İnsanlık tarih boyunca çeşitli aşamaları tecrübe etmek suretiyle bugünkü ekonomik ve siyasi seviyesine ulaşmıştır. Bugüne nasıl geldiğimizi ünlü filozof J.J. Rousseau (1712-1778) dönemi itibariyle yaptığı sınıflama ile şu şekilde özetlemiştir.
- İnsanın ilk duygusu korunma duygusudur. İnsan korunabilmek için doğa engellerini aşmayı, gerektiğinde öteki hayvanlarla dövüşmeyi er geç öğrenmek zorundaydı. Çünkü zorluklar gittikçe baş göstermeye başlamıştı. Kurak yıllar, uzun ve dondurucu kışlar insanların yeni hünerler elde etmelerini gerektiriyordu. Kara yiyecekleri donunca ya da kavrulunca göllerden ve denizlerden yararlanmalıydı. Olta, zoka, yay ve ok bu zorunluluklarla yapıldı. Tüylü hayvanların derilerini yüzüp bu derilere bürünmek böylelikle öğrenildi.
- Zihin aydınlandığı oranda hünerler gelişir. Odunlar kesilmeye, kulübeler yapılmaya başlandı. İşte bu kulübeler, ilkel ailelerin birbirlerinden ayrılmalarını doğuran ve belki de ilk çatışmaları gerektiren ilk mülkiyet tohumlarıdır.
- En hünerli, en saygın oldu. Bu durum ilk eşitsizliğe atılan ilk adımdı. Sayılan, uyandırdığı bu saygıdan yararlanmaya başlayacaktır. Önce bunu kurnazlıkla sağlayacak, ikiyüzlülük ve yalan böylelikle filizlenecektir. Bu durumu, bir gün gelecek elbette sertlik ve korkutma kovalayacaktır. İlk insan artık yepyeni bir duyguyla baş başadır, başkalarına karşı üstün olmak Bir yandan rekabet, öteki yandan çıkarlar çatışması ve sürekli olarak kendi yararını başkalarının zararından sağlamak durumu gibi kötülükler, mülkiyetin ilk sonucu ve doğmakta bulunan eşitsizliğin ayrılmaz nedenleridir.
- Para doğmadan önce varlık, toprak ve hayvanlardan ibaretti. Babalardan çocuklara geçen bu varlık gittikçe büyüyünce, kimileri için mülklerini ancak başkalarının zararına büyütebilmekten başka yapacak bir şey kalmamıştı. Kimileri de ister güçsüzlük, ister tembellik yüzünden olsun, büsbütün malsız kalmak zorundaydılar. Çevrelerinde her şey değiştiği halde sadece kendileri değişmemiş olan bu gibiler için de geçimlilerini varlıklıların elinden ya bir hizmet karşılığında ya da zorla almaktan başka yapacak hiç bir şey yoktu. İşte, huy ve yapılanların çeşitliliğine göre, ezmek ve ezilmek böylelikle belirmeye başladı. Adaletin pek güçsüz bulunduğu bir çağda çeşitli kötülükler olağanüstü bir hızla geliştiler.
- Varlıklılar, çıkarları gereği, birbirleriyle dayanışmak zorundaydılar. Buna karşı yoksullar da kendilerini korumak için barış ve düzen yasaları koymak zorunda kaldılar. Gerçekte hepsi kendi özgürlüklerini sağlamak kuruntusu içinde kendi zincirlerine koşuyorlardı. İçlerinden en akıllıları, özgürlüklerinin bir parçasını korumak için özgürlüklerinin öbür parçasını harcamak gerektiğini anladılar. Toplumsal sözleşme gereği devlet böylece doğmuş oldu.
