Eser İncelemesi: Vakfiyelerine Göre Yozgat Vakıfları/Hamza Keleş

Vakıf müessesinin bir sivil toplum kurumu olarak ne olduğunu, gayesini ve işlevini doğru anlamak Osmanlı’nın dini, kültürel, toplumsal ve iktisadi yapısını; daha geniş manasıyla Osmanlı’nın inşa ettiği medeniyeti doğru anlamak/kavramak için zaruridir. Günümüz insanının zihnindeki vakıf algısı ne yazık ki yüzeysel bir takım bilgilerin ötesine geçmediği için bu müesseseler ve icra ettiği fonksiyonlar layıkıyla bilinmemektedir.

Bu yazımıza konu olan, Prof. Dr. Hamza Keleş’in “Vakfiyelerine Göre Yozgat Vakıfları” başlıklı, 1996 tarihli doktora tezini giriş bölümünde Vakıf şöyle tarif edilmektedir:

“Vakıf” kelimesi Arapça’da durdurmak, alıkoymak manasına olup, ıstılah olarak, VII. asır ortalarından XIX. asır ortalarına kadarki devrede, İslam ülkelerinin içtimai ve iktisadi hayatında ehemmiyetli bir rol oynayan dini-içtimai bir müessesenin adıdır. Bir kişinin bir veya birden fazla mülkünü, fertlerin ihtiyaçları olan dini, hayri ve sosyal gayeye, Allah’a yakın olma niyetiyle, sonsuza kadar tahsis etmenin akdi olarak tanımlanan vakıf, müesseseleşmiş bir yardım anlayışını da ifade eder. Osmanlıların “müessesat-ı hayriyye” olarak adlandırdıkları cami, mescid, medrese, imaret, zaviye, han, hamam, sebil gibi fertlerin bizzat faydalandığı kuruluşlarla bu müesseselerin sürekli ve düzenli bir şekilde işletilebilmesi gayesiyle kendilerine tahsis edilen bina, arazi, para gibi gelir kaynaklarına da vakıf denmiştir.

Vakıf müessesesinin ortaya çıkışında ve gelişmesinde dini olduğu kadar içtimai ve iktisadi şartların da rol oynadığı bilinmektedir. Çeşitli İslam milletleri tarafından benimsenen ve toplumun ihtiyaçlarına göre değişik şekillerde, ancak aynı hukuki temeller üzerinde vücut bulan vakıf müessesesi bilhassa Osmanlılar’da büyük gelişme göstermiştir. Osmanlılar döneminde devletin halka götürmek mecburiyetinde olduğu hizmetlerden hemen hepsi bu müesseseler vasıtasıyla karşılanmıştır. Bunlar ana hatlarıyla din hizmetleri, eğitim-öğretim, ulaşım, sağlık, sosyal yardım ve belediye hizmetleri olarak sınıflandırılabilir.

Vakıflar, Anadolu’nun İslamlaşması ve Türkleşmesi hadisesinde de mühim rol oynamışlardır. Anadolu’nun fethi ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasında ele geçirilen şehirlerde devlet adamları ve hayırsever zenginler derhal imar faaliyetlerine başlıyor ve kısa zamanda bu şehirlerde camiler, mescidler, medreseler, hanlar hamamlar, köprüler, yollar, imaretler, zaviyeler, hastahaneler vs. yaptırıyorlardı. Bunlara zengin gelir kaynaklarının tahsis edilmesi ile kalabalık bir mürtezika zümresi ve Türkmenler bu şehirlere yerleşiyorlar, böylece hem şehirlerin fiziki çehresi değişiyor, hem de artan Türk nüfusu ile Türkleşme ve İslamlaşma sağlanmış oluyordu. Osmanlılar bir iskan ve kolonizasyon metodu olarak da vakıflardan faydalanmışlardır. Kurulan zaviyeler, şehirlerde bazen yeni mahallelerin, şehir dışında ise yeni köylerin çekirdeğini teşkil ederken, XII-XV. Yüzyıllar arasında Anadolu’nun iskan ve İslamlaşmasında önemli ölçüde rol oynamışlardır. Bu dini ve hayri müesseseler, birer vakıf kuruluşu olma özelliğini taşımakta idiler. Bu sebeple, mezkur müesseselerin tamiri, bakımı, fonksiyonlarını yerine getirebilmek için çalışanların ücretleri, barınma ve diğer ihtiyaçlarının karşılanması da vakıflar tarafından ve vakıf yoluyla temin edilmiştir.

Yukarıdaki bilgilerden de anlaşıldığı üzere vakıflar, çok fonksiyonlu ve çok boyutlu kurumlar olarak sadece dini değil, başta toplumsal, kültürel ve iktisadi sahada olmak üzere devlet idaresinin sorumluluğundaki birçok temel hizmeti yerine getirerek devleti rahatlatan kurumlar olarak işlev görmüşlerdir. Ne var ki, bu oluşumların zaman içerisinde güç ve etkilerini yitirdikleri, devlet ve toplum yapısındaki yozlaşma ve bozulmaya bağlı olarak suistimale uğradıkları ve bazen çıkar amaçlı kullanıldıkları da bilinmektedir.

“Osmanlı Devletinin kuruluş ve yükselme dönemlerinde sosyal hayatın en önemli kurumu olan vakıf müessesesi, 19. yüzyılın başlarında merkezi idarenin denetimi altına alınmıştır. Osmanlı kamu hizmeti sisteminin tamamını oluşturan vakıfların denetim, gözetim ve yönetim işlerini yürütmek amacıyla 1826 yılında Evkaf Hümayun Nezareti kurulmuştur.

