde apaçık bildirilmiş, şüpheden uzak her türlü veridir. Gazali; bilgiyi dört kısıma ayırır: Nefis Bilgisi, Allah Bilgisi, Dünya Bilgisi, Ahiret Bilgisi. Felsefi (epistemolojik) açıdan bilginin başlıca kaynakları ise akıl, deney ve duyulardır.
İçerisinde bulunduğumuz çağ, birçok düşünür tarafından Bilgi Çağı olarak tanımlanırken, toplumsal yapı da sosyolojik açıdan Bilgi Toplumu olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemim en belirgin özelliği, bilimden teknolojiye, üretimden ticarete kadar tüm alanlarda bilginin en değerli kaynak olarak ortaya çıkışıdır. Bu yönüyle bilgi insanoğlunun sahip olduğu diğer tüm kaynakların önüne geçmiştir.
Sanayi devriminden bugüne dünyada gelişmenin ve ilerlemenin lokomotifliğini başta Avrupa olmak üzere Batı dünyası yapmıştır. Bu süreçte Doğulu toplumlar ve Müslümanlar ne yazık ki, pek parlak bir performans ortaya koyamamış; Batının ürettiği bilgi, bilim ve teknolojinin gecikmeli de olsa ancak kullanıcısı olabilmişlerdir. Hal bu ki Batı, kendi aydınlanmasına giden süreçte Müslüman bilim adamları ve düşünürlerinin ortaya koymuş oldukları çalışmalardan ilham almış; bu sayede Reform ve Rönesans başta olmak üzere büyük ve köklü değişimlere yelken açmıştır. “İlim öğrenmeyi kadın, erkek her Müslümana farz kılan” bir dinin mensupları olarak içinde bulunduğumuz durumu mutlaka çok iyi tahlil etmeli ve gelişmeye neden bu kadar kapalı kaldığımızı sorgulayarak gerekli özeleştiriyi yapmalıyız.
Sorgun Düşünce Kulübü, kuruluşundan beri düşünceyi, bilgiyi ve bilimi önceleyen bir anlayışla hareket ederek, toplumlarımızı geri bırakan temel zihniyet sorunlarını anlamaya ve çözümlemeye çalışmaktadır. Bu ayın dosyası olarak “Bilgi ve Bilgi Toplumu” konusunu seçerken de hareket noktamız budur.
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