Hemşerimiz Salim Taşçı tarafından kaleme alınan ve Ocak 2001 yılında baskısı yapılan “Ünlü Emlakçının Anıları: Bankayı Portakal Gibi Sattım” isimli eser tam anlamıyla gerçekçi hayat hikayelerini barındırıyor içerisinde. Eserde yer alan 47 adet anının her biri kendi içerisinde hem yazara hem de okuyuculara hayat tecrübesi sunar nitelikte. Yazar, emlakçılık hatıralarını ve hatta tecrübelerini kimseye kızmadan, kırıp dökmeden tüm iyi niyetiyle ve tüm gerçekliği ile sermiş okuyucunun gözü önüne. Bunu o kadar güzel yapmış ki; saflığa vurulacak, hatta kızılacak yerlerde bile anlayış, sakinlik ve gülümseme ile muhteşem bir tat katmış esere.
Her bir hatıranın içerisinde ana temalar kısa ve öz olarak anlatılmış. Aşağıda, eserde yer alan hatıralardan bir kaçına ilişkin kısa bilgiler vereceğim.
“Sohbetçi” isimli anısında yazar, yaşlı bir teyzenin sırf evini satmak bahanesi ile kendi derdini anlatacağı, sohbet edeceği birilerini aradığını ve bu yola emlakçı üzerinden başvurduğunu anlatıyor.
“Kıymetli Arsa” başlıklı anısında çok kıymetli bir arsa alımı için gittiğini sanarken kendisine mezar yeri arsasının teklif edilmesine olan şaşkınlığını bir de mezar yeri satıcısının kelepir bunlar demesi ile süslüyor yazar. Aslında kendisinin saflığı ya da karşısındakinin uyanıklığı değil ölümün soğuk yüzünü görüyor burada. Hem ceset yeri hem salavat üzerinden…
“Deruni” isimli hatırada ise maymun iştahlılığın, yarı fiyata ucuz mal alacağım diye dolandırılanların, verdikleri parayı geri almak için satın aldıklarını düşündükleri villaya gittikleri yerde bir de kapana kapılmalarını trajikomik bir şekilde ele almış yazar.
“Alı Yemendir” isimli anısında ise devlet için idealizmden, memura saygıdan ve Atatürk’e gönülden bağlılıktan bahsediyor yazar. Devlet bürokratları için alınacak lojman yeri için indirim yaptırmasına ve alacağı emlakçı komisyonundan vazgeçmesine karşılık kendisine teşekkür dahi edilmeyip, mesafe konulmasına sitem ediyor…
“Tokmak Davası” anısında basit bir daire numarasının yanlış yapıştırılmasından kaynaklı ortaya çıkan ve yanlışlığa ikna olmayan ev sahibesi yüzünden mahkemeye kadar uzanan ve dava adının Tokmakçılar davası olarak anılmasına kadar giden bir vakayı anlatıyor yazar…
Birbirinden anlamlı çok güzel anıları barındıran eserin “Visa Gold Bay” isimli anı ise Almanca ve İngilizceyi iyi bildiği için emlakçıda işe başlatılan uzman nitelikli bir bayanın ev almaya gelen bir Alman müşterinin ismini kontrata Visa Gold Bay olarak yazmasını ve buna Almanın katıla katıla gülmesini konu ediyor. Aşağıda bu bölümden kısa bir pasaj paylaşıyorum:
“Adam kredi kartının adını söylerken bizim “yabancı dil uzmanımız” Alman’ın adının öyle olduğunu zannetmiş. Halbuki adam, ödemeyi visa gold kredi kartıyla yapmak istediğini söylemiş. Yabancı dil bildiğini düşünen bayan da Alman’ın adının, “Visa GOLD” olduğuna kanaat getirmiş. Üstelik adamın adını bizim de öğrenmemiz için sonuna “Bay” kelimesini eklemiş. Çok az Türkçe bilen Alman da bunu anladı. Ertesi gün istemeyerek de olsa yabancı dil uzmanı olduğunu söyleyen arkadaşımın işine son verdik. Beni mahcup etmişti. Türkiye’de yaşayan ve iyi bir yerde çalışan Alman’ın, katıla katıla gülmesine neden olan bir hata yapmıştı. Bana, bildiğini söylediği yabancı dil konusunda uzman olduğunu söylemese, bu kadar sert tepki göstermeyebilirdim. Hayatım boyunca iki şeyi bilememenin eksikliğini hep hissettim. Birincisi, yabancı dil bilmemek. Vaktim olmadığı için bu eksikliğimi gideremedim. İkincisi ise bir enstrüman çalamamak. İnşallah kırkımdan sonra bu isteğimi gerçekleştirebilirim. Özellikle saz çalmayı bilmek isterdim. Kim bilir belki bir gün ben de sevdiğim türküleri, özellikle de Yozgat Sürmelisi’ni sazla çalmayı öğrenirim.”
Bu pasajı özellikle paylaşmak istedim. Eserin geneline yansıyan ve yazarın karakterinden de ipuçları sunan bu kısımda yazara ilişkin şunları elde edebiliyoruz:
Yazar Salim Taşçı, merhametli birisi… Hataya mal olan uzmanın işine istemeyerek son veriyor. Hatta ekliyor “İddialı olmasa yine affederdim.” diyor. Aslında Alman karşısında düşülen mahcubiyete üzülüyor yazar. Vatan ve millet sevdasını önemsiyor. Belki bir yakın arkadaşına karşı bu hata yapılsa affedebilirdi ama Alman’ın katıla katıla gülmesi necip bir millet olan Türk milletinin bir ferdi olan Saim Taşçı’ya ağır geliyor. Yabancı dil ve enstrüman çalamamanın eksikliğini ve bu ikisini yeterince bilmemenin pişmanlığını yaşıyor. Belki vakit kaynaklı fırsatı olmadı ama azmini ve öğrenmeye olan heyecanını ifade ediyor hala… Saz çalma tutkusunu dile getirirken Yozgat Sürmelisi’ne olan tutkusu da memleket tutkusundan memleket sevdasından başka neyle ifade edilebilir ki.
Gelelim esere ismini veren “Bankayı Portakal Gibi Sattım” anısına. Banka gibi büyük bir yapının gazete ilanı üzerinden noterde tereyağından kıl çekercesine satışını anlatıyor yazar. Kendisinin bu büyük başarıda payı olmasına rağmen mütevazılığı elden bırakmıyor. Türkiye gündemine konu olan bu satışta yazar hala notere gitmek yerine tapuya gideceğini düşündüğünü ve aldığı iyi komisyona karşılık kendisine gelen yardım taleplerine değiniyor. Bu taleplerden biri üçüncü hanımı ile evlenmek isteyen birisindendir. Taşçı adama “Ne kadar istiyorsun?” diye sorduğunda; “Taş atıp da kolun mu yoruldu? Ağanın eli mi tutulur, gönder bir miktar!” cevabını alır.
Kitaptaki diğer anılardan da çıkarılacak hayat dersleri var elbette ama hepsini burada paylaşmak mümkün değil.
Sonuca bağlayacak olursak; gurura karşı mütevazılığın, şımarıklığa karşı ahlakın ve erdemin yanında durmayı bilerek ve isteyerek tercih ediyor yazar. Kendisini ilkelerine adayan başarılı, samimi, şehrine gönülden bağlı kıymetli yazarımıza hayatında başarılar diliyorum.
Fatih ŞAHBAZ
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