Rousseau, ünlü söylevini şu sözlerle bitirmektedir: Eşitsizlik, doğal değildir, gücünü insan aklının gelişmesinden almakta ve sonunda mülkiyet yasalarıyla gerçekleşmektedir. Çoğunluk yoksulluktan kıvranırken bir avuç kişinin gerektiğinden çok şeyleri bol bol ellerinde tutması doğal yasaya açıkça aykırıdır. (Düşünce Tarihi, Orhan Hançerlioğlu)
Devlet ortaya çıktıktan sonra, devletin ne şekilde yapılanacağı ve ne şekilde yönetileceği konusu ortaya çıkmıştır. Tarih boyunca oluşan şartlar çerçevesinde çok çeşitli yapılanma ve yönetim şekilleri tecrübe edilerek bugünkü duruma gelinmiştir. Bugün itibariyle, genel kabul görmüş olan ve dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun yaşamını belirleyen ekonomik sistem “kapitalizm”, siyasi sistem ise “demokrasi” şeklindedir.
Kapitalizmin temel özelliği kar etme güdüsüdür. Kapitalizm’in teorik tanımı dışında daha gerçekçi ve anlaşılır bir tanımı şu şekilde yapılmaktadır: “Hayallerinizi, ideallerinizi para karşılığında satın alabileceğiniz veya alınabileceği, her şeyin değerinin parayla ölçülebildiği, yaşamınızı sürdürebilmek için gerekli tüm koşulları yalnızca parayla sağlayabildiğiniz ekonomik sisteme kapitalizm denir.” (economist.co)
Demokrasi ise kısaca, “Dünyadaki tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir tür yönetim biçimi” şeklinde tanımlanmaktadır. Abraham Lincoln’ün “halkın, halk için, halk tarafından yönetimi” tanımını esas alırsak demokrasinin nitelikleri konusunda ipuçları bulabiliriz. Demokrasilerde halk, serbest iradeleriyle yöneticilerini seçer. Bağımsız yargı organları denetimi üstlenir, yetkiler ise yasama ve yürütme arasında paylaşılır.
Demokrasi teorik olarak ideale yakın bir siyasi sistem olmakla birlikte başarısı uygulamasına bağlıdır. Ayrıca, demokrasinin kalitesi bakımından uygulandığı ülkelerin sosyo-ekonomik seviyesi belirleyicidir.
Kapitalizm bireyci, kar odaklı, rekabete, serbest piyasaya, mülkiyete dayalı bir sistem olup, uygulaması adaletsiz sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Daha çok kar için daha çok gereksiz tüketimi teşvik eder. İnsan için yapay ihtiyaçlar yaratmak suretiyle hem insanı baskı altında tutarak mutsuz eder, hem de doğayı hızla kirleterek insanlar için felaketlere yol açar. Bu sistemin insanının temel gündemi süpermarketlerden sürekli olarak gerekli gereksiz alışveriş yapmak, moda diye uydurulan ihtiyaçları karşılayabilmek için kıvranmak, tatil planları yapmak, her gördüğüne sahip olmak istemek olmaktadır. Bu şekilde hareket eden insan, kazancının ötesinde harcamak suretiyle borçlanmakta, ekonomik özgürlüğünü kaybetmekte ve neticede mutsuz olmaktadır. Sistemin dayanağı olan kar hırsı, aşırı tüketim ve lüks kültürü, değerleri ve erdemi yok ederek toplumu ve insanı yozlaştırmaktadır. İnsan yarımdır bu sistemde; Ünlü Rus Şair Yevgeny Yevtushenko’nun “yarım ölçü” şiirindeki gibi:
yarı geçerli yarım ölçü,
halkın yarısı yarım memnun,
yarı aç yarı tok,
yarı özgür yarı köle,
yarı korkmuşuz kudurmaya giden yolun yarısında,
biraz bundan ama biraz da şundan,
onurlu olabilir mi hiç,
yarım bir memleket ve yarım bir vicdan…”
Kapitalizm aynı zamanda güçlünün hâkim olduğu, gücü olmayanın ezildiği, güçlü azınlık pastanın büyük bölümünü paylaşırken güçsüz çoğunluğun pastanın çok küçük bir kısmına razı olduğu bir sistemdir. Dünya servetinin % 50’si, nüfusun % 1 (75 milyon)’inin elindeyken; geri kalan kısım % 99 (7 milyar 425 milyon) tarafından paylaşılmaktadır. Bu durum hem sistemin genelinde, hem de uygulanan ülkeler bazında aynıdır. Gelir paylaşımı bakımından en üstteki % 10’lük kesimin geliri en alttaki % 10’luk kesimin gelirinin 80-90 katıdır ve bu fark her geçen yıl artmaktadır.
