ÇARE

Kitabın Yazarı: Yusuf KARAKAYA

Kitabın Yayınlandığı Yıl:1999

Sayfa Sayısı:194

         Anadolu’daki geniş bozkır ve çorak topraklar, genelde çiftçilik için ya da bir kısmı hayvanların otlatılmasında kullanılırdı. O geniş toprakların çoğu ağaların malıydı. Ağa sadece köydeki toprakların değil halkın da sahibiydi. Köylüler de,  o ağanın hâkimiyeti altında yaşayan maraba, gariban fakir, miskin insanlardı. Ağadan izinsiz adım atamaz hatta yemek yiyemez, hastasını bile tedavi ettiremezdi. Toprakların çok az bir kısmı da köyde yaşayanlara aitti. Fakat ağalar, bu az sayıdaki toprak sahibinden bir şekilde borçlandırarak ya da cebren ve hile ile o toprakları ele geçirirdi. Çaresiz insanları da köle gibi çalıştırırdı. Bu, yıllardır büyük acıların, dramların yaşanmasına, sebep olmuş, bir nevi kast sistemidir. Fakat her şeye rağmen, henüz ümitlerin bitmediğini, çarelerin tükenmediğini, daha yaşanacak nice hayatların olduğunu,  eğitimle bu makûs talihin ortadan kaldırılabileceği görüyoruz. Kitapta da,  köyde ağanın zulmü altında karın tokluğuna çalışan, fırsatını bulup Almanya ya gittikten sonra hayatı değişen Cıbır Seyit’in hayatından bahsetmektedir.

           “Çare Romanı” Anadolu’nun ezilmiş, cahil bırakılmış, cahillikten çıkış yolu arayan Cıbır Seyit in hayat hikâyesidir.  Hayatı birbirinden ilginç ibretli olaylarla doludur. Bu sefer bu konu, eğitimci yazar Yusuf Karakaya’nın “Çare” adlı romanına konu oldu. Anadolu’nun fakirlikten ve yoksulluktan kavrulduğu bir dönemde Cıbır Seyit’in çaresizliğini, hayallerini, hayallerini gerçekleştirmek için Almanya’ya gidişini, yoksulluktan kurtulmak için çabalarını,  Almanya’ya gittikten sora oğlu Mehmet’in iyi bir eğitim almasını, eğitimdeki çarpıklıkların kendisini nasıl derinden üzdüğünü, bu süreçte yaşadığı hayal kırıklıklarını, kalbe dokunur bir şeklide, duru bir dille anlatıyor.

           Romanın kahramanı Cıbır Seyit: Dağlardan bile ağır basan yoksulluk içinde inim inim inleyen, bir türlü çare bulamadığı yoksulluğun hüznü içerisinde, her şeye rağmen gücü kuvveti yerinde, elinde olanla yetinmeye çalışan, çocuğunun iyi bir eğitim alması için tüm şartları zorlayan, mutlu bir ailesi olduğu için şükreden bir kişiliktir.

           Umut: Fakirin yiyip bitiremediği ekmek…  Cıbır Seyit Yıllar önce Almanya’ya gitmek için işçi yazılmıştır. En büyük hayali, karısına allı yeleği alabilmek ve oğlu Mehmet’i okutup ona güzel bir gelecek hazırlamaktır. Aslında Almanya’ya gitme isteği de tam da burada başlıyor.

                Kara Tahir:   Cıbır Seyit’in ağası,  verdiği her yemeği başına kakan,  cömertlikten nasibini almamış, fakiri ezen, kendinden başka zengini kabul etmeyen, ağalığını zulüm ve gaddarlık üzerine kurmuş, yeryüzündeki tüm kötülükler,  fitne ve fesatlar yok olsa, yeni kötülükler icat edecek beyne sahip köyün ağasıdır.

Tilki Hasan ve Topal İbrahim: Riyakârlığı, dalkavukluğu, yalakalığı, her an fırsata çevirmeye çalışan, her türlü kötülüğün evliyası, köyün dedikoducusu, Kara Tahir Ağa’nın yalakalığını yapan karakterlerdir.

             Kadir Çavuş: Cıbır Seyit’in asker arkadaşıdır.  Dünya malına değer vermeyen, fakirlik ve çile içerisinde geçen bir hayata rağmen dünya malına meyletmeyen, Cıbır Seyit’e her konuda yol gösteren iyi bir dosttur.

Cıbır Seyit’in hayat akışının değiştiği an, askerlik arkadaşı Kadir Çavuş’la karşılaştığı andır. Kadir Çavuş Cıbır Seyit’in neden Almanya’ya gidemediğini sorar. Cıbır Seyit Almanya kâğıtlarını Ağası Kara Tahir’e verdiğini söyler.  Kadir Çavuş bunun önemli olmadığını söyler.  Kâğıtlarının aslının avukat aracılığıyla temin edilmesini sağlar ve Cıbır Seyit’in Almanya’ya gitmesi, için yardım eder.

 Cıbır Seyit hayallerini gerçekleştirmek için yeni hayat yolculuğuna başlamıştır. Hayalleri tekrar depreşir. Artık oğlu Mehmet’i okutacak, iyi bir eğitim alması için uğraşacak, karısına allı yeleği alabilecektir. Herkes, Almanya’ya, köyden tarla almak,  öküz almak veya traktör almak için gidiyordu.

