Güçlünün Hukukuna Karşı Herkes İçin Adalet

İnsan topluluklarının düzenini ve devamlılığını sağlayan en temel araçtır adalet. O yüzden de “mülkün temelidir”. Hukuk vasıtasıyla kurumsallaşan adalet, kanunlar/yasalar ve kurallar üzerinden işlerlik kazanır.

Adaletin birincil fonksiyonu bir devleti ya da topluluğu oluşturan bireyler arasında eşitliği, barışı ve huzuru temin etmektir. Bununla birlikte kişisel ve toplumsal hak ve özgürlüklerin de sınırlarını çizer. Böylelikle insanların ya da kurumların birbirlerine zarar vermesini engeller.

Bilindiği gibi, modern devlet siteminin yasama ve yürütmeyle birlikte 3 temel erkinden biri yargıdır. Yargının görevi bireyler ve topluluklar arasında adaleti tesis etmektir. Adaletin yokluğu kaos ve anarşi anlamına geldiği için yargı mekanizmasının sağlıklı işlemesi devletler ve toplumlar açısından hayati önem arz eder. Bu açıdan bakıldığında yargı, diğer erklerin de önünde yer alır.

Yukarıda bir devlet ve yönetim aygıtı olan adaletten bahsettik. Adalet aynı zamanda ahlaki ve vicdani bir olgudur. İnsanın çevresiyle ilişkisinde başkalarının haklarına saygı göstermesi, hak yememesi, kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapmaması, dürüst, doğru ve tutarlı olması bu kapsamda değerlendirilebilir. İdeal bir toplum düzeninde devletin adaleti kendi gücüyle sağlamasının yanında (belki bundan daha önemli olarak) bireylerin bu olguyu benimsemiş ve içselleştirmiş olmaları beklenir. Bu bilincin birey düzeyinde egemen olduğu toplumlarda, adalet anlayışı daha yerleşik ve güçlüyken, tersi durumda (kanun ve hukuk zoruyla sağlandığı için) daha kırılgandır.

Modern kapitalist zihniyet, birey ve grup çıkarlarını her şeyin önüne koyduğu için, bu anlayışın hakim olduğu bir düzende adalet duygusunun ahlaki bir değer olarak benimsenmesi ve yaygınlaşması çok zordur. Çıkarlar sürekli çatışacağı için, ancak kanunlar insanları birbirlerine karşı koruyabilmektedir.

Türkiye örneğinden hareket edersek, durum bizim açımızdan da pek parlak görünmemekte. Çıkarcılık, maalesef güçlü bir virüs olarak bünyemize sirayet etmiş durumda. Kişi veya grup çıkarları o derece önemli hale geldi ki; bu çıkarları temin etme adına her türlü haksızlık ve hukuksuzluk mübah kabul edilir oldu. Böyle olunca, adaleti ancak zarar gördüğümüzde hatırlar olduk. Başkası haksızlığa uğradığında sırtımızı dönüp, kendimiz haksızlığa uğradığında feryat etmek, en hafifinden tutarsızlık değilse nedir?

Adalet anlayışının bireysel ve toplumsal düzlemdeki olumsuz gelişiminin yanında, yargı kurumu da ciddi yaralar almış durumda. Ülkemizde yargı mekanizması, uzunca bir zamandır güç ve iktidar sahipleri (ya da heveslileri) için ilk planda ele geçirilmesi gereken bir kale olarak görülmekte olduğu için fazlasıyla hırpalanmış ve bağımsızlığına ve tarafsızlığına ciddi manada gölge düşmüş bulunmaktadır. Hal böyle olunca, hukukun gücü, yerini güçlünün hukukuna bırakmış; kanunların kişi ve kurumlara göre bazen taban tabana zıt uygulandığı, bazen de çıkarlar doğrultusunda değiştirildiği çarpık bir hukuk düzeni yerleşmiştir. Vatandaşların çoğu yargıya güven duymamakta, adil ve hakkaniyetli muamele göremeyeceğinden endişe etmektedir. Güç sahipleri, adalet mekanizmasını bitmek tükenmek bilmeyen hırslarına kurban ederken, adaletin bir gün kendilerine de lazım olacağını unutmaktadır. Bundan dolayı da, bugünün burnundan kıl aldırmayan mağruru, yarının mağduru olabilmektedir.

Şaşırtıcı olan ise, yaşanan bunca kötü tecrübeye rağmen kimse durumdan ders çıkarmamakta; kendilerinden öncekilerin hatalarını tekrarlamaya devam etmekteler. Üstelik mevcut tablonun kısa zamanda değişeceğine dair bir ümit ışığı da görünmemekte.

Bu girdaptan çıkış yolu, ben-merkezci ve çıkar odaklı anlayışı terk ederek, ahlak ve ilkeleri merkeze alan bir zihniyeti inşa etmekten geçiyor. Nesillerimizi bu doğrultuda eğitip bilinçlendirmezsek, bu kısır döngüden kurtulabilmemiz mümkün görünmemektedir. Tabi ki işe önce kendimizden başlamamız gerekiyor. Biz kendimizi değiştirmezsek başkasından bunu isteme ve bekleme hakkımız olamaz. İşimize geldiğinde adaletsizliğe göz yumarken, canımız yandığında adalet talep etme hakkımız olabilir mi?

 

Abdullah ALPAYDIN

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

Author: Yönetici