Tarih boyunca sosyolojik yapı hep şu ilişki bazında şekillenmiştir: “yöneten-yönetilen” ve “ezen-ezilen”. Biçimleri farklı olsa da bu hep böyle olagelmiştir. Eskiden tebaa, köle olarak sömürülenler, şimdi işçi, memur, çiftçi, esnaf, v.b. olarak sömürülmektedir.
Rousseau’nun da belirttiği gibi eşitsizliğin kaynağı mülkiyettir ve kapitalizm mülkiyet bazında ciddi adaletsizlik üreten bir sistemdir. Demokrasi ise bu eşitsizliği ölçülü hale getirebilmenin bugün itibariyle bulunmuş en ideal yoludur.
Demokrasi, aynı zamanda ezilen kesimin lehine olan bir sistemdir. Demokrasi, güçsüz, ezilen, yönetilen çoğunluğun güçlü, ezen ve yöneten azınlık karşısındaki eşitsizliğini ölçülü hale getirebilmesinin tek ideal çözüm yoludur. Bu sebeple, ezilen çoğunluğun, kendi çıkarına olan bu sisteme dört elle sarılması, toplumsal sözleşmenin kendi haklarını güçlendirecek şekilde standartlarının iyileştirilmesi için mücadele etmesi gerekmektedir.
Demokrasinin standartlarının seviyesini anlayabilmek için birey olarak kendimize şu soruları sormamız gerekir: Ekonomik olarak mağdur durumda olan bir insanın, demokrasi diye bir derdi olabilir mi? Vatandaş olarak dünyada ne olup bittiğine ne kadar hâkimiz, ne kadar bilinçliyiz? Tercihlerimizi neler etkiliyor, kimler belirliyor? Temsilcilerimizi seçerken ne kadar özgürüz ve ne kadar belirleyiciyiz? (milletvekili listeleri nasıl belirleniyor?) Bilgi kaynağımız olan medya kimlerin elinde, ne kadar özgür, ne kadar objektif? Seçtiğimiz temsilcilerimiz üzerindeki denetim gücümüz nedir? Demokrasinin temel dayanaklarından biri olan denge-kontrol mekanizması ne kadar sağlıklı işliyor? Seçim sistemi ne kadar adil? (seçim barajları). Gene demokrasinin olmazsa olmazı Yargı sistemi ne kadar bağımsız? Demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından olan sivil toplum örgütleri ne kadar etkin? Eğitim’e ne kadar önem veriyoruz? Ne kadar üretiyoruz ve ne üretiyoruz?
Bunlar ve benzeri sorulara vereceğimiz cevapların, demokrasinin standartlarını iyileştirecek şekilde olmasını sağlamak birey olarak hepimizin üzerinde hassasiyetle durması gereken bir görev olmalıdır.
Eşitsizlik kaçınılmaz olduğuna göre, yapılması gereken; ezilenin, yönetilenin haklarını güvence altına alacak, eşitsizliği ölçülü hale getirecek standartların belirlenmesi ve objektif, etkin ve tavizsiz bir şekilde uygulanmasını sağlayacak ortamın oluşturulmasıdır.
Bu vesileyle; Millet iradesine dayanan demokratik sistemin yok edilmesine yönelik hiçbir girişim kabul edilemez. Millet iradesini yok etme amacı taşıyan 15 Temmuzdaki hain darbe teşebbüsünü şiddetle kınıyorum. Türk Milleti, bu hain darbe teşebbüsüne gösterdiği dirençle demokratik sisteme olan bağlılığını bir kez daha göstermiştir. Millet kendi kaderini belirleme hakkına sahiptir. Eksikleri olsa da elimizdeki en iyi sistem olan demokratik sisteme ısrarla sahip çıkmalı ve standartlarını yükseltmek için mücadele etmeliyiz.
Hatip SORGUN
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