Artık Cıbır Seyit,  Almanya’yı gördükten sonra yeni hayaller kurmaya başlar. Kara Tahir’in zilletinden kurtulup kutsal emeğiyle ayağa kalkmaya çalışıyordu, bunların hepsini oğlu Mehmet için yapıyordu. Almanya’yı tanıdıkça hayalleri büyüdü.   Kalkınmanın temel unsuru insandı. Almanya bunu çok iyi kullanıyordu. Almanya’nın kalkınmışlığını insan eğitimine bağlıyordu. Artık hayalleri oğlu Mehmet’in ötesine taşmıştı.  Türkiye’nin kalkınmasını düşünmeye başlamıştı. Türkiye Almanya olmalıydı. Hatta Almanya’yı geçmeliydi.

          Cıbır Seyit Almanya’ya alışmıştı.  Bir eksiklik hissediyordu. Bu eksiklik maneviyattı.  Madde olarak her şey tamdı. Muhteşem bir ülkeydi. Manevi değerler eksikti. Çünkü Cıbır Seyit Müslümandı. Ezan sesine hasret kalmıştı. Her şeye rağmen memleketini özlüyordu. Hatta Kara Tahir’i, Tilki Hasan’ı, Topal İbrahim’i bile özlüyordu.

Cıbır seyit, gün geçtikçe Türkiye’nin gelişmesi hayaliyle yanıp tutuşuyordu.  Avrupa kökten reddedilmemeliydi. İlim ve teknik tüm milletlerin ortak malıydı. Eğitim kalkınmada turbo güç rolündeydi.  Almanya ilim ve fende ilerlemiş gelişmişti. Türkiye’de Almanya gibi gelişmeliydi. Ama Türkiye’deki eğitime bakıyor düşündüklerini göremiyordu. Ülkenin eğitiminde bir tıkanıklık, bir bozukluk vardı. Biz nelerimizi kaybettiysek, nelerden vazgeçtiysek, onları tekrar kazanmalıydık.

Cıbır Seyit,  ilk izne gidişinde ailesini de Almanya’ya götürmeye karar verir. Artık Mehmet geleceği için, Almanya’ya gitmeli, ailesi ile birlikte olmalıydı. Türkiye’nin eğitim sistemindeki bozukluk Mehmet’i zor durumda bırakabilirdi.

Ve ilk çözülme başladı. Geleceği, her şeyi Mehmet, ilk yıldan sonra çok değişmiş, tanınmaz bir kimlik ortaya çıkmıştı. İsyankâr bir Mehmet olmuştu. Cıbır Seyit, Seyit Ağa olmuştu ama Almanya’da ahlaki ve kültürel yönden Mehmet’i kaybetmişti. Pes etmemeliydi, Mehmet’i kazanmak için her şeyini ortaya koymalıydı. Mehmet Almanya’da iyi bir eğitim alıp ülkesine faydalı olmak için geri dönmeliydi. Fakat Mehmet uçurumun kenarından dönmüştü. Hatalarının farkına varıp ailesiyle arasını düzeltmişti. Cıbır Seyit Türkiye’ye izne gidince Mehmet’i tekrar Türkiye’de okutmaya karar verir. Mehmet artık tahsilini İstanbul’da yapacaktır. Mehmet İstanbul’da rayından çıkmış, devrimci olmuştu. Babasının hayallerinde olan, milli manevi değerlerden uzaklaşmış devrimci bir yazar olmuş, zengin Belma Hanım’la evlenmiş, adını da Enis Evrim olarak değiştirmişti.

Mehmet’in Türkiye’de milli, manevi değerlerden uzak bir insan olarak yetişmesinde eğitimdeki aksaklıkların, tıkanıklıkların etkisi büyüktü. Herkes sistemi, düzeni eleştiriyordu, herkes eğitim sisteminin düzelmesi için reçeteler yazıyor, fakat yeni eğitim düzeninin nasıl olacağını bilmiyordu. Çaresizlik, eğitimin yanında her alanda kendini gösteriyordu. Yıllardır milli ve manevi değerlerden uzak, nicelik ve nitelik açısından eksik eğitimci kadrosuyla, sistemdeki tıkanıklığı aşmak mümkün değildi.  Eğitimin manevi ve ahlaki boyutu hepten ihmal edilmişti. Tam da bu sebeplerle Cıbır Seyit,  oğlu Mehmet’i kaybetmişti. Maddi anlamda her şeyi vardı. Bütün çabası, gayreti, arzusu oğlu Mehmet’in milli-manevi değerlere sahip, vatanına bağlı bir insan olması içindi. Fakat Cıbır Seyit buna” ÇARE” olamamıştı. Bütün çırpınışı boşa gitmişti. Peki, kurtuluşun çaresi nedir? Eğitim sistemini hemen şimdi değiştirip yerine gerçek eğitim sistemini oturtmaktadır. Çare Eğitimdir.

  NURİ KAYA

                                                     SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Author: yasin66
İsim: YASİN AĞAN