Kitabı Sorgun Düşünce Kulübü toplantısında kitaplarını ilk gördüğümde “Satılık Dünya” ismi dikkatimi çekmişti. O yüzden inceleme yazısı yazmak üzere teklif edildiğinde, müellifin iki kitabından bunu gözüme kestirdim. Diğer kitabın adı da “Bankayı Portakal Gibi Sattım” idi. Satma ameliyesinin her iki kitabın da ismine nüfuz etmesinin, yazarın mesleği olan “emlakçilik”ten kaynaklandığını hiç düşünmemiştim. Emlak komisyonculuğu ya da yaygın olarak kullanılan “emlakçılık” meslek adı eser boyunca nedense “emlakçilik” şeklinde kullanılmış. Muhtemelen, kitap editörünün bir yanlış yazımı devam ettirmesi sonucudur, diye düşünüyorum.
Eser, Yozgat Sorgunlu olup Ankara’da bir süre gazetecilik yapmış ve sonrasında hayatına emlakçı olarak devam etmiş olan Salim Taşçı’ya ait. Kitap hatıra-hikâye türlerinde değerlendirilebilecek bir eser. Ağırlıklı olarak, yazarın kendi serüvenini hikâye ettiğinden, hatıra türüne daha yakın duruyor. Yazar kitabın girişinde “Kendimi güldürmeye programlamış olacağım ki aldatılmamı bile yazıya döküp güldürüyor okuyanlar birazcık da olsa tebessüm etsinler istiyorum.” diyor. Bundan dolayı olmalı ki yazar, gündelik hayatın kendince komik bulduğu manzaralarını okuyucuya aktarmaya gayret etmiş.
Hikâyeler/hatıralar genel olarak yazıhane, tapu dairesi, gayrı menkul üçgeninde cereyan ediyor. Kahramanlarımız da genel olarak müellifin kendisi başta olmak üzere yazıhane çalışanları, müşteriler ve yazarın iş çevresindeki tanıdıklarından teşekkül ediyor. Ama bunun dışında da bazı metinler mevcut. Mesela “Mors Alfabesi”, “Kasabanın Komunisti”, “Memleketin Artistleri” gibi yazılar emlakçılık mesleğinin cilveleri dışında, bir devrin ülke ve insan manzaralarına dair önemli ipuçları veriyor.
Kitaptaki yazılarda sade bir dil kullanılmış. Belki de hitap ettiği kitle düşünülerek kelime kadrosu gündelik konuşma dili çerçevesinde tutulmuş. Yer yer mahalli ağızlara ait kelime ve deyimler kullanılmış. Yazıların bir kısmının girişinde genelde güneşli, kapalı, rüzgârlı daha çok da yağmurlu bahar havası tasvirleri var. Bunun sebebi, yazarın “Kınalı Kuzu” başlıklı hikâyede sözünü ettiği, Delibaş’tan taşan selin koyun ve kuzularını telef ettiği hazin manzaraya şahitlik etmiş olması olmalıdır. Yazar, zaman zaman şiir okuyor ya da türkü söylüyor. Yazarın bahar, şiir ve türkü sempatisi olduğu anlaşılıyor. Ancak mesleğindeki yoğunluğundan olsa gerek, bunlara yeterince eğilmediğini anlıyoruz. Bu ilgi, kitaptaki yazılarının daha kavi ve derinlikli birer edebi metin olmasına sebep olabilirdi.
Eser genel olarak Ankara’nın soğukluğunu, ikincil/resmi ya da ticari ilişkilerin mekanikliğini ve 1995-2005 yılları arasının çalkantılı siyasi atmosferinin koyu gri gölgesini yansıtıyor gibi, belki de ben öyle bir hisse kapıldım. Bilemiyorum.
Eserde tekrar tekrar sayılan gazeteci, yazar, bürokrat vesaire isimleri var. Bu isimlerin uzun bir liste halinde birden fazla yerde sayılmış olması, okuyucu açısından kitabın sıkıcı bir unsuru olmuş. Yine kitapta dört adet yazı tekrarlanmış. Bu da yayınevi ve editörün işleri hususunda titiz olmadıklarını gösteriyor. Bu genel bir sıkıntı tabii ki, kitabın ticari bir nesneye indirgendiği ülkemizde bu kabil eksiklikleri; dil ve dizgi sorunlarını çokça görebiliyoruz.
Bir emlakçı olarak Salim Taşçı’nın kitabını okuduğumda, keşke emlakçılık mesleğini seçmek yerinde yazı işlerine devam etseydi, şiirle ve edebiyatla daha derin ve geniş anlamda hemhal olabilseydi, diye düşünmekten kendimi alamadım doğrusu. Ama hayat böyle işte, “canımız cennet istiyor ama günahlarımız koymuyor” çoğu zaman. Eserde, yazarının daha iyilerini ortaya koyabileceğine dair istidat görülebiliyor.
[1] Salim Taşçı, Ankara -2004
Şaban ÇETİN
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