İnsan, neden anılarını yazar?
İnsan, neden bir anı kitabını okur?
İnsan, neden servet biriktirir?
İnsanın serveti nedir?
Rauf Hocamın anılarını içeren üçüncü kitabı elime geçtiğinde birbirine benzeyen bu soruları sormadan edemedim.
Gerçekten “tuğla kadar bir kitap” ve bir adamın yaşam öyküsünü içeriyor. Ee neden okumalıyım? Pragmatist, modern kültürün zehrinde sarhoşlaşmış, her şeyi metalaştırmış yığınların içerisinde bir fert olan için hemen olumsuzlanacak suallerin en kabası!
İşte mesele tam da burada başlıyor bence…
Metal yorgunu mantalitelerin, yılgın ruhların, melezleşmiş soyların, yersiz yurtsuzlaşmış kimsesizlerin, kocaman kazanda dönüp duranların tutunduğu “iyi ama neden”cilerin görüşüne bıraksak; hiç bir şeyi içselleştiremeyen, hiç olmuşların mekanik zekalarının dişlilerinde ezilmiş, duygu gücünü yitirmiş, ruhsal bunalımlı olmayı marifet sayanların eline kalsak, şimdi elimizde ne kalırdı acaba?…
Mal mülk sahibi bir kişi için varislerine bırakacağı tanımlanabilir, ölçülebilir, alınıp satılabilir, devredilebilir, hatta çetin kavgaların kırgınlıkların nedeni olabilir mallar bırakmak varken, neden bedelini ömrüyle ödedikleri en kıymetlisi anılarını sınırsız kişiye sorunsuz ve hesapsız miras bırakır? Sebil etmiş hatırasını kitaba dökerek!…
Yaşamak için ömür tüket, yazmak için zahmet…
Belli ki bir derdi var…
Değilse hatıralar bir yanıyla övünç kaynağı gurur hikayesi olmakla birlikte, kendi başınıza yaşayıp hissettiklerinizin de açık edilmesidir. Mahreminiz duygularınızın kamuya ikramıdır. Bir bakıma bilginin ve tecrübenin zekatını vermektir. Talibin hakkını teslim etmektir.
Bize düşen, binlerce sözcük arasından altın arayıcıları gibi eleyip eleyip altını bulmak. Öğüdü almak, tecrübeye sahip olmak. Pusulayı elde etmek, tuzaklardan korunmak, içselleştirebildiğimiz kadar feyz almak olsa gerek.
Bilirsiniz her şeyin bir merkezi, bir de taşrası vardır. Dünyadakiler de kendisini böyle tarifliyor. Bizde de bu nevi bir yaklaşım yok değil! Anadolu taşramız… Hem de öyle ki Anadolu şehirleri ya da bizim memleket kısa süreli gezilip görülen, mezarlığında bir dua hemen geri merkeze dönülen seyirlik mesire yeri gibi. İnsanları heyecanlı, inatçı, misafirperver fakat hareket ve derinlikten uzak, büyük sistemin incelik ve numaralarına akıl erdiremez kifayetsizlikte bir yer işte…
İnsanın hatıraları da güncelin taşrası gelir bana. Bugündür değerli olan.
Göz gördüğünü değerler zihne…
Geçmişte neymiş?
Bir sürü zahmetin, üzüntünün, hezimetin, uğraşının, hasretin gömülü olduğu hatıralar…
Belki madalyonun bir yönü bu…
Ya diğer yönü?
Şerefli bir ömrü ilmek ilmek dokuyan, ilkeli duruş, inandığı fikirde kılıç gibi keskin, gönül verdiği sevdalara ipek gibi yumuşak bir yürek taşıyorsanız… İlmin, bilginin, buluşun, alın terinin, vuslat için gidilen yolların, maksat için çekilen kutsal emeğin, kucaklayan bir baba, sorumluluk sahibi bir görevlinin, insan yetiştiren bir hocanın, sevgi sahibi bir eşin, dar günde yettim gardaş diyen arkadaşın, eskimiş yırtık bir resme bakarak göz yaşı döken duygunun, sürgit kesintiye uğratılmayan onurlu bir hayatın tuvaliyse “o” anılar…
Gönül pazarına arz ettikleri ile bildiğim, naif sevecen ve içtenliği ile tanıdığım, kırlaşmış saçlarında hakkınca bir ömrün sahibi bellediğim, ilim-bilim-insan adam Rauf hocam; var olan yok, yok olan var olmaz. Gök kubbede hoş bir sada kaybolmaz!…
Aydın BARAN
SORGUN DÜŞÜNCE KULÜBÜ