Vakıfların merkezi otoriteye bağlanmasının nedenleri arasında  yer alan “bütün devlet gelir ve giderlerinin tek elden kontrolü” düşüncesi, vakıfların gittikçe harap olmasına neden olmuştur. Evkaf Nezaretinin kuruluşu ile başlayan ve Tanzimat’ın ilanı ile ivme kazanan Evkaf hazinesinden devlet hazinesine nakit aktarma işlemi, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarına kadar devam etmiştir.

Vakıf yönetiminin merkezileştirilmesi istenen sonuçları vermemiştir. Yolsuzluklar artmış, vakıflar ıslah edilememiş, yeni vakıf eser inşa etmek bir yana harap olan ve onarıma ihtiyaç duyan vakıf eserlerin harabiyeti ortadan kaldırılamamış, Evkaf Hazinesinden vakıflara nakit aktarımı yapılamamış aksine, devlet hazinesindeki açıklar Evkaf Hazinesinden yapılan nakillerle kapatılmıştır.

Birinci Meclis’in açılması ile birlikte ele alınan konulardan biri de vakıfların idaresi konusu olmuştur. Yeni Meclisin 2 Mayıs 1920 tarihli Büyük Millet Meclisi İcra Vekillerinin Suret-i İntihabına Dair Kanunla Şeriye ve Evkaf Vekaleti ihdas edilmiştir. Şeriye ve Evkaf Vekaleti 2 Mayıs 1920 tarihinden 3 Mart 1924 tarihi arasında 3 yıl 10 ay görev yapmıştır. Evkaf Umum Müdürlüğü ise 3 Mart 1340/1924 tarih 429 sayılı Şeriye ve Evkaf ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaletlerinin İlgasına Dair Kanunla kurulmuştur.

Çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarına devredilen vakıf gayrimenkulleri ve vakıf gelirleri nedeniyle Evkaf Umum Müdürlüğünün bütçesi küçülmüştür. Vakıf hizmet alanları ve mal varlığı çeşitli kamu kuruluşlarına dağıtılan vakıf müessesesinin Cumhuriyetin başlangıcından itibaren “toplumsal kurum” olma vasfı giderek zayıflamıştır. Çünkü Osmanlı Devletinde dini, iktisadi, siyasi ve sosyal mahiyet arzeden vakıf müessesesi artık sadece dini özellikleri ile toplumda hizmet görmeye devam etmiştir.” (Osmanlı’dan Günümüze Vakıflar, Adnan Ertem, Vakıflar Dergisi, Aralık 2011, Sayı: 36)

Günümüzde de de vakıf adını kullanan teşekküller var olmakla birlikte bu kurumlar genellikle, yardımlaşma, dayanışma, eğitim gibi sınırlı ve spesifik sahalarda faaliyet gösteren yapılardır. Ülkemizde modern devlet anlayışının egemen olmasıyla birlikte eski kurumların bir çoğu ya ortadan kaldırılmış ya da dönüştürülmüş; böylece, geçmişte vakıf vb. müesseselerin ifa etmiş olduğu hizmetler bugün büyük oranda devlet eliyle yürütülür hale gelmiştir.

Bu genel bilgilerden sonra konumuza dönecek olursak, Hamza Keleş tezini hazırlarken şu kaynaklara dayanmıştır: 1) Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivindeki Yozgat Vakfiyeleri, 2) Şer’iyye Sicilleri, 3) Başbakanlık Osmanlı Arşivinde Bulunan Yozgat Vakfiyeleri, 4) Tahrir Defterleri. Bunların dışında Yozgat bölgesi üzerine yapılmış bazı araştırma ve tez çalışmalarından da faydalanmış.

Keleş, Yozgat vakıflarını faaliyet sahasına göre dört ana bölümde ele almış. 1. Bölümde Eğitim-Öğretim Amacıyla Kurulan Vakıfları a) Medrese ve Mektepler, b) Camiler ve Mescidler, c) Kilise Vakıfları, d) Zaviye ve Tekkelere Tahsis Edilen Vakıflar alt başlıkları altında incelenmiş. 2. Bölüm Bayındırlık Vakıflarını konu alırken a) Köprüler, b) Çeşmeler ve Şadırvanlar alt başlıklarından oluşuyor. 3. Bölümde Hayrat Vakıfları, 4. Bölümde ise Harameyn-i Şerifeyn Vakıfları incelenmiş. Çalışmaya konu vakfiyeler, tanzim tarihleri, vakıflar, vakfedildikleri müesseseler ve bulundukları yerler belirtilerek listelenmiş. Yazar, araştırmasını 1400-1920 dönemine ait vakfiyelerle sınırlamış ve toplam 157 vakfiye tespit etmiştir. Listelenen vakıf eserlerin bugün kaç tanesinin günümüze ulaştığına dair tezde net bir bilgi verilmemesine karşın, büyük çoğunluğunun artık mevcut olmadığı anlaşılmaktadır.

Prof. Dr. Hamza Keleş’in doktora tezi, konuyla ilgili geçmişte de bazı çalışmalar yapılmış olmasına rağmen, içeriği ve kapsamı açısından daha ayrıntılı ve sistematik bir çalışma olarak öne çıkmaktadır. Bu yönüyle de literatüre önemli bir katkı niteliği taşımaktadır.

 

Abdullah ALPAYDIN

SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ

 

Author: sevare